İslam’ın tezahürlerinin son yıllarda kamusal alanda artan oranda görünür hale geldiği bir gerçekse de bu, gerçeğin sadece bir yüzüdür. Gerçeğin öteki yüzüne de bakıp, İslam’ın görünürlüğü artarken görünürlüğü azalan ya da azaltılan yaşam tarzları var mıdır, ona bakmak lazım. Mesela seküler yaşam tarzı, aşırı muhafazakarlaştırma baskısı altında daha az görünür bir duruma mı sokulmaktadır? Ben bu soruya bir […]
İslam’ın tezahürlerinin son yıllarda kamusal alanda artan oranda görünür hale geldiği bir gerçekse de bu, gerçeğin sadece bir yüzüdür.
Gerçeğin öteki yüzüne de bakıp, İslam’ın görünürlüğü artarken görünürlüğü azalan ya da azaltılan yaşam tarzları var mıdır, ona bakmak lazım.
Mesela seküler yaşam tarzı, aşırı muhafazakarlaştırma baskısı altında daha az görünür bir duruma mı sokulmaktadır?
Ben bu soruya bir süredir “Evet” yanıtını veriyorum.
Evet, Türkiye’de İslami-muhafazakar yaşam tarzının görünürlük kazanmasına paralel biçimde seküler yaşam tarzı da görünmezliğe itilmektedir.
Ayyaşlık ve alkoliklik değil ama mutena içki kültürü seküler yaşam tarzının bir sosyal veçhesidir.
İçki tanıtımı ve reklamının yasaklanmasının yanı sıra satışına da ağır kısıtlama getirilmesiyle yapılmak istenen, üretiminden, satış ve pazarlamasına bütün bir sektörü zarar baskısı altına alıp boğmaktır. Hedef, içeni ve sunanı ayıplı bir amelde bulunuyormuş duygusuna gark etmek, bir hayat tarzını gayrimeşru kılmak, neticede içki kültürünü kamusal hayattan silmektir.
Diğer taraftan yanlış anlaşılmasın, toplum bir tahterevalli değildir. Bir yaşam tarzı çıkarken, ötekisi otomatikman iner diye bir kaide yok. Çoğulcu ve özgürlükçü bir demokraside bütün yaşam tarzları birbirleriyle çatışmadan, birbirlerini boğmadan birlikte ve barış içinde var olabilirler. Bu bir demokrasi ütopyası değil; dünyada örnekleri var.
Neticede, seküler yaşam tarzını görünmez olma baskısı altına alanlar dindarlar değil, tabii ki İslamcılar.
“Muhafazakar otoriterleşme” tartışmalarında, AKP müdafilerinden bana en çok yöneltilen soru, “Ne yani, adamlar mesela içkiyi yasaklıyorlar mı?” idi.
Düne kadar içkinin üretim, satış ve tüketimini sadece astronomik vergi, ruhsat kısıtlaması ve öncelikle Anadolu’da kamu baskısı yoluyla sütre gerisinden engellemeye çalıştıklarından, bunları anlatırdık ama soruya kategorik biçimde “Evet” yanıtını vermezdik.
Şimdi maalesef “Evet” diyeceğiz.
Bu soruya “Evet” cevabını verdiğimiz için, baştaki “seküler yaşam tarzı görünmezliğe mi zorlanmaktadır?” sorusunun da cevabı “Evet”.
Bu “Evet”lerin neticesinde “Siyasal İslam demokrasiyle uyum sağlar mı?” sorusunun cevabı da, iktidarın otoriterleşme yönündeki, eleştire geldiğimiz bütün uygulamalarını izleyen bu son gelişmeden sonra artık maalesef “Hayır” olarak verilmek durumundadır.
Bütün dünyada, Türkiye’deki reform geçirmiş ılımlı siyasal İslam’ın evrimi gözlemlenerek 10 yıldır gündemde tutulan bu soru keşke olumlu bir cevap bulabilseydi.
“Hayır” cevabını vermek için herhalde AKP’nin içki yasaklarını açık dinsel argümanlarla getirmesini beklemeyecektik. Bu, “açık Şeriat” uygulaması olurdu.
Dünkü, “Alkol yasağı demokrasiye zararlıdır” başlıklı yazımda, içki yasağının halk sağlığını korumak gerekçesiyle konulmuş olamayacağını, istatistiki veriler ışığında izah ettiğimi düşünüyorum.
Şu görülmelidir: Medya dahil bütün kontrol ve denge mekanizmalarının etkisizleştirildiği, doğru dürüst bir muhalefetin de bulunmadığı bir durumda, demokrasiyle akordunu tamamen yitirmiş bir “ılımlı siyasal İslam”la doğal biçimde gidilecek yer “ılımlı Şeriat” olabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.