Barış sürecinde ortaya çıkan saldırıların ilk hedeflerinden birinin üniversiteler olması, kritik süreçlerin belirleyici saldırılarında açık hedef halini alan üniversiteleri yeniden gündeme taşıdı. AKP iktidarının son döneminde baskı politikalarının açık hedefinde olan yükseköğretim, son yıllarda yaşadığımız, öne çıkan siyasi atmosferlerin hemen hepsinde önemli role sahip oldu. Gerek baskı sürecinin geriye itilip “içerme” politikasının öne çıktığı, yüzlerdeki […]
Barış sürecinde ortaya çıkan saldırıların ilk hedeflerinden birinin üniversiteler olması, kritik süreçlerin belirleyici saldırılarında açık hedef halini alan üniversiteleri yeniden gündeme taşıdı.
AKP iktidarının son döneminde baskı politikalarının açık hedefinde olan yükseköğretim, son yıllarda yaşadığımız, öne çıkan siyasi atmosferlerin hemen hepsinde önemli role sahip oldu. Gerek baskı sürecinin geriye itilip “içerme” politikasının öne çıktığı, yüzlerdeki maskelerin değiştiği süreçlerde, gerek ise tam gaz saldırı dönemlerinde üniversiteler ilk hedef olarak yerini aldı.
AKP’nin iktidar süresi boyunca ilk andan itibaren içerme gayesi ile yaklaşılan üniversiteler, AKP iktidarının üçüncü döneminde tamamı ile tasfiye edilme yönünde hamlelere maruz kalmakta. Üniversiteyi, üniversitenin tüm bileşenlerini, yapısını v.b, onu o yapan, kendisi kılan tüm değerleri içerip yok etmeye çalışan iktidar, her dönemde, her kritik dönemeçte saldırmanın bir yolunu buldu. Bu saldırı silsilesinin geldiği noktayı ise kendi bakanlıkları ile yapılan bir röportajda “ordu ve yargıdan sonra kalan mevzi” diye adlandırmaktan da geri durmadılar. Evet, meseleyi bu kadar açık hale getiren şey buydu; sokağın direngenliğini ve toplumsal muhalefetin öncülüğünü yürüten üniversiteler açıktan tasfiye edilmek istenilen alan olarak deklare edilmekte idi.
Bu denli saldırılan yükseköğretim, her dönemin açık hedefi haline gelmeyi “hak etti”. Bugün, sermayenin içine girdiği her yeni yönelimin ilk uğrağı olan üniversiteler, AKP’nin yandaş pazarının da açık hedefi halinde. Bugün taşeronlaştırmadan, özel güvenlik yöntemlerinin baskı ve saldırı politikalarına kadar her türden, her yönlü saldırıların uğrak noktası halini almış durumda. Bir başka bakış açısıyla yaşananları, siyasi süreçlerin birer yansıması olarak da görebiliriz. Ama esasında tüm bunlardan öteye, bu süreçte üniversiteleri ayrıştıran nokta ise üniversiteler direniyor.
Tasfiyeye karşı topyekun direniş!
Açık bir operasyon halinde yürütülen süreçte, iktidarın ve sermayenin hamlelerine karşı direnen üniversite, birçok alanda yürüttüğü mücadele ile kalıcı mevziler inşa etmekte. Elbette bu dirilik, yüzlerce üniversitelinin cezaevlerine konulması ile bastırılmaya çalışılarak karşılığını bulsa da, ODTÜ’de 25 Aralık’ta yeniden ve yeniden boy göstermesini bildi. Bu kadar yönlü saldırılara maruz kalan üniversite bileşenlerinin yürüttüğü mücadele, gün geçtikçe ortaklaşmakta ve tek vücut halini alarak sermayeye ve AKP’ye karşı duruş sergilemekte. İşte İTÜ’lü asistanların yürüttüğü süreç ve bunun genel üniversite muhalefetinde tuttuğu yer… İşten atılan işçilerin üniversite muhalefetinde tuttuğu yer… Tüm bunlar yeni mücadele evreleri olarak kazanımla sonuçlanarak ilerlemekte. Üniversiteyi içeriğinden yoksunlaştırarak, niteliksel ve niceliksel olarak tamamı ile tasfiye etmeyi hedefleyen iktidar, süreci kısa vade sürekli saldırılarla, uzun vadede ise ilmik ilmik örüp ilerlettiği bir başka saldırı evresi ile sürdürmekte. Yeni YÖK yasasında geri adım atan iktidar, bir başka kılıfla sürece dahil olacağı günü beklemekte. Kimsenin artık tek bir şüphesi yok, saflar net ve duruşlar keskin: Bir tarafta AKP ve sermaye, diğer tarafta ise üniversite bileşenleri… Durum öyle olunca genel siyasi ortamda yaşanan gelişmelere ev sahipliği yapan üniversiteler iktidar partisinin gücünü, etki alanını görüp test ettiği savaş alanı halini almakta.
Barış sürecinde de ilk hedef üniversiteler
Herkesin malumu ülke gündemini tamamı ile belirleyen en önemli süreçlerin başında gelen barış süreci, ülkedeki politika yapan tüm güçleri belirleyen, hizaya sokan, onlara bir gerilim yükleyen ve tercihe yönelten büyük bir güç olarak belli süredir tüm boyutları ile devrede. Sürece karşı duran güçlerin keskin tutumları ile başlayarak, kararsız kalanların genel ortamdan elenme boyutuna vardığı bu kritik dönemeç, sol sosyalist güçlerden tutun da düzen içi güçlere kadar belirleyici olmakta. Bir yandan havayı kapsayan liberal etki alanının iktidar destekli gücü, öte yandan sert çıkışlar ile Kürt karşıtlığı üzerinden başka bir kutbun inşası ve o hatta doğru kayışlar… İşte böylesi kritik bir süreçte değdiği yeri adeta “yakan” kimi güçleri ilelebet siyasi arenanın dışına itebilecek, kimi güçleri liberalize edebilecek bir dönüm noktasından bahsetmekteyiz. Bu süreç değdiği yeri, alanı siyasetin merkezine kadar çekip söz söyletebilirken, tam tersinden tarihin tozlu sayfalarına da gönderebilir. Ve işte sürece karşı duranların ve süreci destekleyenlerin ilk uğrak noktalarının başında ise yine üniversiteler yerini aldı. Gerek barışı anlatmak, gerek ise sürece ilişkin öfkelerini göstermek amacı ile üniversiteler hedef alınmış durumda. Eskişehir’de başlayan saldırı evresi, süreçte sessiz kalmış unsurları da (TGB) öne çıkartarak üniversitelilere saldırı gerçekleştirdi. Daha kimse ne olduğunu anlamadan Ankara’da devam eden saldırılarla süreç ilerledi. Bir başka yönüyle de üniversiteler barışı anlatan panel ve gösteriler ile de hareketli günlere kapılarını açtı.
Lakin geçen günlerde Dicle Üniversitesi’nde yaşanalar bölgeye dair oynanan politikaların önemli bir yansıması olarak ortaya çıktı ve gündemi belirledi. Barış sürecinin sarıp sarmaladığı atmosfer içerisinde buz gibi gündeme oturan bu olay, birden fazla noktası ile ele alınmayı gerektirmekte. Fakat hedefin, üniversiteler ve üniversiteliler olması ayrıca gündeme alınması gereken bir nokta. Uzun süre, üniversiteye yapılan bu saldırıya ilişkin dayanışma çağrısının yapılamaması ve sahiplenilmemesi ise işin eleştiri yapılması gereken bir başka boyutu.
ODTÜ’de başlayıp, süreç dahilinde yaşanan saldırılarla yıpratılan üniversite, bugün barış politikasının en gerilimli günlerinin yaşandığı günlerde yine hedef alan olarak belirlenmiş gözükmekte. Ve yine en gerilimli süreçte, en belirleyici saldırıların hedefi halini alarak süreçte önemli pozisyonu “hak etti”. Bugün her zaman atılan “Üniversiteler bizimdir” sloganı, kat be kat önem kazanarak gündemde hak ettiği yeri almak durumunda. “ODTÜ’den Dicle’ye üniversiteler bizimdir, bizimle özgürleşecek” demek, dayanışmak ve topyekun saldırıların hedefi haline gelen üniversiteleri savunmak, süreçte oldukça kritik bir noktada durmakta. Bugün “Devrimci Gençlik Köprüsü”nü hayata geçiren dayanışma ruhu ile, direnişi ve dayanışmayı yükseltmek, gerçek barışın sözünü söylemek/söyleyebilmek önemli. Bunlar ilk okunduğunda klasik, sloganvari kelimeler olarak gözükebilir. Fakat bölgede ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin en önemli belirleyici gücü olan barış sürecinin, üniversitelerde bu kadar boy gösterdiği, üniversitelilerin en net hali ile gelişmelere direk müdahil olabileceği anlardan geçmekteyiz, Ve bu anlar oldukça kritik bir yerde durmakta. Üniversite bileşenleri bu sürecin önemli bir söz söyleyeni olmak durumunda, tabi tüm bileşenler bu gerilimleri gören ve gözeten bir noktada durmalıdır. Üniversiteliler barışın gerçek sesi olarak birliği ve dayanışmayı yükselterek, üniversiteleri egemen güçlere ve zihniyetlere karşı savunarak süreçte gerçek birer özne olarak yerini almalıdır.
Barış Özer/Genç-Sen üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.