Reyhanlı’da patlama. 50’nin üzerinde ölü onlarca yaralı. Yol ortasında açılmış derin çukurlar ve yıkılan binalar. Tipik bir Ortadoğu görüntüsü ama aynı zamanda ‘savaş fotoğrafı’ gibi. Fotoğraf içindeki o koskoca çukur, Türkiye’nin sürüklendiği yeri göstermesi açısından önemli bir metafor. İlk resmi açıklamalar tahmin edildiği gibi: “Devlet yaraları saracak, provokasyona gelmeyelim, saldırının ardında Esed yönetiminin taşeron örgütleri […]
Reyhanlı’da patlama. 50’nin üzerinde ölü onlarca yaralı. Yol ortasında açılmış derin çukurlar ve yıkılan binalar. Tipik bir Ortadoğu görüntüsü ama aynı zamanda ‘savaş fotoğrafı’ gibi. Fotoğraf içindeki o koskoca çukur, Türkiye’nin sürüklendiği yeri göstermesi açısından önemli bir metafor. İlk resmi açıklamalar tahmin edildiği gibi: “Devlet yaraları saracak, provokasyona gelmeyelim, saldırının ardında Esed yönetiminin taşeron örgütleri var…” Muammalaşmış ve her ne hikmetse kaynağı ancak devletin istihbarat örgütlerince tespit ve ilan edilebilen bu tip saldırıların ardından dinlemeye alışkın olduğumuz replikler bunlar.
Saldırının yapıldığı yer de özellikle seçilmiş. Reyhanlı ağırlıkla Sünni-Arap nüfusun yaşadığı bir yer ve AKP’nin kalesi gibi. Suriye’de savaşan güçlerin konumlanışları açısından baktığımızda saldırının ardından tüm ilçe halkının silah kuşanıp Esed’e karşı cepheye akın etmesi gerekirdi ancak tam tersine tepkiler daha çok “soydaş” sığınmacılara ve hükümete yöneliyor. AKP kendi doğal tabanını dahi savaş politikalarına ikna edemiyor. Savaşa uluslararası bir meşruiyet kazandırmaya dönük tüm kirli oyunları da dönüp kendisini vuruyor. İktidarın savaş siyaseti, toplumun çoğunluğu tarafından rıza görmemeye başladı. Ve AKP savaş dedikçe kendisiyle toplum arasındaki barışı da riske ediyor. Reyhanlılar hükümeti ve desteklediği örgütleri hedef alırken aynı gün içinde Beşiktaş taraftarı da polisle çatışıyor. Gerekçesi ne olursa olsun artık tüm sokak hareketleri siyasallaşmaya ve öfkeli bir hal almaya başladı. Barış sürecine paralel yükselen bu tansiyon pek tabii bir şekilde ‘huzurumuzu bozan derin güçler masalını’ da iktidar açısından işlevsel kılıyor.
AKP saldırının ardından toparlanmaya ve siyaseti toparlamaya çalışacak. Suriye’ye dönük tek başına askeri bir inisiyatif kullanma şansı olmadığından bu durumu tam da ABD ziyareti öncesi kendi Suriye politikasının bir gerekçesi haline getirecek. Ve uluslararası toplumu Esadsız bir Suriye çözümüne yönlendirmeye çalışacak. Bu konuda bugüne kadar pek başarılı oldukları söylenemez. Suriye’de akıtılan kanın karşılığı yeterince alınamadı. Boşu boşuna onca insanın ölümüne suç ortaklığı yaptılar. Şimdi de kendi vatandaşlarının ölümünü malzeme yapacak bir pespayelik sergileyecekler. Suriye’nin yeniden yapılanmasında belirleyici olamadıkları ölçüde de Kürt sorununda olduğu gibi Suriye savaşından da çekilmek gibi bir tutum alarak, zararın neresinden dönersek kardır hesabı Suriyeli sığınmacılardan kurtulmanın yollarını arayacaklar.
AKP’nin bütün Suriye politikası savaşı araçsallaştırmak üzerine kurulmuştur. Kimse Suriye ile savaşa girdik giriyoruz paniğine kapılmasın. Kuşkusuz İsrail benzeri göstermelik hamleler yapılabilir ama AKP esas olarak gayet kontrollü bir şekilde uluslararası bir askeri müdahalenin şartlarını oluşturmaya çalışıyor ve Suriye savaşını kendi anladığı iç barışın bir manivelası olarak kullanıyor. Kürt toplumunun Esad rejimine karşı gitgide artan düşmanlığı ve tabii ki tabanının Sünni yapısı Türk-Kürt ortaklaşmasının da zeminini kuvvetlendiriyor. Bu konuda heveskar Kürt çevrelerinin olduğunu hepimiz biliyoruz. Kürt ulusal birliği içerisinde Suriye rejiminin kaderi bir ayrışma vesilesi haline getiriliyor. Barış sürecinin daha başında fark edilen hareketi bölme gayesine ulaşmak için bu saldırının da fazlasıyla işleneceğini tahmin etmek zor değil.
Dönüp dolaşıp AKP’ye arayan veya en azından savuşturabildiği bu gelişmelerin ortak özelliği kimlik siyasetine dayanıyor olmaları. Türkiye’deki her mezhepsel ve etnik hak mücadelesi esasında bir azınlık hareketidir ve her azınlık hareketi uzlaşmacıdır. Çoğunluk tarafından baskılanmanın nesnelliğine dayanan ideolojik bir durumdur bu. İhanet veya yandaşlık gibi kavramlarla açıklanamaz tek başına. Ve devlet aklının yaptığı da birinin uzlaşmacılığını diğerine karşı kullanmaktır.
Esad kalırsa Tayyip gider mi veya Esad giderse Tayyip kalır mı? Siyaset bu sorulara verilen farklı yanıtların ardında saflaştırılmaya çalışılıyor. Suriye söz konusu olduğu için bu siyasal figürler de doğal olarak bir mezhebi temsil ediyor. Ne Kürt sorununda Aleviler çözümsüzlüğü savunmaktadır ne de Alevi toplumunun hak mücadelesinde Kürtler engeldir. Kürt ve Alevi tüm emekçilerin hapsedildikleri bu kimlik çerçevesinden kurtulmaları ancak yegane çoğunluk siyaseti olan sınıf kimliğini edinmeleriyle mümkün olacaktır.
AKP bir kesimin barışını diğerine savaş olarak yürüttükçe bu topraklara gerçek bir toplumsal barış gelmeyecektir. Toplumsal muhalefet bu yanlış soruların peşine düşmemelidir. Kürdün, Alevinin ve tüm diğer ezilen kimliklerin bu saflaşmadan çıkarı yoktur. Gerçek bir demokratik yaşam için önemli olan soru değil verilecek cevaplardır. Türkiye’de çoğunluk olmanın özgüvenine dayanan ve uzlaşmaz olan ‘her ikisi de gitmelidir’ yanıtı örgütlenmelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.