HDK’nin Karedeniz gezisi ırkçı faşist saldırılar nedeniyle tamamlanmadan iptal edildi. HDK heyeti, Karadeniz’den Ankara’ya “geri çekildi!” Gezi gecikmiş de olsa iyi niyetliydi. Çözüm sürecinde “halkların kaynaşması, yeni bir toplumsal sözleşi yolunun açılması; Kürtlere ve Kürt sorununa önyargıların kaynağında kırılması” gibi yapıcı bir amaca dayanıyordu… Ben böyle algıladım… *** Ancak Karadeniz, politik toplumsal yapısı gereği Kürt […]
HDK’nin Karedeniz gezisi ırkçı faşist saldırılar nedeniyle tamamlanmadan iptal edildi. HDK heyeti, Karadeniz’den Ankara’ya “geri çekildi!”
Gezi gecikmiş de olsa iyi niyetliydi. Çözüm sürecinde “halkların kaynaşması, yeni bir toplumsal sözleşi yolunun açılması; Kürtlere ve Kürt sorununa önyargıların kaynağında kırılması” gibi yapıcı bir amaca dayanıyordu…
Ben böyle algıladım…
***
Ancak Karadeniz, politik toplumsal yapısı gereği Kürt çelişkisinin en sert, en yoğun olduğu bir bölge… Kürtlere karşı kitlesel linç (fındık işçilerini hatırlayınız) ve kontra yönelimler en çok bu alanda yaşandı. Devrimci demokratik güçlere karşı da hep bir “üs” görevini gördü. AKP dahil, gelmiş geçmiş tüm iktidarlar Karadeniz’in bu özelliğini önemsedi ve kullandı.
Bugün de kullanılıyor…
Kontra yapılanmalar devletten bağımsız değildi, siyasal olarak da ağırlıkla CHP ve MHP’ye dayandı.
Bugün, CHP’nin anti-Kürt, ulusçu özelliğiyle MHP milliyetçiliği “Kürt ve çözüm karşıtlığının” iki ana ayağını oluşturuyor.
BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in, Türkiye toplumunun yaşanan savaşın taraflarıyla helalleşmek zorunda olduğunu ve bunun zamanının geldiğini söylemesi doğru bir önerme idi.
Gezi aynı zamanda bir “helalleşme” çağrısıydı. Ve bu, çelişmenin en sert, toplumsal sözleşinin en zor olduğu bir alandan başlatılmıştı.
Yine Önder’in dediği gibi, Sinop vb. alanda yaşanan saldırıların sorumlusu “devlet içinde, barış istemeyen kesimlerdi.” Bu nedenle “barıştan rahatsız olan ve paniğe kapılan özel kuvvetler ve gladio seferber olmuştu”.
Dahası Karadeniz saldırıları, Fransa’daki saldırıyla aynı kodları taşıyordu. Onun “kitlesel” versiyonuydu. Anlayış, algı, refleks aynıydı…
DTK, BDP Karadeniz’e yabancı değildi. Olası bir saldırı, engelleyici yönelimler bekliyordu.
Girişimi risklerle, sayısız engel ve güçlüklerle doluydu. Dolayısıyla biraz “dervişane”, biraz Gandhi’ceydi. Sabra ve kararlılığa dayanıyordu. Asla vazgeçmemek, acıya katlanmak ve sabretmek gerekiyordu.
***
Çelişkiyi en sert en yoğun noktadan kırmaya çalışmak, “helalleşme çağrısına” Karadeniz’de başlamak belki yanlıştı… Çok öncelerden atılması gereken bir adımdı ama, zorlanmanın, “Türkiyelileşme” gayretindeki yetersizlikle de ilgisi vardı.
Bu gayret, iktidar güçlerince de hep boşa çıkarılmaya çalışıldı. BDP, DTK gibi yapıların “Bölge Partisi” ve “Bölge kimlikli” olarak kalması, “Türkiye Partisi”, “kimliği” haline gelmemesi istendi. Ancak içeriden (BDP, DTK) bir istek, bir tazyik de fazla olmadı.
Bunlar belirleyici değil, yaşanan sorunda sadece etken…
Temel neden, Önder’in de belirttiği gibi, “Toplumun savaşan taraflarla helalleşmesini, belli odakların istemiyor” olması…
İkinci önemli neden iktidarın, yeni süreçte BDP ve DTK’yı etkin siyasal aktör konumunda görmek istememesi…
CHP ve MHP karşıt ve saldırgan bir pozisyon alırken; AKP, Kürt ve Türkiye demokratik güçlerini (BDP,DTK) “taraf”, “muhatap”, “çözüm dinamiği” gibi sıfatlardan uzaklaştırmaya çalışıyor…
***
Böyle de olsa derin anlamlar, güçlü mesajlar içeren bir “yolculuk” başlatıldıktan sonra “geri çekilme” olmamalı ya da “ertelenmemeliydi.” Acı da, zorluk da büyük sabır ve dirayetle karşılanmalıydı…
Nasıl ve nereden bakılırsa bakılsın “erteleme” tutumu, bir geri çekilme, toplumun savaşan taraflarla “helalleşmesinde” bir kırılma yarattı. Paris’le kodları aynı olan komplocu tasfiyeci güçlere bir bakıma psikolojik üstünlük sağladı.
Demokratik güçlerin daha komple, daha öngörülü, yeni sürece ve sorunlarına daha hazırlıklı olması, “barış savaşı”na uygun düşünsel, ruhsal dönüşümler geçirmesi bir ihtiyaç…
Tabii iktidarın, çözümü engelleyen, tıkayan yolları açması, BDP ve DTK’ya rol biçmesi, küçültme, tasfiye etme tutumundan vazgeçmesi de bir o kadar ihtiyaç…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.