“Kürtler arasında yurtsever olmanın bir şartı da kadınlara eşit yaklaşım” diyen akademisyen Handan Çağlayan’la, Öcalan’ın “Kadın tanrısallıktır” söyleminden yola çıkıp Kürt hareketinde kadını konuştuk. Çağlayan, “Kürt kadınının ortak gelecek referansı erkeklerden farklı” görüşünde. Neden? Akademisyen Handan Çağlayan uzun yıllardır Kürt hareketinde kadının varlığını, rolünü, etkisini araştırıyor. ıletişim Yayınları’ndan çıkan son araştırma kitabı da bu konu […]
“Kürtler arasında yurtsever olmanın bir şartı da kadınlara eşit yaklaşım” diyen akademisyen Handan Çağlayan’la, Öcalan’ın “Kadın tanrısallıktır” söyleminden yola çıkıp Kürt hareketinde kadını konuştuk. Çağlayan, “Kürt kadınının ortak gelecek referansı erkeklerden farklı” görüşünde.
Neden?
Akademisyen Handan Çağlayan uzun yıllardır Kürt hareketinde kadının varlığını, rolünü, etkisini araştırıyor. ıletişim Yayınları’ndan çıkan son araştırma kitabı da bu konu üstüne: ‘Kürt kadınların penceresinden resmi kimlik politikaları, barış mücadelesi’ Çağlayan’la hem Öcalan’ın, ımralı zabıtlarıyla bir kez daha gündeme gelen ‘Kadın tanrısallıktır’ söylemini hem de kadının Kürt hareketindeki yerini konuştuk.
Kürt kadınının politik bilinci son 20 yılda nasıl değişti?
20. yüzyılın başlarında Kürtler açısından politika daha çok elitlerin uğraşıydı. Bedirhanlar gibi ailelerin ve tabii ki bu ailelerin de erkek fertlerinin. 1950’lerden itibaren bu durum değişmeye başladı. 60’lı yıllarda yoksul Kürtlerin politikleşmesinde gençlik hareketlerinin ve TıP’in etkisi oldu. Doğu mitingleri bu açıdan önemliydi. Bu yıllarda siyasal uğraş elitlerden yoksul toplumsal kesimlere yayılmakla birlikte kadınlar yoktu ya da çok azdı. Kadınların politik bilinci esas olarak son 30 yılda gelişti. Eylem içinde gelişen bir bilinç söz konusu. Bu yönüyle bir praksis süreci.
şerafettin Elçi, “Bu sorunu çözecek son nesil biziz, ardımızdan fırtına gençlik geliyor” demişti. Fırtına gençlik tanımı genç kadınları ne kadar kapsıyor?
Fırtına gençlik kavramı daha çok genç erkekler için geçerli olabilir ama kuşak olarak düşünüldüğünde, kadın-erkek yeni kuşağın tümü için böyle bir genellemenin yapılabileceğini düşünüyorum. şerafettin Elçi’nin sözünü ettiği kuşaktan çok farklı bir dünyada yetiştiler. şiddetin çok daha yaygınlaştığı, buna karşın adaletin pek fazla tecelli etmediği, dolayısıyla duygusal kırılmaların çok keskin olduğu bir ortamda büyüdüler. Üstelik kendilerinden önceki kuşakların paylaştığı ortak sol ideallerden yoksun olarak. Ben şerafettin Elçi’nin ifadelerini, gençlerde ortak geleceğe ilişkin beklentinin önceki kuşaklara göre çok kırılmış olduğu şeklinde okumuştum. Böyle okunduğunda genç kadınları da kapsadığını söylemek mümkün.
Kürt kadın için ideal Kürt sorunu çözümü nedir?
Diyarbakır’da sözlü tarih çalışması yaparken kadınlara sorduğum “Sizce Kürt sorunu nasıl çözülür” soruma verilen yanıtlar çeşitliydi ama istisnasız hepsinde de ‘hak’ ve ‘eşitlik’ kavramları geçiyordu. Biliyorsunuz politik gösterilerde kadınlar en çok barış talebini dile getiriyorlar. Benim soruma verilen yanıtlarla birlikte düşünüldüğünde bunun soyut bir barış söylemi olmadığı belirtilebilir. Çözüm ya da barış, eşitlik taleplerinin karşılık bulmasıyla birlikte mümkün olabilecek bir şey olarak tahayyül ediliyor. Ama salt siyasal bir şey de değil bu. Bir de şimdiye değin yaşanan hak ihlallerinin, kayıpların kabul edilmesi, olup bitenin adının konması, bir telafi sürecinin yaşanması. Orada burada topraktan çıkıp duran kemikler var mesela. Toplu mezarlar… Çözüm sürecinde bunlara dair de bir beklenti var. Örneğin köy yakmaların maddi kayıpları telafi edilebilir belki ama köyünü zorla terk etmiş olmanın manevi etkileri ancak yaşananların adının konmasıyla dindirilebilir.
Öyleyse Kürt kadını bir özür bekliyor diyebilir miyiz?
Aslında bütün kadınlar özür bekliyor, daha fazlasını da. ıkincilleştirildikleri, kapatıldıkları, şiddet gördükleri devasa bir tarih için. Kürt kadınlar açısından bakarsak, en azından demin sözünü ettiğim tarihin tanığı ve mağduru olanlar için, evet, özrün manevi bir anlamı olacaktır.
Soruna ve çözüme bakışta cinsiyet farkı var mı sizce?
Olduğunu düşünüyorum. Örneğin erkek politikacılar, çözümün ya da ortak bir geleceğin mümkün ve gerekliliğine referans ararken sıklıkla “Çanakkale’de birlikte savaştık” diyorlar. Birlikte yaşamak için birlikte savaşmış olmak mı gerekir? Bu, eril bir tahayyülün ürünü. Kadınlar böyle bir cümle kurmaz. Cümle zaten daha baştan kadınları, genel olarak askerlik yapmayanları dışlayan bir savaş erkek kardeşliğini ima ediyor. Eril tahayyül bu tür bir ortaklık referansı ararken, belki insanların gündelik hayatlarından referanslar bulmak çok daha işe yarayabilir. Sorundan ya da çözümden söz ederken soyut makro söylemlerdense günlük hayatlarımızın içindeki ayrıntılardan, somut şeylerden söz etmek daha anlamlı olabilir. Kadınlar, farklı yaşam deneyimlerinden dolayı meseleleri, erkekler gibi askerlikle, savaşlarla, devlet gibi kurumlarla algılamaya pek yatkın olmayabilirler. Daha farklı bir dil konusunda daha avantajlı olabilirler.
Peki kadınların cümlesi ne, “birlikte savaştık” değil de ne diyorlar?
Öyle hazır bir cümlemizin olduğunu sanmıyorum. En azından henüz ortaya çıkabilmiş değil. Ama “birlikte savaştık” demiyor olmak, birlikte yaşamak için daha iyi referanslar bulmak açısından kendi başına bir avantaj bence. ‘Birlikte savaşmış olmak’; ‘asker millet’, ‘vatan borcu namus borcu’, ‘yenmek, yenilmek’ gibi ifadelerin tanımladığı bir anlam evreninin uzantısı çünkü. Söylemek istediğim şey, kadınlarla erkeklerin farklı sosyalleşme süreçlerine, farklı yaşam deneyimlerine sahip olmalarından dolayı, çözüme ilişkin daha farklı yaklaşımlar geliştirme potansiyelinin bulunduğudur. Sorunu toprak alıp verme ya da namus borcu olarak görürseniz çözümü başka kurarsınız, kapı komşunun hayatının bir anda altüst olması, bir sabah, herkes kahvaltı sofrasındayken bir köyden dumanlar çıkmaya başlaması olarak görürseniz başka.
Kürt kadını için Abdullah Öcalan ne ifade ediyor?
Hareketin ideolojik şemsiyesi altındaki kadınlar, ona değer veriyor ve ondan manevi bir güç alıyorlar. Bunun nedeni Öcalan’ın genel olarak cinsiyet eşitliğine dair söylemleri değil sadece. Kuşkusuz bu söylem hem aile içinde hem de yer aldıkları toplumsal politik yapılarda kadınların elini oldukça rahatlattı. Örneğin bu şemsiye altındaki Kürtler arasında ‘yurtsever’ olmak değer atfedilen bir statü ve yurtseverliğin en temel koşullarından birisi kadınlara eşit yaklaşım. Evde ya da partide buna aykırı davranan ‘iyi bir yurtsever’ sayılmıyor. Bu önemli. Araştırmam esnasında, eşlerini gidip HADEP’e bu nedenle şikâyet eden kadınlarla karşılaşmıştım. Ama sadece bu şekilde genel bir eşitlik söylemi olsaydı belki bu denli yaygın bir etkiye yol açmayabilirdi. Esas neden, Öcalan’ın Kürt kadınlara, bağımsız bireyler olarak hitap etmiş olması. Erkeklere ve onların eşlerine seslenmedi. Doğrudan kadınlara seslendi. Hem resmi kimlik politikalarından hem de erkek egemen toplumsal yapıdan dolayı bağımsız birey olarak kabul edilmeyen Kürt kadınlar için bu son derece yeni bir şeydi ve karşılığını buldu.
Öcalan, son kitabı Devrim Manifestosu-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’nde kendi deyimiyle ‘kadınla yaşamak’ konusuna büyük önem verdiğini yazıyor. Son ımralı zabıtlarında yer alan ‘Kadın tanrısallıktır’ cümlesini nasıl yorumluyorsunuz?
Öcalan’ın özellikle 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, toplumlardaki iktidar ilişkilerini tanımlamak için tarihte kadınla erkek arasındaki egemenlik ilişkilerine odaklandığı görülür. Bütün iktidar ilişkilerinin ve eşitsizliklerin, erkeğin kadın üzerinde hâkimiyet kurmasıyla alakalı olduğunu dile getirir. ılkel eşitlikçi toplumlarda kadınların saygın bir yere sahip olmasından ve bunun dinsel düşüncedeki yansıması olan tanrıça kültünden çokça söz eder. Kibele, ıştar gibi tanrıça figürleri, biliyorsunuz, kadınların toplum içinde eşit ve saygın bir konumda bulundukları varsayılan uzak geçmişe ait. ‘Kadın tanrısallıktır’ ifadesi, bu bağlamda değerlendirilebilir.
Öcalan için kadın konusu Kürt siyasi hareketinin biçimlenmesinde ne kadar ve neden önemli?
Aslında başından beri bu konuya önem verildi. Öncelikle 1970’li sol siyasal kültürü bunu gerektiriyordu. ‘Milli demokratik devrim’ hedefi, kadınların eşitsiz konumuna karşı çıkışı da gerektiriyordu. Hareket 1984’te sonra kırsal alanda örgütlenmeye başladığında, kadınların ikincil konumu, namusun kadın bedeni üzerinden tanımlanması sorunu, bu kez çok pratik nedenlerle hareketin karşısına çıktı.
Nasıl yani?
Toplumu harekete geçirme stratejisi kadınları da harekete geçirmeyi gerektiriyordu. Kadının harekete katılması namus engeline takılıyordu. Aslında evli erkek açısından da eşini evde bırakıp gitmek bir anlamda namus engeline takılmaya yol açıyordu. Bu yıllarda ‘eski Kürtlük’, ‘eski aile’, ‘düşürülmüş kadın’, ‘düşürülmüş erkek’ gibi kavram setleri etrafında bu aile yapısının şiddetli bir şekilde eleştirildiğine tanık oluyoruz. Dönemin temel söylemi ‘kadınları özgürleştirmek’. Tüm bunlar etkili oluyor ve kadınlar hareketin arzu ettiği gibi politik katılıma başlıyorlar. Nevruz gösterilerinde kadınlar önde yer alıyorlar. Binlerce genç kadın dağlara gidiyor. Siyasi partilerde yer alıyorlar. Bu deneyim aslında hareketi de etkiliyor. ‘Kadınları özgürleştirin’ söylemi yerini ‘kendisiyle birlikte toplumu özgürleştirecek kadın’ söylemine bırakıyor. Kadınların katılımı ile hareketin biçimlenmesi arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu düşünüyorum. Hareketin söylemi ve örgütlenme stratejisi kadınların katılımının önünü açtı ama kadınların katılımı ise hem kadınları dönüştürdü hem hareketi hem de Kürt kimlik söylemini.
Nasıl dönüştürdü?
Bir kere hareketin cinsiyet kompozisyonu değişti. Erkek ağırlıklı değil. Her yerde erkeklerle birlikte kadınları da görmek mümkün. Bu sadece fiziki bir değişim değil. ‘Dağ’, ‘dağa gitmek’, ‘siyaset yapmak’ gibi genel olarak erkeklere özgü alanlara yüklenen anlam da değişti. ‘Dağa gitmek’, eril bir uğraş olarak görülmüyor örneğin. Az sayıda kadın gitseydi belki onlara da ‘erkek gibi kadın’ denebilirdi ama şimdi öyle denmiyor. Bu yönüyle kadınlığa ve erkekliğe yüklenen anlamlar da değişim geçirdi. Tüm bu söylediklerimin esas olarak siyasal bağlam için geçerli olduğunu belirtmeliyim. Tüm bunlar Kürtlüğün, Kürt kimliğinin yeniden tanımlanmasında da etkide bulundu. Kürt kadınlar ‘kurtarılacak vatan toprağı’ ile özdeşleştirilemedi örneğin, Kürt erkekler de ‘vatan kurtaran’ olarak görülmediler ya da bugün Kürtlüğün kurucu bir baba figürü yok. Bu anlamda daha cinsiyet eşitlikçi bir kimlik kurgusu çıktı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.