Antakya gerçek manada bir marka iken böyle bir markayı yok sayıp yerine dünün yetme çocuğu Hatay’ı markalaştırma çalışmasını epeydir yürütüyordu hükümet. Bu mantık(sızlık)la Antakya’da doğan çocuklarımızın doğum yeri olarak 2007’den bu yana Antakya yazdıramamaktayız mesela Tarihi İ.Ö 300 yılına dayanan bir kent Antakya. Seleucia Pieria’nın kuruluşundan bir ay sonra kurulmuş bütün dünyaca bilinen müstesna […]
Antakya gerçek manada bir marka iken böyle bir markayı yok sayıp yerine dünün yetme çocuğu Hatay’ı markalaştırma çalışmasını epeydir yürütüyordu hükümet. Bu mantık(sızlık)la Antakya’da doğan çocuklarımızın doğum yeri olarak 2007’den bu yana Antakya yazdıramamaktayız mesela
Tarihi İ.Ö 300 yılına dayanan bir kent Antakya. Seleucia Pieria’nın kuruluşundan bir ay sonra kurulmuş bütün dünyaca bilinen müstesna bir şehir. Zaten adını da kurucusu Seleucus’un babası Antiochus’tan almaktadır. Antiochya’nın önemi sadece bu eski tarihine dayanmamaktadır elbette. Hıristiyanların hac yeri olarak kabul ettikleri St.Pierre Kilisesi buradadır mesela.
Anadolu’nun ilk camisi ve Müslümanlığın Anadolu’ya yayıldığı yer olan Habib-i Neccar Camii de burada.
Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu yer olarak kabul edilen ve Alevilerce çok kutsal bellenen, denizin güzelliğine mistik bir hava veren ve Samandağ’a bambaşka bir anlam yükleyen Hızır Türbesi de.
Can suyunu Hz. Musa’nın asasının ab-ı hayattan aldığı efsanesini bin yıllık tarihine rağmen ayakta dimdik durarak kanıtlayan ve Hıdırbey’in de ab-ı hayatı olan Musa Ağacı da burada.
M.S. 541 yılında yapılan St. Simon Manastırı, 1860’lı yıllarda yapımına başlanan Ortodoks Kilisesi, ilk havarilerin gelip yaşadığı Katolik Kilisesi, Protestan Kilisesi, 1700 yıllarında yapıldığı düşünülen Havra ve daha sayamayacağım birçok kültüre ve tarihe tanıklık etmiş yapı burada. Yani hangi dini, hangi mezhebi, hangi kültürü, hangi inancı ele alırsanız alınız onunla ilgili bir kalıntıyı burada bulmanız mümkün. Lâfzen değil, yaşam tarzlarıyla hoşgörünün kenti olduğunu kanıtlayan ve bence insanlığın başkenti olarak tescil edilmesi gereken dünyaca meşhur gerçek anlamda bir marka kent Antakya.
Demem o ki gerçek anlamda medeniyete beşik olmuş, nazlı bir bebek gibi onu büyütmüş, olgunlaştırmış bu kentin insanlarının sahip olduğu bu hoşgörü, farklılıkları tehlike değil, tam tersine zenginlik görüp bunu kişilik haline getirmiş olmaları tesadüf değildir. O güleç yüzüyle, rengârenk çiçeklerle bezenmiş kültür bahçelerinde kardeşliğin coşması tesadüf değildir. Bir gökkuşağı gibi farklılığın böylesine birbirini bastırmadan kaynaşması bile dünyaya örnek teşkil edecek bir marka değeri taşırken, dahası kurulduğu andan günümüze değin ülkelerin imrendiği, binlerce yıllık, küresel adıyla Antiochya, yerel adıyla Antakya gerçek manada bir marka iken böyle bir markayı yok sayıp yerine dünün yetme çocuğu Hatay’ı markalaştırma çalışmasını epeydir yürütüyordu hükümet. Bu mantık(sızlık)la Antakya’da doğan çocuklarımızın doğum yeri olarak 2007’den bu yana Antakya yazdıramamaktayız mesela. İçişleri Bakanlığının genelgesine dayanılarak nüfus cüzdanlarında doğum yeri hanesine Antakya yerine Hatay yazılmakta. İlimizde Antakya ve Antakya’yı çağrıştıracak her şey kaldırıldı / kaldırılmakta. Antakya ismine hükümetin bu alerjisinin nedenini cidden bilemiyorum. Bildiğim tek şey “yeni”nin moda olduğu şu günlerde uzun zamandır Hatay’dan yeni bir marka yaratma çabası içinde olduğudur.
Bunca yıllık iktidarlarında ve bunca yoğun çabaya rağmen bunu başarabildiler mi diye sorarsanız, cevabım evet olur, kesinlikle. Evet, Antakya’yı belki silemediler ama Hata(y)’dan bir marka yaratabildiler.
Barışın, kardeşliğin, huzurun ve istikrarın egemen olduğu caddeleri yerle bir edip tedirginliğin, huzursuzluğun, korkunun ve belirsizliğin dolaştığı caddeler haline getirmeyi başardılar. Sevginin, dayanışmanın el ele, omuz omuza, can cana sabahlara dek gezindiği sokaklarda ruhsuzluğun, ölüm sessizliğinin hâkim olduğu, silahlı adamların cirit attığı sokaklar haline getirmeyi başardılar. Düşmanının kıyamayacağı o kenti Başta CIA ve MOSSAD olmak üzere aklınıza gelebilecek gelmeyecek dünyanın tüm ülkelerin ajanlarının merkezi haline gelen bir marka kent haline getirip ona acımasızca kıydılar. Göçmen kuşların geçiş güzergâhı olan Antakya’da kültürel çeşitliliğimiz gibi bin bir çeşit kuşun yuva kurduğu bir yer iken, yabancısı olduğumuz İslami terör gruplarının, çetelerin, mafyanın yuvası haline getirmeyi başardılar. Yasadışı bomba üretim merkezlerine dönüştürülmüş bodrum katları ile günübirlik Suriye’ye girip tekbir sesleriyle bir tavuk boğazlar gibi insan boğazlayıp gelen kirli sakallı canileriyle bütün şehri bombalar üstüne oturtmayı başardılar. Organ mafyasının at koşturduğu merkez haline getirmeyi başardılar. Suriyeli mülteci genç kızların zengin Arap şeyhlerine satıldığı bir pazar haline getirmeyi başardılar. Huzurun egemen olduğu o şehri huzursuzluğun saltanatına terk ettirmeyi başardılar. Ve daha kötüsü güvercinlerin memleketini leş kargalara teslim ederek Reyhanlı’da bedenleri parçalamayı, canlarımızı canımızdan koparmayı, Reyhanlı caddelerini birer kan gölüne çevirmeyi başardılar. Yüzyıllardır Alevi’si, Sünni’si, Hıristiyan’ı ve ateistiyle, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si ve Arap’ıyla kardeşçe yaşamış insanlar arasında nifak tohumu soktu sokacaklar.
Velhasıl kelam basiretsizlikleriyle, öngörüsüzlükleriyle, Antakya’ya epey uzak ve Antakya’nın genlerine yabancı, mezhepçi bakış açılarıyla hatalar zincirine yeni halkalar ekleye ekleye Hataylılara rağmen HATA(Y)’ı bir marka kent haline getirmeyi başardılar. Şimdi yarattıkları bu markayla ne kadar övünseler azdır herhalde. Bu markanın pazarı da alıcısı da hazırdır ne de olsa. Diledikleri kadar diledikleri zaman Arabistan’a, Katar’a ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerine pazarlayabilirler. Ee, sonunda her markanın bir “maliyetinin” olduğunu da öğrettiler ya bizlere. Bizler canımızla bunun “maliyetini” öderken, onlar Ortadoğu’dan gelen paralarla ardımızda kalanlarımıza maaş bağlayarak görevlerini yaptıklarını düşünüp vicdanlarını rahatlatabiliyorlar. Roboski’de de Reyhanlı’da da böyle yaptılar zira. Her şeyin satılık olduğunu, her şeyin bir maddi bedelinin olduğunu düşünüyorlar. Kim bilir belki de abdestlerini bile musluklarından akan paralarla aldıklarındandır böyle düşünmeleri. Lakin bana göre Onları böyle düşünmeye sevk eden asıl şey, Antakya’nın hamuruyla yoğrulmamış olmalarıdır. Zira her şeyin özü tek kelimeyle mayadır, maya. Ve o maya Antakya’nın tarihinde ve yaşam tarzında gizlidir. Gerisi hikâyedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.