Barış sürecinin önemli bir kilometre taşı dün geçildi. Dün, 8 Mayıs Çarşamba 2013, PKK’nınTürkiye’de üslenen silahlı güçlerinin “resmen” çekilmeye başladıkları tarihti… Bu şartlarda içimden “Aman nazar değmesin” demek geliyor. Bu süreç, “kem gözlere” karşı demokratikleşme ve özgürlükçülükle tahkim edilmediği sürece başka ne yapılabilir? Tahtaya mı vurmalı? Bakın mesela BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş önceki gün Diyarbakır’da ilginç sözler etti. Dedi ki, […]
Barış sürecinin önemli bir kilometre taşı dün geçildi. Dün, 8 Mayıs Çarşamba 2013, PKK’nınTürkiye’de üslenen silahlı güçlerinin “resmen” çekilmeye başladıkları tarihti… Bu şartlarda içimden “Aman nazar değmesin” demek geliyor.
Bu süreç, “kem gözlere” karşı demokratikleşme ve özgürlükçülükle tahkim edilmediği sürece başka ne yapılabilir?
Tahtaya mı vurmalı?
Bakın mesela BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş önceki gün Diyarbakır’da ilginç sözler etti. Dedi ki, “PKK ile devlet, iki taraf da çatışmasızlığın oluşması için irade ortaya koydular. Bu nedenle iç provokasyonların, süreci baltalayacak tehlikenin olmadığını düşünüyorum. Eğer dış güçlerin provokasyonları olmasa bu süreç olumlu bir şekilde devam edecektir”.
Varsayalım ki bu kem gözlü “dış güçler”in provokasyonları gerçekleşti… Ne olacak? Belki süreç oracıkta çökmez ama hükümetin demokratikleşme adımlarıyla tabanını azami ölçüde genişletmediği, güveni artırılmamış bir sürecin dış provokasyonlara karşı gereken direnci göstereceğini de beklememek lazım.
Gündemine barışı alan ama “özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi”yi dışarıda bırakan bu iktidar karşısında, sürecin yarınına tam güvenle bakmanın imkanı var mı?
Sürecin bugünü belli; işte PKK çekiliyor.
Ama bu arada iktidar, Taksim’de 1 Mayıs’a müsaade etmezken, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 41 yıl önceki idamlarını protesto eden birkaç yüz solcu gence tahammül göstermezken, sürecin yarınından nasıl emin olacağız?
Oysa tam ve eksiksiz gösteri ve ifade hürriyetinin sağlanması, sürecin yarınını esenlikle görebilmemizin önkoşulları arasında.
Bu “barış süreci”nin dayanıklı ve sürdürülebilir bir “çözüm süreci”ne en kısa zamanda dönüştürülmesi gerekiyor. Başka çare yok. İktidar bu barış sürecini, onda bir “siyasi fayda”nın ötesinde, bir zorunluluk gördüğü için başlattı.
İçeride askeri operasyonlar ve yaygın tutuklama kampanyalarıyla bir süre daha vaziyeti idare etmek belki mümkün olabilirdi.
Ama 2012 yazında Suriye’de vuku bulan gelişmeler neticesinde Türkiye’nin Kürt sorununun bölgeselleşmesi, AKP iktidarını barış adımlarını atmaya mecbur bıraktı.
Demek ki şimdi yapılması gereken, bu süreci herkesin arzu ettiği menzile taşımak için tam ve kapsamlı demokratikleşmenin kendileri için faydalı olmanın ötesinde, zorunlu olduğuna bu iktidarı ikna etmeye gayret göstermektir.
Bu bağlamda sözü, 6 Mayıs’ta “Barış için Özgürlükçü Demokrasi” başlığıyla yayımlanan, 111 imzalı metne getirmek istiyorum. İmzalayanların çoğunu soldan ve CHP çevrelerinden tanıyoruz.
Bu bildirinin son cümlesinde “Barışın teminatı çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi demokrasidir” yazıyor. Meselenin özü de, özeti de bu…
İmzacılar, barış sürecine paralel olarak bu metin çevresinde bundan böyle bir güç birliği oluşturmaya karar verdiklerini ilan ediyorlar ki bu da önemli.
Metinde, kalıcı barış ve özgürlükçü demokrasi hedefi doğrultusunda yeni anayasa hazırlama sürecinin bir fırsat olarak kullanılması savunuluyor.
Kısa vadede ise aslında her biri sürece güveni artırıcı birer önlem olan seçim barajının düşürülmesi, terörle mücadele yasasının kaldırılması ve özel yetkili mahkemelerin, verdikleri tüm kararlara karşı yeniden yargılama süreçlerinin işletilerek kapatılması savunuluyor.
Kürt sorununun çözümü ile ilgisi bulunmayan ve haklı biçimde otoriterleşme kaygıları yaratan başkanlık sistemi tartışmalarının sürece dahil edilmesinin, barış ile demokrasiyi karşı karşıya getirdiği ve bunun kimseye bir yarar sağlamayacağı vurgulanıyor.
Milletvekili, Parti Meclisi üyesi ve sivil toplum kuruluşu yöneticisi 30 civarında CHP’linin de imzasını taşıyan bildiride, anayasada “etnisite temelli olmayan bir yurttaşlık tanımı ile eşit yurttaşlık anlayışının güçlendirilmesi” de talep ediliyor.
Türklük vurgusu olmayan bir anayasa fikrine bazı CHP’lilerden de destek gelmesini not etmek gerekiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.