İmralı’ya ikinci heyetin gitmesinden sonra, gündem oldukça hareketlendi. Öcalan’ın Kürt siyasal dinamiklerine gönderdiği mektuplar ve çözüm projeleri Türkiye’nin ana gündemi oldu. Bilindiği gibi Öcalan’ın BDP, Kandil ve Avrupa’ya yazdığı mektuplar heyetlerce yerine ulaştırıldı. Kürt siyasal dinamikleri ön değerlendirmelerinde, müzakerelerde bütünlüklü olarak Öcalan’ın arkasında durduklarını ifade ettiler. Tabii İmralı görüşme notlarının dışarıya bir ‘operasyonla’ deşifre edilmesi […]
İmralı’ya ikinci heyetin gitmesinden sonra, gündem oldukça hareketlendi.
Öcalan’ın Kürt siyasal dinamiklerine gönderdiği mektuplar ve çözüm projeleri Türkiye’nin ana gündemi oldu.
Bilindiği gibi Öcalan’ın BDP, Kandil ve Avrupa’ya yazdığı mektuplar heyetlerce yerine ulaştırıldı.
Kürt siyasal dinamikleri ön değerlendirmelerinde, müzakerelerde bütünlüklü olarak Öcalan’ın arkasında durduklarını ifade ettiler.
Tabii İmralı görüşme notlarının dışarıya bir ‘operasyonla’ deşifre edilmesi bir olumsuzluktur. Ama dünyanın sonu da değildir.
Kaldı ki Öcalan’ın görüşlerinin halkla buluşmasından daha doğal ne olabilir ki?
Çünkü müzakerelerin şeffaf olacağı, ta başından ifade edilmişti.
Ancak zamanı geldiğinde açıklanacak olan bir bilginin, BDP’nin iradesi dışında ‘kaçırılıp’ ‘açıklanması’ elbette sorundur.
Bu durum kurumlarda güvenlik zafiyetinin enine boyuna değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Gerek Avrupa da gerekse Türkiye’de birileri kurumların merkezlerine kadar ulaşabiliyorsa, insan öldürüp, bilgi çalabiliyorsa, bir güvenlik ve disiplin sorunu olduğu ortaya çıkar.
Çünkü böylesi hassas süreçlerde bu tür sızmalara karşı, kurumların disiplini, güvenliği esas almaları gerekir.
Kaldı ki basında açıklanan belgelere bakıldığında, kamuoyu açısından sır sayılabilecek bir bilgi olduğu kanısında değilim.
Nihayetinde açıklananlar Kürt siyasal hareketinin, Öcalan’ın öteden beri savunduğu talepleridir. Ve zaten Öcalan’ın bu düşünceleri her şekilde kamuoyunda tartışılmaktadır.
Hükümet çevreleri, Başbakanın sızan İmralı görüşmelerini ‘milliyetçi’ cereyandan korkarak ‘güven zedelenmesi’ olarak tarif etmesi, bu korkuların yersiz olduğunu göstermiştir.
Nitekim görüşme tutanaklarının yayınlanmasından sonra, ülkede kıyametin kopmadığı da görüldü.
Elbette bu sürecin çeşitli tehlikelerle dolu olduğu, her kes tarafından ifade ediliyordu.
Statükocu ırkçı çevrelerin süreci sabote etmek istedikleri zaten bilinmeyen bir şey değildi.
Zira MHP, İP, BBP gibi çevrelerin tüm kışkırtmalarına rağmen, halkın süreci desteklediği ve kışkırtmalara gelmediği ortaya çıkmıştır.
Son zamanlarda Baykal’ın ruh ikizliğini yapan Kılıçdaroğlu, CHP’nin kronik tekçi anlayışı ve yanlış muhalefeti yüzünden boşa çıkmış ve giderek milliyetçi argümanlara yaslanır olmuştur.
Ancak milliyetçi ve ırkçı cenahın müzakerelerin sona ermesi için yürüttüğü çabalar, toplumdan gerekli karşılık bulamamıştır.
Çünkü halk akan kanın artık durması ve acıların sona ermesini istiyor.
Ama toplumun bu yaklaşımına rağmen, Başbakan barış sorununa ikircikli yaklaşmaktadır.
Yapılan açıklamalara bakıldığında; her şey bitti, bitecek, gerilla çekildi, çekilecek, silah bırakacak, hatta Kandil dağıtılacak gibi söylemler havada uçuşuyor olsa da gerçek öğle değil.
İmralı’da atılacak her adımın bir karşılığında bir adım atılmadan sürecin ilerlemesi mümkün görünmemektedir.
Otuz yıldır dağlara çıkan insanların kandırılacağı ve ufak bazı tavizlerle dağdan indirileceği düşünülüyorsa, bu büyük bir yanılgı olur.
Kürtlerin toplumsal hakları anayasal garanti altına alınmadan, bir milim yerlerinden oynamayacakları açıktır.
Dolayısıyla müzakere sürecinin sağlıklı yürüyebilmesi için hükümetin bir taraftan somut adımlar atarken güvene dayalı bir süreç tesis edilmesi şarttır.
Kısacası ‘Güven’ bu sürecin en sihirli sözcüğüdür.
Karşılıklı güven olmadan süreç ilerleyemez.
Örneğin bir taraf ateşkes için koşullar yaratmaya çalışırken devlet operasyon, tutuklama ve bombalamalar yapıyorsa, bu bir güven kaybıdır.
Roboski katliamının üstü örtülüyorsa, burada güvenden vicdandan bahsedilemez.
Karadeniz’de HDK heyetine, milletvekillerine saldırı yapılırken hiç bir işlem yapılmıyorsa, burada da güvenden söz edilemez.
Yine 4. yargı paketi ile özgürlük alanları genişletilecek denilirken, eğer “dağ fare doğuruyorsa” burada da samimiyetsizlik ve güvensizlik söz konusudur.
Elbette Kürt siyasal hareketi hükümetin bu pratiğine güvenmeyecektir.
Ve bu nedenle de temkinli davranacaktır.
Çünkü hükümet sürekli bir adım ileri, iki adım geri atıyor.
Pragmatist ikiyüzlü bir politika izliyor.
Anlaşılan hükümetin elinde henüz bir çözüm projesi bile bulunmamaktadır.
Kafa karışıklılığının da bundan kaynaklı olduğu kanısındayım.
Sonuç olarak; barış müzakere süreci ikircikli yaklaşımlarla, güvensizlikle ilerleyemez.
Her şeyden önce müzakerelerde güven ve aleniyet esas alınmadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.