Âdem’in kaburga kemiği yaratamadı Lilith’i ve bir parçasından var edemedi hiçbir kadını hiçbir erkek. Ve o günden bu yana hiçbir tanrıya ihtiyaç duymadı tanrıçalar. Kendinden var olan kadını yine kadın kendisi doğurdu; dipdiri ve taptaze. Lilith’in kızları analarının isyanıyla süre geldi bugüne değin. Erkeğin kurmaya çalıştığı patriyarkal düzene karşı yeryüzüne başkaldırının ilk tohumlarını attı Lilith. […]
Âdem’in kaburga kemiği yaratamadı Lilith’i ve bir parçasından var edemedi hiçbir kadını hiçbir erkek. Ve o günden bu yana hiçbir tanrıya ihtiyaç duymadı tanrıçalar. Kendinden var olan kadını yine kadın kendisi doğurdu; dipdiri ve taptaze. Lilith’in kızları analarının isyanıyla süre geldi bugüne değin. Erkeğin kurmaya çalıştığı patriyarkal düzene karşı yeryüzüne başkaldırının ilk tohumlarını attı Lilith.
Bir kadının üstünlüğü, (hele ki bu üstünlük Adem’e karşı ise) kabul edilir şey değildi, affedilir şey değildi. Bir bir yeşeren ve düzenin bağrına sarmaşıklar gibi dolanan tohumların anasını “ifrit” ilan etmek bu yüzden kaçınılmaz hale geldi. Lakin kaçınılmaz olan bir şey daha vardı: Lilithler doğdu, Lilithler doğurdu. Erkeğin itaat istemine karşın itaatsizliği seçen nice Lilithler… Kiminin ismi Şefika oldu, kiminin Zülfü, kiminin Sahaaleh, kimininse Sarai… Dini, dili, teni, ırkı fark etmeksizin dünyayı sarmaladılar. Sarmaladıkça da hunharca budandılar, budandıkça sarmaladılar, sarmaladıkça…
“Sırtından sopanın, karnından sıpanın eksik edilmediği” kadının bu denli başkaldırısı tahammülsüzlüğü de beraberinde getirdi. Onu sıkıştırıp, içerisine hapseden kalıpları bir bir kırdıkça, önüne set gibi serilen duvarları yıktıkça daha da çok korktular ondan, yeri geldiğinde dayakla, kinle, öfkeyle, nefretle susturmaya çalıştılar, yeri geldiğinde canına kastetmeye yeltendiler. Nazım’ın da dediği gibi “soframızdaki yeri, öküzümüzden sonra gelen kadınlar, bizim kadınlarımız” kocasından, erkek kardeşinden, devlet babasından(!), evdeki babasından şiddetin, tacizin, tecavüzün, nefretin bin bir türlüsüyle karşılaştı. Erkeğe bağımlı hale getirilip, sömürülüyle yoğrulmak istenen kadının varlığı şöyle dursun, adı bile tahammülsüzlük sebebi oldu. Cennetten def edildiği gibi, bakanlıktan da def ediliverdi asırlar sonra, çok sonra. Yıllar değişti, yüzyıllar değişti, ama kadına biçilen kader değişmedi.
Ve yine erkek karar verdi kaç çocuk doğuracağına, nasıl doğuracağına kadar. Sömürünün dozu arttırıldı; üç çocuk yetirilemedi, beş çocuk doğursun dendi. Doğursun ki, dizini kırıp da evinde otursun istendi. Kocasının yanı olan, bulaşığına, çamaşırına, ütüsüne bir o kadar aşina olduğu evinde. Oysaki Tara, Astarte, Kwan Yin gibi İnanna gibi otoriteye, ataerkilliğe karşı çıkan tanrıçalar vardı tarihin uygarlığında. Biat etmeyen, boyun eğmeyen, nice tanrısız tanrıçalar…
8 Mart’a Doğru
Kadın kimdir sorusu cevabı bir o kadar basit, bir o kadar da muamma olan bir sorudur. Kadın ne bir ana, ne bir eş, ne bir ev hizmetçisi, ne de sillenin dönüp dolaşıp kendine yer bulduğu bir adrestir. Kadın akşam saatlerinde sokakta işi olmayan, sokağa çıktığında ise taciz edilecek, tecavüze uğrayacak, bu da yetmezmiş gibi bu çürümüş zihniyeti meşru kılacak olanların sandığı kadın değildir.
İktidar ilişkilerinin kelepçe vurarak tutsak etmeye çalıştığı kadın kendini sönümlendirmeye çalışan iktidar politikaları karşısında uzun yıllardan beri var oluş mücadelesini sürdürmekte ve çeşitli şiddet politikalarına karşı özgürlük arayışına devam etmektedir. Toplumsal düzen içerisinde kadının bu arayışı ve başkaldırısı düzen bozucu bir unsur olarak görülmüş ve kadın kimliği militarizmin çizdiği sınırlar doğrultusunda bir konuma oturtulmaya çalışılmıştır. Ataerkil, cinsiyetçi, ırkçı iktidar biçimleri kadın üzerinden yeniden üretilerek, toplumda yer edinmektedir. Ataerkil yapının zeminini meşru kılan söylemlerde yine kendine hedef olarak kadın kimliğini seçmektedir. Kadın toplumsal cinsiyet rollerine uymalıdır ki düzenin devamı sağlanabilsin, iç içe halkalar haline geçen iktidar ilişkileri güçlü bir zincir halinde varlığını idame ettirebilsin. Baba, eş, sevgili, abi, kardeş, amca, dayı… Sıfatlar ne denli değişirse değişsin kadının ezmişliği de aynı oranda değişimden yoksundur.
8 Mart’ın yaklaştığı şu günlerde dünyanın dört bir yanında sokaklar, meydanlar binlerce kadının sesine, soluğuna ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Ataerkil düzen içerisinde sindirilmeye, erkeğe tabi ve bağımlı kılınmaya çalışılan, ezilmişliği günden güne artırılan kadınlar için bugüne biçilen tarihsel önem şüphesiz apayrıdır. Kadını kadın yapan, onu var eden ne erkektir, ne de eril sistemin bağrında yeşerip, tarihe çöreklenmiş olan devlet. Kadın var olma savaşını yine kendinden aldığı güçle, kız kardeşleriyle omuz omuza sürdürmektedir ve sürdürmeye devam edecektir.
*Üniversiteli Kadın Kolektifi üyesi