Eğer izlediğimiz bir “oyun” ise trajik gerilimi yüksek ve finalinde de büyük sürprizi olan çok başarılı bir “yapım” ile karşı karşıya olmalıyız
Eğer izlediğimiz bir “oyun” ise trajik gerilimi yüksek ve finalinde de büyük sürprizi olan çok başarılı bir “yapım” ile karşı karşıya olmalıyız. Eğer oyunda değilsek, ne Kürt siyasi hareketinin ne de Türkiye sosyalist hareketinin seyirci gibi davranmasının alemi var!
Ana akım medyaya ve AKP çevrelerine bakılırsa, İmralı müzakereleri çoktan sona erdi. PKK üç vakte kadar silahlı güçlerini Türkiye dışına çekecek, Kürt sorunun çözümü de Tayyip Erdoğan’ın “Başkan Baba”lığında yapılacak “açılımlara” bırakılacak.
Sanki büyük bir “tiyatro” içindeyiz; her şey aslında olup bitti, senaryo hazırlandı, yapım ve yönetim planlandı, roller dağıtıldı, provalar tamamlandı, “sahne” denildi ve şimdi seyrettiğimiz yalnızca bir oyun. Eh, öyleyse bize düşen de oyunu seyretmek ve fuayede “kritik yapmak” olmalı.
Eğer izlediğimiz bir “oyun” ise trajik gerilimi yüksek ve finalinde de büyük sürprizi olan çok başarılı bir “yapım” ile karşı karşıya olmalıyız.
Çünkü tarafların ilk sahnedeki karşılıklı konumlanışından bir uzlaşmaya ulaşmak imkansız.
Tayyip Erdoğan’a bakılırsa, “Kürt sorunu” artık bitti, “Kürt vatandaşların sorunları var.” Diyelim ki Kürt sorununu “kolektif haklar” temelinde değil, bireysel haklar temelinde “rahatlatmakta” uzlaşılmış olsun; o zaman “Kürt vatandaşların” siyasal temsil, anadilde eğitim ve özerk-demokratik yerel yönetim gibi temel ihtiyaçları bakımından bir “reform” işaretinin olması gerekmez mi?
Oysa Erdoğan’ın “masanın diğer tarafındaki” pozisyonunun sınırları az çok belli: “Anadilde eğitim olmaz”, “özerklik olmaz”, “seçim barajı kalkamaz.” Erdoğan’ın bu sınırların içinde neyi “vereceği” belli değil ama istediği belli: Her türlü denetimden vareste “Başkan Babamız” olarak hem merkezi yönetim, hem de yerel yönetim düzeneklerini kendisine bağlayan bir otokrat olmak. Abdullah Öcalan ise AKP’nin CHP’nin tarihsel konumuna geçme isteğine karşı durulması gerektiğini, “demokratik özerklik”te şimdilik ısrar etmemek gerektiğini ama yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğinin ve demokratik özgürlüklerin güvence altına alınmasında ısrarlı olduğunu; bunun için iki meclisli bir sistem önerdiğini söylüyor.
Erdoğan’a göre Kürt sorunu çözüldü, geriye “terör sorunu kaldı”; onu çözmek için de PKK’nin silahlı güçlerinin Türkiye dışına çıkarılması, tasfiye edilmesi ve kökünün kurutulması gerekiyor. Planda sadece Kandil’in değil, “kuluçka makinası” dediği Mahmur kampının da boşaltılması var. Abdullah Öcalan ise gerillanın Türkiye dışına çıkmasının, “gerillanın tasfiyesi”ne değil, güçlenmesine hizmet edeceğini söylüyor. Öcalan’ın gündeminde ne Kandil’in tasfiyesi var, ne Mahmur’un. Keza Öcalan, gerillanın Türkiye dışına çıkması için “akil adamları” ve bir “gerçekleri araştırma komisyonunu” ve (içeriğinden söz etmediği) TBMM kararını şart koşuyor. Erdoğan ise “akil adamlar” diye bir meselelerinin olmadığını söylüyor ve TBMM güvencesi talebine, tıpkı reklamlardaki “uyanık korsan satıcı” gibi “ben kefilim” diyerek karşılık veriyor.
Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan’ın ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum bir hükümlü olduğunu, cezasının sonuna kadar kapalı bir infaz kurumunda infaz edileceğini söylüyor; Erdoğan’ın gündeminde PKK gerillasına ve KCK rehinelerine yönelik bir “genel af” da yok. Oysa Öcalan, müzakere sürecinin başarıya ulaşması halinde Kürt siyasi hareketinin bir bütün olarak özgürleşeceğini ileri sürüyor.
Erdoğan’ın Suriye politikası bakımından Öcalan’dan herhangi bir talebi oldu mu bilinmiyor; bu konuda daha çok iktidara yakın kaynakların, PYD’nin Suriye Muhalefetine katılacağı, Esad’a karşı ÖSO ile birlikte savaşa girişeceği yönündeki “sızdırmaları” var; Öcalan ise PYD’ye “Selefilerden uzak durmasını” ve her iki tarafa karşı da eşit mesafe bırakmasını önermeye devam ediyor.
Sonuç olarak masanın iki tarafında birbirlerine yaklaştırılması son derece güç ajandalar ve konumlanışların bulunduğu görülüyor. Bir tiyatro oyunundaysak, bu karşıtlıkların aşılabilmesi için bir “Deus ex machine”e* ihtiyaç olduğu açık. Eğer oyunda değilsek, ne Kürt siyasi hareketinin ne de Türkiye sosyalist hareketinin seyirci gibi davranmasının alemi var!
*Deus ex machine: Makine tanrı. Yunan tragedyalarında, işler içinden çıkılmaz hale gelince, makaralı bir sistemle yukarıdan sahneye indirilen ve “oyunu yoluna sokan” tanrı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.