Başbakan Erdoğan, ne zaman kadınları hedef alan bir nutuk çekmeye hazırlansa, söze ‘hanım kardeşlerimiz’ diye giriyor. Bu ifade, incelikli olmak için seçilmiş bir ifade değil ama bir zihniyetin incelikle ifade bulmuş halidir. ‘Hanım’, kadına yüklenen geleneksel rollerin karşılığına ‘cuk’ oturur. Aile reisinin, yani babanın, ağabeyin ya da kocanın dünya görüşü, inançları, kişisel özellikleri veya değerler […]
Başbakan Erdoğan, ne zaman kadınları hedef alan bir nutuk çekmeye hazırlansa, söze ‘hanım kardeşlerimiz’ diye giriyor. Bu ifade, incelikli olmak için seçilmiş bir ifade değil ama bir zihniyetin incelikle ifade bulmuş halidir. ‘Hanım’, kadına yüklenen geleneksel rollerin karşılığına ‘cuk’ oturur. Aile reisinin, yani babanın, ağabeyin ya da kocanın dünya görüşü, inançları, kişisel özellikleri veya değerler sistemine uygun kalıbı dayattığı kızın, kız kardeşin, karının itiraz etmeme halidir; ‘hanım’lık. Oturup kalkmasını, giyim kuşamını, konuşma zamanını, kahkahasının desibelini, hatta bakışının yarı çapını bile etrafındaki erkeklerin çizdiği ‘durumun’ karşılığı, ‘hanım’ olmaktır.
‘Hanım’lığın peşine eklenen ‘kardeş’lik de, aynı eşitsizliği ve iki cins arasındaki hiyerarşik ilişkiyi pekiştiren, doğallaştıran bir ifadenin altının çizilmesidir. ‘Erkek’in karşısında aynı eşitlik içinde ve doğallıkla kullanılması gereken ‘kadın’ yerine ‘hanım’ı, mesela ‘arkadaş’ yerine ‘kardeş’i kullanmanın altındaki zihniyet, iki cins arasındaki hiyerarşik (alt-üst) ilişkiyi güçlendirmenin dildeki karşılığıdır. Kadını, işte, okulda, evde, yaşamın tüm alanlarında eşit bireyler olarak değil; hem sevilecek hem dövülecek, ama her daim ayar verilecek, zayıf, kendini idareden yoksun bir alt cins olarak görmenin dile gelmiş halidir.
İki cins arasındaki hiyerarşik ilişki, bütün dünya görüşlerinin, sosyo-ekonomik ve inanç farklılıklarının üstünde olsa da, erkek şiddeti ayrımsız tüm farklılıkları kapsasa da, dindar-muhafazakâr zihniyetin getirdiği katkı, en azından bizimki gibi Müslüman toplumlarda şiddeti çok daha ağırlaştıran, ama bundan da önemlisi şiddeti meşrulaştıran ve hatta kadınların içselleştirerek, itaat etmesini sağlayan tehlikeli bir mekanizmaya dönüşmektedir.
Başbakan’ın dini referanslarla, altını çizerek “cennet kadınların değil, annelerin ayakları altındadır” demesi, işte bu tehlikeli mekanizmanın zihniyetidir. Kadınları; anne, çocuk, genç, yaşlı, evli, bekar ayrıt etmeden öldüren, işkence eden, cehennem azabı çektiren erkekleri yaratan bu zihniyete göre, hanım hanımcık bir kadının temel işlevi, çocuk doğurmak ve kocasını mutlu etmektir. Her kadın, kendi hayatını değil, bir erkeğin hayatını sessizce yaşamaya katlandığı sürece ‘ideal’ ve ‘makbul’dur. İtiraz ederse, sonu ölümdür. Ve bu son, yargıyı, bürokrasiyi, emniyeti ve nihayetinde iktidarı oluşturan erkekler için de çoğunlukla (-için için) hak edilmiştir. Dünyanın en eşitlikçi yasası bile, bu zihniyetin elinde, ‘ağır tahrik’lerle, ‘namus’ gerekçeleriyle, ‘cinnet’ açıklamalarıyla, kısaca tüm ‘erkeklik’ halleriyle, mümkün olan en az cezaya, salıverilmeye hatta cinayeti seyretmeye dönüşebilir.
AKP’nin neredeyse tümden dönüştürdüğü kadroların temel aldığı dini referansların en iyi aktarıcısı ‘hocalar’ın kitabında “kadınlar, tarlalarınızdır. İstediğiniz gibi sürün” diye yazar. Ya da AKP’li il başkanının ağzından dökülen “Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, aile namusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz, razı olmadığınız kimseleri aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz” sözleriyle açık açık şiddet kışkırtıcılığı yapar ama hiçbir savcının aklına, “şiddet kışkırtıcılığı”ndan dava açmak gelmez.
AKP döneminde erkek şiddetinin neden yüzde 1400’e fırladığını, bu artışa paralel olarak taciz ve tecavüz gibi cinsel şiddet suçlarının, neden şimdiye kadar görülmemiş oranda yer tuttuğunu, kadınların istihdamdaki oranlarının neden hızla düştüğünü, ‘ev kadın’ı sayısının neden yükseldiğini açıklayan zihniyet, tam da budur.
Burada bir hatırlatma daha yapmakta yarar var; eğer bu mesele bir ‘insan hakkı’ meselesi olsaydı, insan hakları savunucusu, solcu, sosyalist erkeklerin, erkekliğin geleneksel hallerini reddeden, eşitlikçi bireyler olması gerekirdi ki, ne yazık ki, ülkemizde de, dünyada da sol ideolojinin bu sorunu aşmada yeterli olmadığına bizzat kadınlar tanık olmuştur. Tıpkı sermaye sahiplerinin ayrıcalıklı konumunu kendiliğinden işçilerle paylaşması beklenemezse, erkeklerin de kadınlar bizzat mücadele etmeden kendi ayrıcalıklarından vaz geçmeleri beklenemez. Bu zihniyetle mücadelenin temelinde, ezen–ezilen ilişkilerinin tümünde olduğu gibi, ezilenlerin başkaldırışı, farkındalığı, dayatılan egemen ideolojiyi reddetmesi gerekliliği yatar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.