Geçtiğimiz şubat ayında Kürt hareketine ait bir medya kuruluşunda, İMC’de çalışanlar sendikalaşmak istediği ve televizyon yönetiminin buna karşı çıktığına dair haberler internet sitelerinde yer aldı. Hatta sendikalaşmaya çalışanlar, yaşadıkları “hayal kırıklığı”nı anlattıkları bir basın duyurusu da yayınladı. Sisteme karşı mücadele eden ve kuruluş amacı kapitalist bir işletme gibi kar olmayan bir kurumda, çalışanların yönetime karşı […]
Geçtiğimiz şubat ayında Kürt hareketine ait bir medya kuruluşunda, İMC’de çalışanlar sendikalaşmak istediği ve televizyon yönetiminin buna karşı çıktığına dair haberler internet sitelerinde yer aldı. Hatta sendikalaşmaya çalışanlar, yaşadıkları “hayal kırıklığı”nı anlattıkları bir basın duyurusu da yayınladı.
Sisteme karşı mücadele eden ve kuruluş amacı kapitalist bir işletme gibi kar olmayan bir kurumda, çalışanların yönetime karşı sendika örgütlemeye kalkışmaları, en azından Türkiye’de ilk kez görülen bir örnek. Ancak ilk kez görülmesi, bu sorunun dayanağını oluşturması muhtemel temel konuların yeni ve sadece olayın cereyan ettiği kuruma ait bir sorun olduğu anlamına gelmez.
Burada, İMC’deki tekil olayın eleştirisi, değerlendirilmesinden ziyade, bu olay vesilesiyle, Kürt hareketi de dahil, sosyalist hareketin televizyon, günlük gazete, radyo gibi mesleki profesyonel çalışma gerektiren ve aslında birer işletme olan kurumlarda (yazıda sadece “günlük gazeteler” diyeceğim) çalışanların hakları ve örgütlenme sorunlarıyla ilgili bir tartışma yürütmeye çalışacağım.
Bu sorun, Kürt hareketinin bir kurumunda yaşanmış olması itibariyle bazı sosyalist çevrelerde refleks olarak o kurumların pek de solcu olmayışlarının doğal sonucu ya da kanıtı gibi görülebilir. Dolayısıyla sosyalistlere değil de Kürt hareketine, “milliyetçiliğine” vb. ait bir sorun sayılabilir. Eğer sosyalistlerin sahipliği ve yönetimindeki medya kuruluşlarında, örneğin günlük gazetelerinde, sendika örgütlenmesi söz konusu olsaydı, böyle bir şey belki ileri sürülebilirdi. Ancak bundan söz edilemeyeceği ortadadır. Tabii ki burada sözü edilen sendikalaşma, çalışanların sendika üyesi olabilmesi konusu değildir, -bu zaten hep mümkündü- ücret vb. gibi haklarıyla ilgili idareye karşı sendikalaşmalarıdır. Sorun böyle ele alındığında, hemen tekil olmaktan çıktığı, sosyalist harekete ait olduğu ve karmaşıklaştığı görülür.
Peki sosyalist bir gazetede, çalışanların yönetime karşı bir sendikal örgütlenmeye kalkışması mümkün mü? Ne anlama gelir? Bu sorular nasıl yanıtlanabilir?
Cevap mahiyetinde şöyle de sorulabilir: Bu gazeteler, zaten sisteme karşı mücadele eden siyasal bir örgütlenmenin parçasıdır; insanlar, bu siyasal çalışmada herhangi bir zorunlulukla (örneğin ekonomik) değil, gönüllü yer alır. Bu kurumlar da onlarca, yüzlerce hatta binlerce insanın gönüllü çabaları, katkıları sonucu ortaya çıkmıştır. Öyleyse, bir amaç için gönüllü olarak bir araya gelmiş insanların kendi yarattıkları kurumlarda hak aramaları akıldışı değil mi?
Nitekim İMC olayında, yöneticilerin sendikalaşmayı “televizyonu yıkmaya dönük bir çaba” görmeleri, “sendika ağalarıyla mı pazarlık edeceğiz” diye sormaları, temelde böyle bir genel algılayışın ürünü olduğu söylenebilir. Ama öte yandan sendikal hakları savunan bir kurum olarak, kendi çalışanlarının sendikalaşmasını önlemenin yarattığı çelişki de aynı yöneticileri “biz sendikanın örgütlenmesine karşı değiliz” demek zorunda bırakmıştır. Demokratik hak ve özgürlükler için savaşım veren bir kurum sendikaya karşı olduğunu nasıl söyleyebilir? Ve çoğunluğunu sosyalist çevrelerden gelen insanların oluşturduğu, kanala seçilerek alınmış çalışanları bu yola sevk eden nedir? “Hayal kırıklıkları” neyi anlatmaktadır?
Bu gibi soruları, son yirmi yıl içinde artık sürekliliğiyle kurumlaşmış sayılabilecek sosyalist gazetelerin kurucularının sorduğunu, bir yanıt aramaya çalıştığını düşünmek yanıltıcı olur. Her şeyden önce alışılagelmiş görüş açıları, sosyalizm algısı bunu olanaksız kılar gibidir. Ancak başka bir pencereden bakıldığında, çelişkiler, tutarsızlıklar göze çarpabilir ve çözüm için birtakım olanaklar doğabilir. Bu yüzden köklü bir yaklaşım geliştirmek şarttır.
Bu kurumlarda geleneksel anlamıyla sendika geri bir yerde durur. Buralarda çalışanların çok daha ileri örgütlenme biçimlerine ihtiyaç vardır: Yayın politikasından idari-mali yapının yönetimine katılmaya ve denetlemeye, yöneticileri seçme ve görevden alma haklarına, mülkiyetin sahipliğine uzanan birçok kolektif ve demokratik mekanizmaların kurulmuş olması gerekir. Bu da yalnızca çalışanların değil yöneticilerin ve kurumun sahibi siyasi grupların da sorunudur. Bir kapitalistin sahip olduğu medya kuruluşuyla sosyalistlerin sahipliğindekini kesin biçimde ayıran şeyler, yayın çizgisinden başka kurumun iç yaşamını, mülkiyet ve yönetim yapısını düzenleyen bu türden pek çok köklü önlemler olabilir.
Kategorik olarak kapitalist medya kurumlarından ayrılan bu muhalif kuruluşların (Gündem-İMC, Evrensel, Aydınlık, Birgün, Sol) siyasi çizgileri itibariyle birbirinden farklı hatta zıt grupların sahipliğinde olmalarına karşın karakteristik ortak özellikler gösterir. Kuruluş amaçları, parti-örgüt yayın ilişkisi, yönetme-yönetilme ilişkileri, piyasadaki konumlanışı, çalışanların özellikleri ve çalışma kültürü itibariyle benzer özellikler gösterdikleri kolayca gözlemlenebilir. Karşı karşıya kaldıkları sorunlar bile benzerdir: Kronik tiraj düşüklüğü, mali güçlük, çalışanların statüsünün belirsizliği (gönüllü mü profesyonel mi), sigortalılık sorunu, ücretlerinin ödenememesi ya da yoksulluk sınırının altında kalması, sürekli yetişmiş eleman kaybı nedeniyle habercilik ve görsellikte kalitesizliğin süreklileşmesi…
Her birinin siyasi bir grubun sahipliğinde oluşları, bu gazetelerin önceliğinin siyasi grubun politik amaçlarıyla – “daha geniş kesimlere ve kitlelere ulaşabilme” isteği gibi- bağlantılı olduğunu gösterir. Kısacası bir politik araçtır söz konusu olan.
Ama burada alışılagelmiş politik faaliyetten tamamen farklı unsurlar devreye girer: Kapitalist piyasa koşullarında ticaretle uğraşan, kar-zarar, gelir-gider hesapları yapan işletme ve bu işletmede mesleki profesyonel çalışma. Politik bir çalışmada görülemeyecek “mal alışverişi”, “kar-zarar”, “ücretli çalışma”, “mesleki beceri” gibi unsurları bu işletmeler, herhangi bir kapitalist işletme gibi içinde barındırır. Sosyalistlerin burada bir işletme sahibi oldukları ve bu işletmenin kendine has özellikleri karşısında ne tür bir yaklaşıma sahip olmaları gerektiği gerçeği es geçilmiştir. Bu gerçeğin es geçilmesi, gerçeğin ve onun ürettiği zorunlulukların üstesinden gelindiği anlamına gelmez, tersine zorunluluklara boyun eğmeyi, dolayısıyla kurum içi yaşamda tutarsızlık ve çelişkilere, ideolojik kırılmalara nesnel zemin hazırlar.
Burada yöneticilerin ve çalışanların gazetecilikle ilgili sık sık karşılaştıkları çelişki, siyasi görüşlerini duyurma arzusu ile haberciliktir. Siyasi görüşlerin kaleme alınması için özel bir çaba, maliyet, mesleki yetenek gerekmez, ancak haber için bir gazetecinin sahip olduğu özelliklerin yanı sıra işletmenin bu haberi finanse edebilme gücü gerekir. Maliyetler arttıkça mesleki işlerin yerini giderek görüşlerin kaleme alındığı gazetecilik deyimiyle “takla attırılan haberler” alır; ve gazete bizzat parti/üye ve taraftarlarının hatta yöneticilerinin dahi okumadığı gazeteye dönüşür (Bu konuda bir fikir edinmek için bu gazetelerin tirajlarıyla parti/örgütlerin üye-taraftarları rakamlarını karşılaştırmak yeterlidir). Aslında başlangıçtaki amaçtan tam tersi sonuca ulaşılmıştır. Son 20 yılın pratiği, parti/örgütlerin günlük gazete deneyimlerinin başarısızlığını tescil eder.
Ama tiraj ve habercilik başarısızlığından daha önemlisi, ideolojik olanıdır. Bu kurumlar, çalışma koşulları, sosyal haklar, demokratik işleyiş (çalışanların yayın yönetmenini seçme, idari ve yayın politikasını denetleyip belirleyebilme vb.), adalet, eşitlik, kolektivizm gibi sosyalizm, yeni toplum iddiasının kilit kavramlarına karşılık düşen alternatif pratikler yaratamamış olmalarıdır. Reel sosyalizmin enkazı, sosyalizm iddiasındakilere bu sözcüklerin her biri için çok daha ciddi, titiz yaklaşımlar ve pratik deneyler geliştirme yükümlülüğü getirdiği de unutulmamalıdır.
Tek amaçları mesleklerinin ve “muhalif”, “devrimci” ya da “sosyalist” kimliklerinin ahlaki sorumluluğunu yerine getirmek olan yüzlerce çalışan, sıkıştırılmış oldukları bu koşullar nedeniyle ya mesleği bırakmış ya da kapitalist medyada geçimini aramaya koyulmuştur. Bu durum yıllardır bir kader gibi işleyip durmuştur.
Burada sosyalistlerin göz ardı ettiği şey, “mal” alıp satan, “kar-zarar” hesabı yapan ve “ücretli eleman” çalıştıran bir işletmenin sahipliğini yapıyor olmalarıdır. Herhangi bir politik faaliyette görülemeyecek bir şey söz konusudur. Bütün bunlardan bu yazının varmak istediği sonuç sosyalistlerin, kirli bir alana el atmış oldukları ve o yüzden de kapitalizm tarafından kirlenecekleri değildir. Tersine bu işletmeler, sosyalistlere, yeni toplum iddialarını sınayacakları bir imkan sunuyor. Temel soru, kapitalist piyasa koşullarında sosyalistlerin sahip olduğu işletmelerin hangi ilkelerle nasıl var olacağıdır?
Ama bu sorudan önce de sorulması gereken başka bir soru daha vardır, o da asıl niyetin, amacın ne olduğudur. Siyasi örgüt/partinin görüşlerini daha geniş kitlelere ve kesimlere ulaştırmanın politik bir aracı mı yoksa sermayeden bağımsız güçlü bir devrimci gazete mi? Bu sorulardan hangisine öncelik veriliyorsa gazetenin kurgusunun da ona göre olacağı bellidir. Gazeteleri birer politik araç görenler, diğerini de yarattıkları iddiasındadır; tıpkı onlarca proletaryanın öncüsü ya da temsilcisi iddiasındaki örgüt/partiler gibi. Bunun “kendinden menkul sosyalist”lik olduğu açıktır.
Bu yazının iddiası bu iki amacın birbiriyle karşıt olduğu, öyle kolayca uzlaşamayacağı, “sermayeden bağımsız güçlü bir devrimci gazete”nin amaçlanması halinde her şeyin bambaşka gelişeceğidir. Örneğin böyle bir gazete kurgusunun nasıl olabileceğine dair cevap arayacağı sorular değişecek, siyasi grubun tasarruflarından başka konular, mülkiyet, yayın ilkeleri, iç yaşamın düzenlenmesi, ücretler, çalışanların yayın ve idari katı denetleme, seçme ve görevden alma gibi elzem konular öncelikli yerlerini alacaktır.