Son yıllarda polisin denetiminin yanı sıra beliren Özel Güvenlik Birimleri’nin hangi ihtiyacın sonucu olarak yaygınlaştığını Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Evren Haspolat’la konuştuk.
Hak arama eylemlerinin, piyasa düzenine karşı hakkını söküp alanların karşısında özel güvenlik görevlileri dikiliyor. Trabzon’da işten atılan taşeron sağlık işçileri, Dikmen’de barınma hakkını savunanlar, Karaçam’da HES’lere karşı mücadele edenler, trene parasız binmek isteyen genç… Her bir hak arama eylemi şiddetle bastırılmaya çalışılıyor. Son yıllarda polisin denetiminin yanı sıra beliren Özel Güvenlik Birimleri’nin hangi ihtiyacın sonucu olarak yaygınlaştığını Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Evren Haspolat’la konuştuk. Haspolat bu eğilimin nedenini şöyle açıklıyor: “Sermaye sınıfının ihtiyaçları ve öncelikleri ölçüsünde devletin şiddet aygıtı genişlemiş ve çeşitlenmiştir.”
Son yıllarda özel güvenlikçilerin artan saldırılarını oldukça sık görmeye başladık. En son geçtiğimiz hafta Dikmen’de barınma hakkını savunan mahalleliler, Yenikapı’da trene parasız binmek isteyen genç, Karaçam’da HES’lere karşı mücadele eden köylüler örneğinde olduğu gibi. Bu anlamda farklı ve birçok kesim saldırıların hedefindeydi. Bu saldırıları değerlendirdiğimizde özel güvenlikçiler ya da kurum olarak özel güvenlik, polis aygıtının yerini mi alıyor?
Hayır, tabii ki almıyor. Polis polislik görevine devam ediyor. Üstelik de hem 2013 sonu itibariyle 271 bin gibi bir sayıya ulaşacak şekilde sayıca genişledi hem de ülke nüfusunun hızla kentlere göçmesine bağlı olarak polisin denetim alanına giren vatandaş sayısında yaşanan artışla birlikte bu aygıtın denetim alanı genişledi. Ayrıca 2001 sonrasında dünya çapında terörle savaş kavramının ön plana çıkarılması ile birlikte polisin görev tanımı tüm dünyada yasalarla genişletildi. Türkiye’de de bu süreç 2005 sonrasına denk düşüyor. Bunlara ek olarak, 2007 sonrasının Türkiyesi dikkate alındığında son dönemin köşe taşları konumundaki davalarda neredeyse savcılardan çok daha belirleyici olan konumu ile polis devlet içerisindeki yerini kaybetmek şöyle dursun daha da genişletmiş ve kalıcılaştırmıştır. Rejimin hızlı otoriterleşmesi içerisinde anılan davaların yeri dikkate alındığında, polisin yeni rejimin merkezine oturduğu, onun birincil ve en önemli aygıtı olduğu görülecektir.
O anlamda özel güvenliğin polisin yerini alması söz konusu değil. Bu ne Türkiye için geçerli bir durum ne de dünyadaki diğer ülkeler için. Polis, kapitalist devlet varolduğundan beri devletin asli iç güvenlik ve baskı aygıtıdır. Bu rolünü konumunu pekiştirerek sürdürüyor. Fakat bu alanda değişen bir şey var. O da şu: Özel güvenlik hastanelerden iş yerlerine, okullardan HES’lere, sitelerden askerlik şubelerine, AVM’lerden bakanlıklara, kentsel dönüşüm alanlarından tren istasyonları ve havaalanlarına kadar kamusal ve özel olan neredeyse her alanda bu alanların devlet tarafından denetlenmesinde ve de zapt edilmesinde 1980 sonrasına özgü yeni bir güvenlik/baskı aygıtı olarak belirdi. Ve bu yeni güvenlik aygıtı polisin girmediği özel alanları da devletin denetimine ve gözetimine açtı. Devletin toplamda denetlediği alanların çapını kapitalist devletin bugüne kadar eriştiği alanların çok ötesine taşıdı. Ama bunu yaparken de polisten ayrı bir aygıt olarak kendine özerk bir denetim alanı yaratmadı, tam tersine onu bütünleyen bir aygıt olarak yine onun denetlediği alana yeni halkalar ekleyerek bunu yaptı. Kısacası özel güvenlik, polisi bütünleyen ikincil bir güvenlik aygıtı olarak belirdi ve konumunu bu şekilde pekiştirdi.
Özel güvenlik 1980 sonrasına özgü bir ikincil güvenlik aygıtı olarak belirdi dediniz. Bu süreci biraz açar mısınız? Özel güvenlik hangi ihtiyaçtan doğdu? Ya da hangi toplumsal kesimlerin ihtiyacına yanıt olarak doğdu?
Özel güvenliğin tarihini, ABD ve Birleşik Krallık gibi ülkeleri baz alırsak çok daha eskilere götürmek mümkün. Özel güvenlik ABD’de güvenlik endüstrisinin taşeronlaştırılması ile 1850’lerde başlarken, İngiltere’de özellikle Afrika ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren İngiliz enerji ve madencilik şirketlerine devletin güvenlik tedarikinin yetersiz olduğu ya da hiç sağlanamadığı koşullarda hizmet üreterek ve bu anlamda çoğunluğu ticari müşterilere dayanarak 1960’larda büyümüştür. Ardından ise 1980’lerden itibaren dünyada bir genel eğilim olarak yükselişe geçmiştir. Bu genelleşme ve yükselişin pek çok nedeni var aslında.
‘Özel güvenlik işçi sınıfının bir bölümünün kendi sınıfının mensuplarına burjuvazi adına ve çıkarına şiddet uyguladığı bir alana dönüşmüştür’
Kapitalizmin 1970’ler krizinin ardından girilen yeni dönem olarak neoliberal dönem, piyasanın hâkim aktör olarak temel gidişatı belirlediği ve bu bağlamda eğitimden sağlığa, güvenlikten bürokrasiye kadar piyasa dışı olarak algılanan her alana kârlılık, verimlilik ya da hantal devletin küçültülmesi şiarı çerçevesinde piyasa ilişkilerinin dahil edildiği bir dönem olmuştur. İşte bu genel eğilimle birlikte Keynesyen dönem boyunca gelişen ve ulusal-sosyal devlet ya da refah devleti olarak bilinen, yoksullukla mücadele çerçevesinde içerici özellikleri ağır basan, buna uygun olarak pek çok sosyal görev ile donatılan devlet yapılanması, yeni birikim rejimine uygun olarak piyasacı bir dönüşüm sürecinden geçmiştir. Bu dönüşüm sürecinin sonucunda da “devletin sosyal boyutu ortadan kaldırılırken”, devlet küresel kapitalizmin genel eğilimine uygun olarak baskıcı özelliklerin ön plana çıkarıldığı gerçek bir “polis devletine dönüşmüş”tür. Devletin polis devletine dönüşme hali yine devletin piyasalaşması süreci ile paralel ilerlemekte. Her ikisi karşılıklı olarak birbirinin nedeni ve sonucu olduğu için polisliğin teminini artan oranda metalaştırılmıştır.
Ancak bu metalaşma sürecinin arka planında da son derece esaslı ve derin yapısal değişimler yer alır: Büyük ve ağır ekonomik yeniden yapılanma ve artan mali baskı (özellikle kamu hizmetleri ile ilgili); özellikle gelişmiş ülkelerde yüksek suç düzeylerinin ‘normal bir sosyal gerçeklik’ olarak deneyimlenmesi; suç kontrolünün politikleştirilmesi’ ve neoliberalizmin hâkimiyeti; yerel güvenliksizliklerin deneyimlenmesi; mülkiyet ilişkilerinin değişimi ve ‘özel hükümetlerin’ ortaya çıkışı; yeni teknolojilerin ortaya çıkışı; bekçilik, kontrolörlük gibi ikincil sosyal kontrol mesleklerinin reddi; alışveriş merkezleri, havaalanları, eğlence parkları ve üniversite kampüsleri gibi kitlesel özel mülkiyetin çoğalması; yeni orta sınıfların yükselişi ve onların ek güvenlik talepleri; neoliberalizm ile birlikte kentsel alanın kapılarla, duvarlarla biçimlenen bir dışlayıcılıkla ve parçalanmışlıkla dönüşüme uğraması; bu anlamda bir taraftan kameralı, özel güvenlikli, alarmlı güvenlikli siteleri ve mekânlar oluşurken diğer taraftan onun dışında kalan alanların suç ile karakterize edilmesi; esnek üretim biçiminin sonucu olarak beliren yoksul, işsiz, güvencesizleşen işçi kesimlerinin yarattığı “düzensizliği” denetleme ihtiyacı ile birlikte geleneksel adalet sisteminin yanıtlarının giderek artan oranda etkisiz bulunmaya başlaması.
Özel Güvenlik devletin baskı ve denetim bakımından genişlemesine ve daha önce olmadığı kadar geniş alanları denetlemesine, zapt etmesine işaret eden bir gelişmedir
Tüm bu karmaşık ve çok boyutlu nedenleri kabaca ana bir nedene indirgersek, o nedeni kapitalizmin 1970’lerde içine girdiği kâr krizini aşmaya dönük bir hamle olarak her alanın piyasalaşma süreçlerine açılması ile refah/sosyal devletin ortadan kaldırması olarak belirtebiliriz. Ki bu neden burjuva sınıfının ihtiyaçlarının sonucudur. Bu anlamda özel güvenliğin yükselişi burjuvazinin daha çok kâr ihtiyacı ile birlikte 1980 sonrasından yaratılan güvenliksizlik algısına bağlı olarak yine 1980 sonrasında yükselen yeni orta sınıfların güvenlik ihtiyacının bir sonucu olarak yükselişe geçmiştir.
Söz konusu gelişim sürecini dikkate alırsak, özel güvenlik devletin özelleştirmeler ve piyasalaştırma süreçleri ile küçüldüğü bir dönemin ürünü. Bu anlamda özel güvenliğin yaygınlaşmasının “devletin küçülmesi” anlamına geldiği sonucuna varabilir miyiz?
Kesinlikle hayır. Tam tersine devlet özel güvenlik sayesinde, ondan önce gerek mevzuat nedeniyle gerekse personel sıkıntısı nedeniyle kontrol edemediği pek çok alanı özel güvenlik eliyle kontrol eder hale gelmiştir. Düşünün; eskiden işyerleri, hastaneler, pazarlar, okullar, siteler, bankalar, parklar ve bugün özel güvenlik tarafından korunan daha pek çok yerde 10 yıl önce hiçbir denetim yoktu. Polis yalnız genel güvenliği sağlayan, suçla mücadele eden ve bunun yanı sıra da belirli kamusal kurumları ve alanları koruyan bir görevdeydi. Sözünü ettiğimiz öbür alanların tümü devletin doğrudan denetimi, kontrolü ve gözetimi dışındaydı. Oysa 10 yıl sonra bugün artık hemen her alanda kameralarla, özel güvenlik görevlileri ile denetleniyor, gözetleniyor ve kontrol ediliyoruz. Ve sözünü ettiğimiz özel güvenlik yasal bir oluşum. Devletin kendi yasa gücü ile yarattığı, bu anlamda kendi kudretinden bir parça akıttığı yeni, polisin yanında ikincil bir zapt etme gücü, alanı. Bu anlamda özel güvenlik, devletin küçültüldüğü söylemlerinin hakim söylem olduğu bir dönemde devletin baskı ve denetim bakımından genişlemesine ve daha önce olmadığı kadar geniş alanları denetlemesine, zapt etmesine işaret eden bir gelişmedir.
Özel güvenlik ile devletin toplumsal denetiminin bu aygıt bağlamında genişlediğini belirttiniz. Peki bu durum polisin toplumsal denetiminde nasıl bir değişim yarattı? Polisin toplumsal denetimi arttı mı azaldı mı?
Evet, özel güvenliğin yayıldığı ve daha çok alanı denetlediği oranda devletin toplumsal denetimi de genişledi. Ancak bu durum hem Türkiye’de hem dünyada polisin toplumsal denetimini daraltma, azaltma pahasına olmadı. Türkiye’de ve çoğu ülkede özel güvenlik sayıları artarken polis sayıları da eşzamanlı bir artış kaydetti. Sayısal olarak artan polis, 1980 sonrasının esnek üretim biçiminin sonucunda artan işsizlik ve yoksullaşmaya bağlı olarak yaratılan yeni suç tanımları, suçun artışı ve denetimi söylemi ve son olarak 2001 sonrasının dünyasında terörle savaş yasaları bağlamında oldukça geniş yetkilerle donatıldı. Ve bu yetkileri ile yine ve yeniden kapitalist devletin asli yönetim aygıtı olarak merkezine oturdu. Bu nedenle polisin toplumsal denetimi sosyal devlet dönemi ile karşılaştırıldığında 1980 sonrasında fazlası ile genişledi ve devlet açısından merkezileşti. Bir de polisin yaygınlaşan özel güvenlik ile koordine çalışması ve çoğu ülkede yasal olarak özel güvenliğin denetlediği alanlarda suç işlenmesi halinde polisin emrine girmesi gibi gerçeklikler dikkate alınırsa polisin toplumsal denetim alanının aslında ne denli genişlediği de görülecektir.
Bu açıklamalarınız üzerinden özel güvenliğin gelişiminin devletin şiddet aygıtının genişlemesi anlamına geldiği sonucu çıkıyor. Öyle değil mi?
Kesinlikle evet. Kapitalist devlet, özel güvenlik şirketleri sayesinde içerde, özel askeri şirketler sayesinde ise dışarıda şiddet kapasitesini genişletmiştir. İç denetim aygıtı olarak polis, dış denetim ve savunma aygıtı olarak da ordusunun gücünü ve kapasitesini özel güvenlik ile genişletmiştir. Devletin baskı kapasitesinde yaşanan bu çift yönlü genişleme, sermaye sınıfının hem içerde hem de dünya genelinde yeni sermaye birikim alanları elde etmesinin olmazsa olmazıdır ki bu nedenle özel güvenliğin gelişimini sermaye sınıfının ihtiyaçlarından ve önceliklerinden bağımsız olarak okumak mümkün değildir. Sermaye sınıfının ihtiyaçları ve öncelikleri ölçüsünde devletin şiddet aygıtı genişlemiş ve çeşitlenmiştir.
Burjuvazi adına kendi sınıfına karşı
Hem içte hem de dışta devletin şiddet aygıtını genişleten bu alanda toplumun hangi kesimleri istihdam ediliyor? Özel güvenlikçilerin sınıfsal kökeni nedir? Bu köken ile son dönemlerde iyice görünür olan özel güvenlikçi şiddeti ya da terörü diye adlandırılan durum arasında bir bağlantı var mı?
Özel güvenlik geliştiği her ülkede işsiz ve yoksulların yeni iş alanı oldu. Bu nedenle bu alan alt sınıfların, yani işçi sınıfının istihdam edildiği bir alan. Ama buradan doğrudan şu sonuç çıkmaz: Özel güvenlik alt sınıfların, işçi sınıfının istihdam edildiği bir alan, alt sınıflar da 1980 sonrasının yeni suç ve suçlu tanımının özneleri, bu nedenle bu kesimlerin istihdam edildikleri bu alanda bizzat şiddet uygulamaları da gayet normal. Hayır, böyle değil. Evet özel güvenlikçiler şiddet uyguluyor, dahası özel güvenliğin kendisi bir şiddet aygıtı. Ama özel güvenlikçilerin şiddet uygulaması tek başına ne yaptıkları işin niteliği ne de özel güvenlikçilerin sınıfsal konumları ile, yani burjuvazi ve devleti tarafından daima potansiyel suçlu olarak damgalanan işçi sınıfının üyeleri olmaları ile açıklanabilir. Özel güvenlik sektörü bugün dünyada ve Türkiye’de en çok istihdam yaratan alan olarak sivrilmiştir. Ancak söz konusu geniş istihdam olanaklarına karşın özel güvenlikçilerin gelirleri son derece düşük, çalışma koşulları ise son derece olumsuz ve güvencesizdir. Türkiye’de 2012 sonu itibariyle özel güvenlik kimliği alan kişi sayısı 657.000 kişi iken, SGK verileri ile bunun ancak üçte biri istihdam edilmektedir. Yani özel güvenlik kısa sürede iş becerisi edinmek açısından işsizleri hızla kendisine çekerken, yarattığı yeni işsiz özel güvenlikçiler ordusu ile ücretleri ve çalışma koşullarını baskılamaktadır. Ezici çoğunluğunun asgari ücretle, geçici, güvencesiz, uzun mesai saatleri gibi olumsuz koşullarda çalıştığı bir alan olarak özel güvenlik, çalışanlarını bir taraftan iş korkusu ile diğer taraftan da yarattığı ekonomik ve psikolojik gerilimler ile şiddete sürüklemektedir. Kısacası özel güvenlik de polisin ardından işçi sınıfının bir bölümünün kendi sınıfının mensuplarına burjuvazi adına ve çıkarına şiddet uyguladığı bir alana dönüşmüştür. Ama gerek özel güvenlikçilerin gerekse asli baskı aygıtı olarak polisin işçi sınıfı üzerinde uyguladığı şiddet ve saldırganlık, aslında sermayenin kendi kârı ve güvenliği için hem özel güvenlikçiler hem de polis üzerinde yarattığı baskı, gerilim ve güvencesizliğin sonucudur. Bu gerilimleri ve sorunları aşmak için de yasa ile engellenmiş olmasına rağmen son bir iki ay içerisinde hem polislerin hem de özel güvenlikçilerin sendikal örgütlenmelere gittiklerini görüyoruz.
Özel güvenlik salt şiddet aygıtı olarak mı kullanılıyor? Sermaye birikim alanı olarak da görülebilir mi?
Kesinlikle. Hem de çok kârlı, dahası 1980 sonrasının en kârlı sermaye birikim alanı. Özel güvenlik dünya genelinde yıllık %7-8 gibi bir büyüme oranına sahiptir. Yine 2010 yılında sektörün büyüklüğünün dünya genelinde 200 milyar dolar civarında olacağı tahmin edilmekteydi. Türkiye’de de sektörün kapalılığı ve en önemlisi de kayıt dışılığı nedeniyle gerçek sayılara ulaşmak imkansız olmakla birlikte, özel güvenlik sektörünün yıllık gelirinin 3 milyar doları aştığı ve ülke bütçesinin yüzde 1’ini geçtiği bilinmektedir. Önümüzdeki dönemde de bu artış devam edecektir. Çünkü özel güvenlik salt bir yeni sermaye birikim alanı değildir, eşzamanlı olarak da kamudan özele sermaye transferi yöntemi olarak işlemektedir. Bu da yükselişinde oldukça etkilidir.
Sendika.Org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.