TBMM 10 yıl önce dün, henüz Başbakan olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP grubundaki tersi telkinlerine rağmen o meşhur ve meşum tezkereye ‘hayır’ dedi. O gün tezkereyi savunanlar umarım bu sürede Irak, Türkiye ve tüm bölgede yaşananlardan dersler çıkarmış ve tezkere geçmiş olsaydı bugün Türkiye’nin nasıl bir konumda olduğunu doğru şekilde değerlendirmiştir. Çünkü bu süreçte başta […]
TBMM 10 yıl önce dün, henüz Başbakan olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP grubundaki tersi telkinlerine rağmen o meşhur ve meşum tezkereye ‘hayır’ dedi.
O gün tezkereyi savunanlar umarım bu sürede Irak, Türkiye ve tüm bölgede yaşananlardan dersler çıkarmış ve tezkere geçmiş olsaydı bugün Türkiye’nin nasıl bir konumda olduğunu doğru şekilde değerlendirmiştir. Çünkü bu süreçte başta Türkiye olmak üzere bu coğrafyada çok önemli gelişmeler yaşandı. Örneğin Irak artık asla eski Irak olmayacak. “Irak’tan sonra sıra Suriye’ye gelecek” diyen Bush’un sözlerini Obama yerine getirdi.
1 Mart’ta tezkereye ‘hayır’ diyen ve herkesi şaşırtan Türkiye ise bu aralar çok farklı konumda. Tezkereye ‘hayır’ dediği için Suriye, İran ve bölgedeki Amerikan işbirlikçisi ülkeleri bile şaşırtan Ankara on yıl önce şaşırttığı bölge ülkeleriyle şimdi farklı ve dengesiz bir ilişki içinde.
ARTIK TERS DÜŞÜYOR
Örneğin Suriye, İran, Irak ve Lübnan ile ilişkiler. ‘Arap Baharı’ ile farklı bir rüzgar yakaladığını düşünen Ankara, 1 Mart Tezkeresi’nin avantajlarını unutarak şimdi artık farklı denklemlerin içinde şaşırtıcı politika yürütüyor. Bu kolay değil ve olmayacaktır. Çünkü söz konusu olan Ortadoğu denilen coğrafya. Çünkü 1 Mart’ta tezkerenin reddedilmesiyle farklı bir hava yakalayan ve sonraki yıllarda bu hava ile bölgedeki tüm ülke ve halkların ilgisini çeken, hayranlık uyandıran ‘farklı ve ilginç Türkiye’ bugün artık o farklılığının gölgesinden kurtularak kendi çizgisini belirlemeye çalışıyor. Bunun için de ister iç ister dış politikada olsun, geleneksel müttefikleriyle ters düşüyor.
Suriye konusunda Fransa ve Almanya ile sıkı işbirliği yapan Ankara bu ve benzeri ülkelerin AB, Kıbrıs ve PKK gibi konularda Türkiye karşıtı politikalarını da kollamak zorundadır. Almanya Başbakanı Merkel’in son Türkiye ziyaretinde bunu yakından gördük.
KERRY’NİN MESAJI
ABD ile ilişkilerse çok farklı ve anlamlı. Tezkerenin onuncu yılında Ankara’da olmayı seçen Dışişleri Bakanı Kerry belki de bununla hükümete farklı mesajlar vermek istemiştir. Türkiye ile direkt ilişkiler boyutunu bir yana bıraksak bile Moskova ile anlaştığı söylenen Kerry’nin Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na Suriye konusunda söylediği her kelime bu anlamda çok önemlidir. Önemlidir çünkü Suriye’de siyasi çözüm isteyen bir Kerry ve patronu Obama bunu engelleyecek herkese ‘geri çekil’ diyecektir.
Esen havaya bakılırsa şu anda bir tek Ankara siyasi çözüme karşı duruyor gibi. Katar ve Suudi Arabistan’ı saymıyorum, çünkü o ülkelerin kral ve şeyhleri ABD talimatıyla hareket ederler. Obama’nın hatta daha alt düzeyde bir Amerikalı’nın bir tek telefonuyla ortadan kaybolurlar.
Ankara ise farklı konumda. Öyle olmasaydı Başbakan Erdoğan katıldığı bölgesel ve uluslararası platformlarda Batı’ya yüklenmez ve BM’ye sert eleştirilerde bulunmazdı. Böyle olmasaydı Başbakan Erdoğan’ın Medeniyetler İttifakı Forumu’nda söyledikleri İsrail, ABD, ABD’deki Yahudi lobisi, BM ve bazı Batılı başkentlerde çok sert tepkilere yol açmazdı. Öyle olmasaydı Başbakan Erdoğan bu haklı sözlerini içten dillendirmezdi. Çünkü Erdoğan’ın deyimiyle “Siyonizm, antisemitizm, faşizm gibi İslamofobi’nin de bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz bir hâl almıştır”.
Davutoğlu’nın Kerry ile yaptığı basın toplantısında ABD’li bir gazetecinin ilk sorusunun bu konuda olması her şeyi açıklıyor. Çünkü her şeye rağmen ABD için önemli olan hep İsrail’dir. Başbakan Erdoğan’ın İsrail konusundaki ideolojik ve siyasal yaklaşımı ise herkesçe malum, Geriye, bu yaklaşımla Ankara’nın ABD ve Batı ile ilişkilerini dengelemek kalıyor.
Üstelik bölgede bir ‘Arap Baharı’ var ve bu ‘bahar’la iktidara gelen Müslüman Kardeşler, Erdoğan’ı örnek ve model olarak görüyor
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.