Devrimcilerin bir örgüt ya da programı yoktu. Kendiliğinden halk hareketi bir otokratı devirebilir; ancak yeni bir siyasal düzen kuramaz. 25 Ocak Devrimi tamamlanmış değil. Dahası henüz ortaya da çıkmadı!
Devrimcilerin bir örgüt ya da programı yoktu. Kendiliğinden halk hareketi bir otokratı devirebilir; ancak yeni bir siyasal düzen kuramaz. 25 Ocak Devrimi tamamlanmış değil. Dahası henüz ortaya da çıkmadı.
Bir polis ve iki askerin de aralarında bulunduğu dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan isyanın ardından 21 Ağustos 1952 günü Kafr El-Davar’daki Misr iplik fabrikası dışında Mısır polisi ve birlikleri tarafından toplanan tekstil işçileri. Fotoğraf: AP
“25 Ocak Devrimi,” Mısır’ın ulusal tarih belleğinde “1919 devrimi” ve “23 Temmuz Devrimi” ile birlikte çoktan yerini aldı. Modern Mısır tarihinde önemi yadsınamaz boyutta olan bu olaylara tarih atfetmek belki zorunlu bir koşul. Bunların hepsine “devrim” adını vermek onların halkçı karakterine ve en azından 1919 ve 2011’de ulusun geniş bölümlerinin siyasal olarak hareketlendiğine vurgu yapar. Ancak diğer taraftan, böylesi tarihleme ve adlandırmalar, Mısır halkının yüzde doksan dokuzunun çıkarlarına hizmet etmeyen yanlış tarih yorumlarını ve mitler yaratılmasını da teşvik eder.
En klasik devrim örnekleri Fransa, Rusya, Çin, Küba ve İran’dır. Devrimler, toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümlerdir. Bu dönüşümler toplumsal hareketler ve siyasal mobilizasyon, bir ya da birden fazla halk ayaklanması momenti ve eski egemen ittifak yerine ondan tamamen farklı bir toplumsal karaktere ve farklı çıkarlara sahip yeni güçlerin getirilmesini içeren uzun vadeli yeni bir sosyo-politik düzen inşa edilmesi sürecinden oluşur. Sömürgecilik karşıtı mücadeleler devrimle sonuçlanabilir ya da sonuçlanmayabilir. Cezayir, Vietnam ve Güney Afrika sonuçlandığı örneklerdir. ABD, Hindistan, Fas ve Tunus sonuçlanmadığı tipik vakalardır.
“25 Ocak Devrimi” terimini kullananların çoğu bu öğelerden sadece birine, 25 Ocak’tan 11 Şubat’a kadar süren halk ayaklanmasına gönderme yapar. Bu dönemde Tahrir Meydanı işgali Mısır siyasal yaşamının ana üssü olmakla kalmaz, Arap dünyasının tamamında ve Madison, Wisconsin, New York ve hatta Tel Aviv gibi uzak yerlerde halk protestolarına ilham kaynağı olan bir sembol haline gelmiştir. Ne var ki Hüsnü Mübarek’in görevden alınması için sürdürülen hareket 25 Ocak 2011’de başlamadı. Hareketin çok çeşitli çıkış noktaları vardı: binlerce grevle birlikte diğer kolektif eylemler ve milyonlarca işçiyi kapsayan 2000’lerin işçi hareketi; dış politika meselelerine odaklanmasına karşın Mübarek rejimi karşıtı sloganlarla kendini gösteren Filistin ve Irak halkıyla dayanışma hareketleri; 2004’ten sonra hükümete bağlı olmayan medyada görülen gözü pek yaklaşımlar; Başbakan Hüsnü Mübarek ve oğlu Cemal Mübarek’e isimleriyle hitap ederek uzun süredir var olan tabuları yıkan Kifaye hareketi; yargının bağımsızlığını savunan 2006 hareketi; eski başbakan Zeynel Abidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmesinin ardından Tunus halkıyla dayanışma söylemleri ve gösterileri; ve 25 Ocak 2011’deki gösteriler için çağrı başlatan “Hepimiz
Halit Said’iz” kampanyası.
Ne bu gösterileri örgütleyenler ne de bu gösterilere katılanlar, Başbakan Mübarek’i görevden almak üzere olduklarını düşünmedi. 28 Ocak 2011 Cuma günü, eski iktidar partisi Ulusal Demokratik Parti’nin Kahire merkezinin kundaklanmasıyla birlikte protestolar devrimci bir yükselişe dönüştü. Bu, kalabalığın düşmanlarının kimler olduğunu anladığını herhangi bir beyanattan daha açık gösteren bir gelişmeydi. Bu hareket Barrington Moore’un Diktatörlük ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri: Modern Dünya’nın Oluşumunda Efendi ve Köylü kitabında belirttiği gibi bir devrimde her halkın eski düzenle bağlarını attığı ve “suçun yeni yasallığın temeli haline geldiğini” fark ettiği kritik ana gelindiğini gösterir (s. 100).
Müslümanlar ve Kıptiler arasındaki uyum, İslamcı ve laik gençliğin birlikte çalışması, protestolara kadınların cinsel taciz korkusu olmadan geniş katılımı, farklı toplumsal sınıflara mensup Mısırlılar arasındaki dayanışma ve Tahrir Meydanı işgalinin on sekizinci gününde “Ekmek, Özgürlük ve Toplumsal Adalet” talepleri etrafında uzlaşma Mısır’da yeni bir düzenin ana hatlarını çizdi. İşgal pratikleri, beraberinde tüm yurttaşların eşit olması, insan haklarına saygı, kadınlara yeni bir toplumsal rol ve milli servette adil dağılıma vurgu yaptı. Ancak bu vurgu, Hüsnü Mübarek’in görevden alınmasından bile önce işgalcilerin elinden alındı.
İlk olarak, Mısır’daki kentsel alan işgallerinin başlatılması, örgütlenmesi ya da öncülüğünde hiçbir rol oynamamış “akil adamlar,” kendilerini hareketin sözcüsü olarak atadı. Bunlar çoğunlukla devrim istemeyen ya da Muhammed El Baradey örneğinde olduğu gibi demokratik bir Mısır isteyen ama bunu nasıl örgütleyeceğine dair bir fikri olmayan kişilerdi. Derken ABD olaya müdahil oldu ve Mısır yüksek askeri şurasına Barack Obama yönetiminin Mübarek’in görevden uzaklaştırılmasını kabul edeceğini, Orta Doğu’da istikrar için bir güç olduğu ve İsrail’le barış anlaşmasını devam ettirdiği sürece Mısır’a yılda 1,3 milyar dolar askeri yardım yapmaya devam edeceğinin sinyalini verdi. Bildiğim kadarıyla bu müdahalenin detayları ve net kanıtlarına ulaşmak mümkün değil. Ancak var olan bütün bulgular böyle olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak anayasaya dayalı hiçbir siyasal otoritesi olmayan ve yirmi yıldır Hüsnü Mübarek’in Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi tarafından yönetilen Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi (SCAF) Başbakan Mübarek’in istifa ettiğini, iktidarı üstlendiğini ve seçimle gelecek bir hükümete geçişi denetleyeceğini açıkladı.
Egemenliğini meşru kılmak için halk ayaklanmasını kullanarak otokrat bir başbakan yerine askeri cuntayı geçiren böyle bir manevranın neden devrim niteliği taşıdığı ya da rejimin alaşağı edilmesi anlamına geldiği düşünülsün? Eğer bu konuda herhangi bir kuşku vardıysa bile 19 Mart 2011’de yapılan anayasa referandumu ve daha çok da SCAF’ın hiçbir açıdan demokratik olmayan 30 Mart Anayasa Deklarasyonu’yla giderilmiş olmalı.
Tahrir Meydanı işgalinin en etkileyici ve radikal yönlerinden biri olan örgütlenme biçimi açıklamanın bir bölümü olabilir. Büyük ölçüde gençlerden oluşan, hiyerarşik olmayan ve yatay örgütlenme içinde Mübarek dönemi partilerinden çok az katılım vardı. Devrimcilerin bir örgüt ya da programı yoktu. Kendiliğinden bir halk hareketi bir otokratı devirebilir; ancak yeni bir siyasal düzen inşa edemez. Bir diğer faktör şu olabilir: altmış yıllık bir otokrasinin ardından ve kamusal yaşam alanlarına demokratik katılımın son derece kısıtlı olması sebebiyle, halk yükselişini kapsamak için 2011’in başından sonuna kadar birlikte çalışan SCAF ve Müslüman Kardeşlere üstünlük sağlamaya yetecek siyasal bilgi ve deneyim çok az Mısırlıda vardı. Üçüncü faktör, 1919 ve 23 Temmuz 1952 olayları için terimin gelişigüzel kullanılmasına dayanarak nelerin bir “devrim” oluşturduğuna dair yaygın yanlış anlama olabilir.
23 Temmuz 1952 “ordu hareketi” herhangi tür bir halk ayaklanması içermedi. Aksine bu hareket II. Dünya Savaşı sonrası ulusal ve toplumsal meseleler etrafında ivme kazanan işçi ve öğrenci hareketlerinin altını oydu ve engelledi.
11 Eylül 1952’de Devrimci Komuta Konseyi tarafından ilan edilen toprak reformu, genelde yeni rejimin “devrimci” doğasının bir sembolü olarak kabul edilir. Ancak asıl amacı bu değildir. 1949’da Çin’de komünistlerin iktidara geçmesine karşılık, 1950’lerin başında Birleşik Devletler toprak reformunu köylü devrimlerini önlemek için kullandı. Birleşik Devletler büyükelçiliği ve CIA ajanları Kahire’de Hür Subayları bir toprak reformu yapmaya zorladı. Mısır’ın toprak reformu Suriye ve Irak’takilerden daha mütevazı bir şekilde bütün ekilebilir toprakların yaklaşık sadece yüzde on beşinin dağıtımını zorunlu kıldı. Bütün bu Arap sosyalist devletlerinde toprak reformları, Güney Kore (ekilebilir toprakların yüzde elli ikisi dağıtıldı) ve Tayvan (tüm toprak kiracısı çiftçilerin yaklaşık üçte ikisine toprak verildi) gibi tereddütsüz Amerikan yanlısı, anti-komünist diktatörlüklerden daha az radikaldi.
Toprak reformu, Mısır’a monarşiyle egemen olan 12 bin büyük toprak sahibi ailenin siyasal gücünü ve ekonomik gücünün çoğunu tasfiye etti. Ancak Leonard Binder’in “ikinci tabaka” olarak adlandırdığı, üç yüz feddana[1] kadar toprak sahibi olan aileler, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında sağlamlaştırdığı kırsal iktidar konumlarını işgal etmeye devam etti. Timothy Mitchell’in Uzmanların Yönetimi’nde bahsettiği gibi Kamşiş’in kötü isim yapmış el-Fikki ailesi, bu sınıfı ve Mısır’daki toprak reformunun bir kırsal devrime yol açmadaki başarısızlığını temsil eder.
Bir halk ayaklanması olmayışı, toprağın yeniden dağılımının sınırlı ölçüde ve tepeden idare edilmesi ve bağımsız bir sendika federasyonu örgütlemenin engellenmesi, 23 Temmuz askeri hareketinin bir devrim değil, halkçı sosyal politikalarla korporatist bir rejim kuran demokrasi karşıtı bir askeri darbe olduğunu gösteren kilit öğelerdi. Nasır rejimi Arjantin’deki Peronculuk ya da Cardenas ve PRI[2] yönetimindeki Meksika’ya benzer. 23 Temmuz 1952’yi hatalı bir biçimde “devrim” olarak algılamak 2011’de orduya hak etmediği bir halk meşruiyeti kazandırmaya katkıda bulundu.
1919’da bir halk ayaklanması vardı. Ancak Britanya işgalinden çıkar sağlayan on dokuzuncu yüzyıldaki toprak sahibi pamuk yetiştirici elitler yerlerini korudu ve hatta güçlerini artırdılar. Üstelik halk ayaklanması hedeflerine ulaşmadı. Britanya ülkeyi işgal altında tutmaya devam etti ve inşa ettiği monarşiyle ittifak halinde ve rekabet ederek Mısır halkının demokratik iradesine engel oldu –dolayısıyla bir devrim yoktu.
25 Ocak Devrimi tamamlanmış değil. Dahası henüz ortaya da çıkmadı. Şimdiye kadar ordu ve Müslüman Kardeşlerin üstünlük sağladığı bir devrimci halk yükselişi oldu. Tekrar eden halk yükselişleri olmuştur. Bunların en yenisi Başbakan Muhammed Mursi’nin 22 Kasım 2012’deki anti-demokratik anayasa deklarasyonu ve yeni anayasaya karşı yapılan kitlesel protestolardı. Bu protestolar belli başarılar elde etmiş ve Müslüman Kardeşler ile ordu tarafından tercih edilen gerici önlemleri sınırlamış ya da etkisiz hale getirmiştir.
Geleceğin siyasal gündeminde Mübarek rejimindeki iktidar odaklarının -İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, ordu ve ordunun ekonomik ayrıcalıkları, ülkenin geri kalanı yoksullaşırken IMF destekli neoliberal politikalardan sınırsız şekilde faydalanan ticaret sınıfı (ister Ahmed İz ister Hayrat el-Şatir temsil etsin)- yeniden inşası yerini koruyor. Devrimci güçler, cinsiyet eşitliği, Müslümanlar ve Hıristiyanlar için eşit yurttaşlık hakkı, kamu sağlığı ve kamu eğitim sistemlerinin rehabilitasyonu, yürütme yetkisinin yerel merkezlere dağıtılması ve seçimle gelen yerel ve bölgesel hükümetlerin güçlendirilmesine yönelik somut programlar ortaya koyamadı. Yapılması gereken daha çok şey var.
[1] Suriye ve Mısır’da kullanılan ve bir birimi 0.404 dönüme denk gelen alan birim ölçüsü
[2] Partido Revolucionario Institucional, Kurumsal Devrimci Parti
[Jadaliyya’daki İngilizce orijinalinden Fügen Yavuz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.