Bu günlerde en sık duyduğunuz şey başlıktaki soru mu? İnsanlar işine gelmediğinde veya hoşuna gitmeyen bir şey duyduklarında omuzlarınıza ”barış, kardeşlik” vb. kavramların ağır yükünü atıp ”susmanızı’ mı istiyorlar? O vakit bizdensiniz, çünkü hiçbir barış ”susarak” veya biat ederek gelmez. Biz bilmeyiz ”başkan/başbakan” bizim yerimize düşünmüştür demekle de… Barış-kardeşlik-özgürlük gibi sözcükleri nesnel koşullardan-sınıfsal zeminden ayırarak […]
Bu günlerde en sık duyduğunuz şey başlıktaki soru mu? İnsanlar işine gelmediğinde veya hoşuna gitmeyen bir şey duyduklarında omuzlarınıza ”barış, kardeşlik” vb. kavramların ağır yükünü atıp ”susmanızı’ mı istiyorlar? O vakit bizdensiniz, çünkü hiçbir barış ”susarak” veya biat ederek gelmez. Biz bilmeyiz ”başkan/başbakan” bizim yerimize düşünmüştür demekle de…
Barış-kardeşlik-özgürlük gibi sözcükleri nesnel koşullardan-sınıfsal zeminden ayırarak içi boş soyut bir kavram olarak kullanmak devrimcilerin değil ”emperyalistlerin” işidir. Örnek mi? ABD’nin Ortadoğu’ya ”özgürlük” getirmesi olabilir mi? Özgürlük düşmanları insanlara acıdan başka bir şey getirmezken emperyalistler neden bahsediyor özgürlük diye? ”İleri demokrasi” mesela? Faşizmin doruklarında gezen bir iktidar neden hep ”demokrasi”den bahseder? Ne yapalım? ”Demokrasiye karşı oluruz aman ha” deyip susalım mı?
Bugün adına ”süreç” denip, ”birileri” tarafından, torpil patlasa ”aman sürece zarar gelmesin” açıklamaları ile sunulan ”barış” sözcüğü de anlamı dışında pazarlanıyor olmasın? Üstelik avantajı da var: ”Dur bakalım” diyen çıkarsa atlarsın hemen ”yoksa sen barışa karşı mısın?”, ” ne yani sen akan kanın durmasını istemiyor musun?” diye… Ya “yetmez ama evet” ruhu “barışa evet” sloganı ile reenkarnasyona uğratılırsa ne yapacağız?
Kimse kusura bakmasın, halktan gizli kapaklı, istihbarat şefleriyle, pazarlıklarla halk için ”barış” yapılıyorsa, 3-5 sayfa tutanak sızdı diye yeri yerinden oynatanlar, gazetecileri kovduranlar ve buna destek verenler ‘’halka barışı sunuyoruz’’ diyorlarsa, şüpheci olmanın karşılığı ”barış karşıtı, şovenist veya ulusalcı” etiketi olamaz.
Daha bir kaç ay önce meydanlarda ”millet idamı geri istiyor” diye bağıran adam ne oldu da ”barışsever” oldu bunu sorgulamayalım mı?
Başkanlık sistemi için MHP ve CHP’den aradığını bulamayacağı belli bir AKP’nin ”barışının” köprüyü geçene kadar olduğu ihtimali üzerinde durmayalım mı?
Roboski’de çoluk çocuk demeden herkesi katledenlere, binlerce kişiyi hapislere tıkanlara ”hayırdır bu barış nerden çıktı” demeyelim mi?
Her gün birlik-beraberlik ve kardeşlikten bahsedenlerin aynı anda Kürtlerin katillerini nasıl akladığını hatırlatmayalım mı?
Zamanında Kürt hareketine karşı doğuda şeriatçı örgütleri destekleyen, katliamlara göz yuman iktidarların şimdi ”ılımlı İslam’a” geçince taktik değiştirip neden ”ılımlı” yoldan bölge için tekrar muhafazakârlık-dindarlık üzerinden Yeni Osmanlıcı bir ”tutkal” hazırladığını afişe etmeyelim mi?
Kısa süre önce bunlar dinsiz, Zerdüşt derken ne oldu da iktidar bloğu hep bir ağızdan binlerce yıllık ”din kardeşliğimizden” bahseder oldu çözmeyelim mi?
Bir yandan özgürlükten bahsederken bir yandan da ”Şeriata gidelim” diyen kişilerin ”İslam bayrağı” altında Sünni bir diktatörlüğe varabilecek yolun taşlarını döşememesi için ”aman ha dostlar” diye uyarmayalım mı?
AKP’nin İmralı ile masaya otururken aynı anda Kürt hareketi içinde kendilerine sorun çıkarabilecek kanata mensup üyeleri emperyalizmin desteği ile tasfiye edip (Paris suikastları neden yapıldı?) “kendi” barışını dayatmasını ve bu “barışı” da ancak ve ancak Kürt hareketi ile sol-sosyalist blok arasındaki bağı kesip “din kardeşliği” üzerinden birleşme ile tasarlayabileceğini duyurmayalım mı?
Fethullah Gülen Kürtler için zamanında ”Köklerini Kes-Kurut” şeklinde fetvalar vermişken, bugün yargının içindeki en büyük yapılanmanın cemaat olduğu, KCK dahil tüm davaların yine cemaat eli ile düzenlendiği gün gibi ortada iken ”Okyanus ötesine” İmralı’dan giden selamların nedenini merak etmeyelim mi?
Misak-ı milliye sınırlarına neden hep bir ağızdan vurgu yapıldığını, Cemaate ”Ortadoğu için birlikte çalışabiliriz” teklifini, kimi BDP vekillerinin AKP Dışişleri Bakanı ağzından çıkmışçasına ”büyük Türkiye” açıklamaları yapabilmesini, konuyu Suriye-Irak-İran üçgeninde düşünmeyi ”ulusalcı” hezeyan diye es mi geçelim?
Bu ülkenin solcuları, sosyalistleri, gerçek yurtseverleri olarak bugüne kadar ”yoldaş” bellediğimiz Kürt kardeşlerimizin tüm acılarına ortak olduk, ”barışına” da oluruz ancak, ”Kürt halkının meşru taleplerinin yanında, AKP diktatörlüğünün karşısındayız” diyerek aktif rol oynayıp, alanı boş bırakmadan ”dostça önerilerde” bulunmayalım mı?
”Barışçı çözüm Said-i Nursi’de” diye akıl veren zatların ”Akil Adamlar ” olarak karşımıza çıkarılmasına söyleyecek bir çift lafımız olmasın mı?
Sınıfsal mücadele ve bununla ilgili taleplerin eksik kaldığı bir sürecin gerçekten barışa ulaşamayacağını, emek-ekmek kavgasını yükseltmeden gerçekten kimliksel hakların da elde edilemeyeceğini ”sürece zarar” gelir diye belirtmeyelim mi?
Binlerce kişinin Newroz’u kutladığı Amed’de, herkes kutlama alanına ve Öcalan’ın mektubuna odaklanmışken, alanın girişinde 1 haftada yaptığı satışı 2 saatte yapmanın verdiği mutlulukla gülen seyyar satıcı emekçinin barış ve ekmek mutluluğunu daim ve gerçek kılmanın bizim asıl ”sürecimizin” dışında olmadığını anlatmayalım mı?
Sorular çoğaltılabilir. Bilmiyorum, belki bu kadarıyla bile “sürece” zarar vermişizdir “bazılarına” göre ancak sorgulanmayan “barış” yeni “savaşlar” getirecekse kimse sosyalistlerden “pasif” bir rol oynamasını beklemesin. Evet, silahlar sussun, diyaloğun önü açılsın, tüm zıt fikirler çarpışsın ve “gerçek” barışın adımları atılsın. Bunu tüm kalbi ile isteyen dün de sosyalistlerdi bugün de. Üstelik türlü etiketlere maruz kalmak pahasına.
Ne için?
İçi boş hayallere kapılmadıkları için.
Kürt halkının meşru taleplerinin her zaman yanında oldukları için.
Ama aynı zamanda işin kolayına kaçıp “kuyrukçuluğu” kabullenmeden kendi programları çerçevesinde emeğin mücadelesini “barış” ekseninden ayrı tutmadıkları için.
Şimdi birileri yine susmamızı istiyor, “sen barışı istiyor musun?” diye sorarak.
Evet ama yetmez diyorum… Barış için çaba sarf etmek, bu sebeple aktif bir rol oynamak ve sahte bir barışa karşı süreci sorgulamak gerek.
Onur Aksoy
onur@brezil.net
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.