Anlaşılmıştır ki Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin “başlangıç düdüğünü” çalmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla “şehit yakınları, gaziler, engelliler ve 65 yaş üstü vatandaşlar” için şehir içerisinde parasız ulaşımı sağlayacak çalışma tamamlandı, Bakanlar Kurulu’na sunulacak.
Tayyip Erdoğan köprü ve otoyol ihaleleri ile Başkentgaz ihalesinin çok ucuza gittiğini belirtip iptal edileceklerini söyledi.
Tayyip Erdoğan öğretmen tayinlerinin artık yılda iki kez (subat ve ağustos) yapılacağını belirtip yakında çok kapsamlı öğretmen atamalarının da yapılacağı “müjde”sini verdi. Yeni Bakan, bununla da yetinmeyip okul kantinlerinin sağlık koşullarının düzenlenmesiyle, en “can alıcı” yerden işe başladı. Ayrıca neredeyse hiç kimsenin beğenmediği yeni YÖK Yasa Taslağı’nın da erteleneceği imasında bulundu.
4. yargı paketi, önümüzdeki hafta Bakanlar Kurulu’na geliyor. Adalet Bakanı’nın iddiasına göre, şiddet içermeyen düşünce açıklamaları artık suç sayılmayacak. “Halkı askerlikten soğutma”ya hapis cezası verilmeyecek, işkence suçlarına zamanaşımı da kaldırılacak. Paket, aralarında KCK tutukluların da bulunduğu birçok kişiye tahliye yolu açacak…
Bir başka müjde 2B arazilerinin üzerinde oturanlara ilişkin, 2B arazisinin satış bedelinin tamamı, artık rayiç bedelin yüzde 70’i üzerinden değil yüzde 50’si üzerinden hesaplanacak.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar, TMMOB temsilcileri ile yaptığı görüşme sonunda TMMOB Yasası değişikliği üzerine bir çalışma yapıldığını, ancak bu çalışmanın durdurulduğunu, şimdi TMMOB Yasası ile ilgili bir gündemlerinin olmadığını ifade ederek mühendislik mimarlık şehir planlama alanlarında TMMOB ve ilgili odaları ile birlikte çalışmak istediklerini söyledi. (Yani para kaynaklarınızı kesmeyeceğiz ama kentsel dönüşümde bize yardımcı olun!)
Anlaşılmıştır ki Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin “başlangıç düdüğünü” çalmaktadır. Artık AKP’nin icraatlarına kamuoyu araştırmalarına bakılarak yön verilecek. AKP’ye oy kaybettirecek uygulamalar gözden geçirilip oy kazandıracak icraatlar keşfedilecek.
Yerel seçimlerin başlangıç icraatları bunlarla sınırlı değil. Urfa’nın bağımsız Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba AKP’ye geçti, geçirildi. Hatırlanacak olursa bir önceki seçimde AKP aday göstermedi diye bağımsız olarak adaylığını koyup kazanmıştı. Ve elbette CHP’li belediyelere başlayan savcı-polis operasyonları. Şimdilik Eskişehir ve Antalya. Mutlaka devamı da gelecek. Özellikle AKP’nin almak istediği belediyeler açık hedef halinde. (Bu arada AKP’li belediyelerin içinde yolsuzluk yapılmayan bir belediye var mıdır?)
Yerel seçimlerin kazanılması ya da en azından aynı pozisyonun korunması AKP için neden bu kadar önemli? Aslında Tayyip Erdoğan için asıl önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve hemen ardından bir yıl sonra yapılacak genel seçimler. Yerel seçimlerde yaşanacak ciddi bir başarısızlık, hatta AKP’nin başarısız olduğuna ilişkin bir imaj bile Tayyip Erdoğan’ın dolayısıyla AKP’nin bütün planlarını büyük bir riskle karşı karşıya bırakacak. Seçimler arasındaki zamanın kısalığı da direksiyonu tekrar toparlamak için yeterli olmayacaktır. Yani risk çok büyük; AKP’nin 10-12 yıllık saltanatı sona erebilir.
Tayyip Erdoğan bunun farkında olduğu için yerel seçim işlerine çok daha önceden başladı aslında. Yeni Belediyeler Yasası tam da bu gerekçeyle özenle hazırlanıp meclisten geçirildi. Bakan değişikleri bu amaca uygun olarak yapıldı, yapılacak. Hatta Abdullah Öcalan’la başlayan görüşme trafiğinin bile önemli bir nedeni yerel seçimler için Kürtlerden çalınacak oy hesabında yatıyor. Kürt siyasi hareketinin elinden alınacak birkaç belediye bile AKP için çok değerli olacaktır. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, AKP’nin diyalogu başlatma kararı almasının nedenini Türkiye’nin önündeki seçim takvimi, Suriye ve bölgedeki gelişmeler olarak açıklıyor. Kuşkusuz bu durum Kürt hareketinin elini güçlendiren bir faktör.
Diğer yandan AKP’nin hedefinin bu kadar “daralmış” olması, tüm toplumsal muhalefet için AKP’yi geriletmek, başarısız kılmak için hangi hedefe yönelinmesi gerektiğini işaret etmekte.
Tekrar Demirtaş’ın açıklamalarına dönmek gerekirse, Demirtaş, özellikle Suriye’deki Kürtlerin “İmralı sürecini” yakından izlediğini söylerken, “Suriye’deki Kürtler de Öcalan’ın çağrılarını dikkate alırlar ve bu sorunun çözümü halinde Suriye’deki Kürtlerin de Türk hükümetine güveni artar” ifadesini kullanmakta. Bu noktada “rahatsız edici” bir “ima”nın olduğunu belirtmek gerek. AKP’nin Suriye konusundaki hevesleri malum. Öcalan ile sürdürülen pazarlık maddelerinden biri de hiç şüphesiz Suriye. Ancak Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin, bu ülkede yaşayan Kürtlerin siyasal, sosyal, kültürel haklarını kazanma mücadelesini, bir başka ülkenin (ve o ülkede yaşayan halkların) kaderinin belirlenmesi üzerinden hesap etmeleri veya bunu ima etmeleri bile doğru değil. Bu yolla sağlanacak başarının sadece onursuzluğu bile, kurulacak geleceğin çürük temeli olur.
Suriye konusunda ise işler hiç de AKP’nin istediği biçimde ilerlemiyor. Başta ABD ve Rusya olmak üzere emperyalistler uygun bir “gelecek planı”nda anlaşamıyorlar. Bu durum ABD’nin sürece ilgisinin soğumasına neden oluyor. Suudi Arabistan’ın hem bu durumdan kaynaklanan kaygılarla hem de İslamcılar arasındaki ayrılıklara bağlı olarak süreçten büyük ölçüde çekilmesiyle, “iş” sadece Türkiye ve Katar’a kalmış durumda. Bu iki ülkenin çapı ile Esad rejimini devirebilmek mümkün değil. Bu durumun farkına varan Esad muhalifleri bile uzlaşmanın yollarını aramaktalar. Daha önce hiçbir şekilde görüşmeyeceklerini ilan ettikleri Esad rejiminin temsilcilerine görüşme masası öneriyorlar. Şimdiye kadar sessiz kalan İsrail bile, durumun geldiği noktadan memnun olmasa gerek ki Suriye’ye provokatif müdahalelerde bulunmaya başladı. AKP’nin elinde ise 100 binin üzerinde mülteci ve ne idüğü belirsiz, tam olarak kontrolü imkansız İslamcı militanlar kaldı. Bir de müstesna şahsiyet, savaş çığırtkanı Davutoğlu.
Kendisi savaş çıkartmayı beceremeyince şimdi de başkalarını kışkırtmakta ve hatta düşmanından medet umacak kadar acizleşmekte. Esad’ın İsrail’e karşılık vermemesi Davutoğlu’nu çıldırtmış durumda! Diyor ki “Niye İsrail uçakları Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor?”, “İsrail’le Esad’ın arasında gizli bir anlaşma mı var?”. Davutoğlu’nun bu aymazlığı, kendini bilmezliği neresinden açıklanabilir ki. “Koskoca” Dışişleri Bakanı provokatörlük yapar mı? Esad da bu şahsiyete “Ben senin uçağını düşürdüm, onurunu iki paralık ettim, sen neden karşılık vermedin?” dese ne diyecek, ne yapacak acaba?
Bu arada o uçakları uçuracak pilot bile bulamayabilirler! Tayyip Erdoğan’ın tutuklu askerler için yaptığı açıklamalar herkesi şaşırtmıştı. Hakimler bazı komutanları gereksiz yere cezaevinde tutuyormuş. Sonradan anlaşıldı ki Deniz Kuvvetleri kaynıyormuş, savaş gemilerine komuta edecek subay bulunamadığı gibi, var olanlar da istifa etmeyi düşünüyormuş. Bu duruma yeni bir bilgi daha eklendi; 110 savaş pilotu istifa etmiş. Bu sayı askeri pilotların yüzde 15’i demekmiş. Ciddi ciddi savaş planları yapan bir ülkenin subaylarının istifayı düşünmeleri bile o ülke ordusunun harcında bir bozukluk olduğunun açık kanıtıdır. Diğer yandan AKP’nin ülkemizin ve bölge halkları üzerinde oynadığı kumarda elinin ne kadar zayıf olduğunun kanıtıdır.
Bunun farkında olan Davutoğlu’nun dengesi artık iyice bozuldu, icraatı dili ile sınırlı kalmaya başladı. Esad’dan hırsını çıkaramayınca Irak Başbakanı Maliki’ye sarıyor. Maliki düzeysizmiş, çünkü Türkiye’nin bölgedeki etkisini takdir etmiyormuş! Beceriksizliği ve yalanı tekrar etmekte yarar vardır; komşularla “sıfır sorun” tam bir rezalet oldu. Herkes düşman bir tek Barzani “dost” oldu, Kürt feodalitesinin, emperyalist işbirlikçiliğinin temsilcisi. Neden mi? Tamamen “duygusal”. Almanya’dan sonra ikinci en büyük ihracat pazarı Kuzey Irak. Sadece bu yıl yani 2012’de ihracat yüzde 30 artmış ve 11 milyar dolara yaklaşmış durumda. Bu, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 7’si demek. Hedef ise bunu 3-4 katına çıkarmak. Kuzey Irak’ın sahip olduğu petrol ve doğal gaz yataklarının iştahlarını kabarttığını söylemeye bile gerek yok.
AKP yöneticileri bölgedeki en gerici, en işbirlikçi yöneticilerle aralarındaki ilişkiyi geliştirmekte birbirleri ile yarışıyorlar. Son örnek Abdullah Gül’den. Mısır’a yaptığı ziyarette Mısır Cumhurbaşkanı Mursi tarafından uçağın kapısında karşılanmış. Ne büyük bir onur! Hiçbir bedel ödemeden, fırsat kollayarak ve emperyalizm işbirlikçiliği yaparak elde ettikleri Mısır iktidarını şimdi koruyabilmek için halkını katletmekten çekinmeyen Müslüman Kardeşler ve onların temsilcileri, AKP’lilerin en candan dostu olmuş durumda.
* * *
Egemenlerin cephesinde neoliberalizmin kurumsallaştırılması, gericiliğin yaygınlaştırılması ve savaş çığırtkanlığı var. Toplumsal muhalefet ise bu cepheye karşı etkili ve güçlü bir direniş cephesi oluşturamamakta. Sadece devrimcilerin kendi eylemleri ve etkinlikleriyle güçlü bir toplumsal muhalefetin oluşturulamayacağı aşikar. Bu noktada giderilmesi gereken eksiklik; siyasal, ekonomik sorunları yönünde harekete geçen yoksul halk kesimlerine ileri hedeflere yöneltilmesidir. Bunun için gerekli örgütlenme çalışmalarının yapılmasıdır. Ezilenleri hareket ettirebilecek “doğal özneler”in siyasal kavrayışlarının, kararlı tutumlarının geliştirilmesidir. Ekonomik krizden kaynaklanan sorunlar, Kürt sorunu, gericiliğe ve kadın düşmanlığına karşı mücadele bunun olanaklarını sunmaktadır. Örneğin, savaş karşıtı propaganda yapmak, eylemler gerçekleştirmek yetmez, aynı zamanda savaştan doğrudan etkilenecek kesimler içerisinde bu mücadelenin öznelerinin örgütlenmesi, bu öznelerin mücadeleye önderlik etmesinin sağlanması gerekmektedir. Benzer bir biçimde neredeyse hiç kimsenin gündemi değilken “hak mücadelelerini” bu ülkenin gündemine sokan politik çizginin geliştirilmesi için de bu yön kaçınılmaz. Ulaşım hakkı, sağlık hakkı ve özellikle eğitim hakkı mücadelesi sadece devrimcilerin etkinlikleriyle başarıya ulaşamaz. Velileri örgütleyen, onları mücadeleye katan “veli örgütçüleri” olmadan, öğretmenleri örgütleyen, onları mücadeleye katan “öğretmen örgütçüleri” olmadan geri çektirtmeler sınırlı, kazanımlar geçici olacaktır.
Bu konuda yeniden keşfedilmeye gerek olmayan bir çalışma prensibi zaten mevcut; “en geniş kitle çalışması içerisinde en dar kadro çalışması”. Şimdi bu eksikliği giderme zamanı. Bu gerçekleştirildiğinde hak mücadeleleri, çok daha güçlü ve yaygın bir politik iradeyle siyasal iktidarın karşısına dikilecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.