Mezhepçi iç savaş eğer gelişirse, bütün bölgeyi yakar. Aynı zamanda Türkiye, İran ve Körfez ülkeleri “Suriye devrimi” sepetinin içinde yumurta gibi dizilirler. Ben bunun bir iki sene sonra değil, haftalar ya da aylar sonra emarelerinin olacağını düşünüyorum Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Ahdar Brahimi önceki gün Suriye’nin başkentini sarsan, yüze yakın şehit […]
Mezhepçi iç savaş eğer gelişirse, bütün bölgeyi yakar. Aynı zamanda Türkiye, İran ve Körfez ülkeleri “Suriye devrimi” sepetinin içinde yumurta gibi dizilirler. Ben bunun bir iki sene sonra değil, haftalar ya da aylar sonra emarelerinin olacağını düşünüyorum
Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği’nin Suriye özel temsilcisi Ahdar Brahimi önceki gün Suriye’nin başkentini sarsan, yüze yakın şehit ve yüzlerce yaralanmaya neden olan bombalı saldırıları “savaş suçu” saydı. Bunun için bağımsız bir uluslararası soruşturma açılmasını talep etti. Fakat sayın Brahimi uzatılan son altı aylık görev süresince demeçlerinin gazeteciler için cazip olmadığını unutmuş olmalı. Dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi’nde bu saldırıların kınanmasına yönelik girişimi ABD’nin tutumundan dolayı başarısız oldu.
Bu bombalamanın arkasında her kim duruyorsa, bu bir savaş suçudur. Çünkü kurbanlar tamamen masum insanlar, yaşam mücadelesi veren çocuklardır; her an ölümle burun buruna olan, rejimin füzeleriyle ya da bombalı saldırılarla, ister siyasal gruplardan, ister emniyet güçlerinden gelsin, her zaman hedef olan çocuklar… Bu yüzden saldırı, bir savaş suçudur.
Dürüst olmak gerekirse, üzülerek söylüyorum: Bu kanlı girdabın dışına çıkacak yol için bir umut ışığı göremiyorum. Tarafların askeri seçeneğin çözüm olamayacağını anlamaları için doksan bin kişinin şehit olması gerekiyormuş. Ancak o zaman uluslararası oyuncular kendi kanatları altında bir siyasi çözüm için “diyalog” söylemine sarıldılar. O kadar kişi öldü ve tarafların siyasi çözüme ikna olmaları için daha kaç kişinin ölmesi gerektiğini bilemiyoruz. Ne zaman böyle bir olasılıktan söz edilse, medyanın bunu derhal baltalaması, bu sürece bir ölüm ve yıkım makinesi gibi kendini kaptırmış ülkelerin varlığı gösteriyor ki, hızlarından vazgeçmeleri için daha çok insanın ölmesi gerekiyor. İktidar, muhalefet ve diğer bütün taraflar, kendi ikna oldukları şartları dayatıyor ve hiçbiri diğerinin şartlarını kabul edecek gibi görünmüyor.
Cumhurbaşkanı Beşar Esad, Ürdünlü heyetin ziyareti sırasında istifa etmeyeceğini, görevinin başında kalacağını, gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tekrar aday olacağını söyledi. Suriye Muhalifleri Koalisyonundan gelen “Esad’ın ve etrafındaki grubun gitmesi koşuluyla rejimle diyalog yoluna gireriz” açıklamasının ardından bunları söyledi. Öte yandan kadim İngiliz ekonomi dergileri Suriye’nin ölümünün tahmin edilenden çok uzadığını, ama artık maddi ve manevi olarak kendini imha ettiği çöküş sürecinin aylar önce başladığını ve böyle devam ettiğini yazıyorlar. Hadi bakalım, şimdi hangi siyasi çözümden söz ediyorlar?
Dış güçlerin ve özellikle Arapların teşvikiyle ülkenin parçalanmasına engel olmak ve yeniden inşa etmek bizzat yönetimin elinde ve sorumluluğundadır.
Perşembe günkü bombalamalar bir sonraki adımın önemli işareti olabilir; eğer bu tür bombalı saldırılar Irak’ta 10 yıldır devam ediyorsa, her ne kadar iki ülke aynı değilse de, bu saldırı, Suriye’de de benzeri bombalamaların devam edeceğinin göstergesi olabilir.
ABD yönetimi Suriye’de rejimi devirmek için yürüttüğü diplomasi kampanyasını bir kenara itti, tüm çabalarından ve söylediklerinden geri adım attı. Çünkü artık bir tek Amerikan askerini feda etmek istemiyor. Ya da kazançlı çıkıp çıkmayacağının belli olmadığı ve içinden nasıl çıkacağını bilemediği bir savaşın içine girmek istemiyor. Ancak bu tavrının değiştirmesi ve muhalif gruplara ağır silah desteği sağlaması için üzerindeki yoğun baskı var.
Başkan Obama’nın üzerinde iki nedenden dolayı basınç vardır:
Birincisi, ABD’de içeriye dönük reform yapması için ikinci kez seçildi. Bu yüzden Dışişleri ve Savunma Bakanlarını savaş yanlısı olmayanlardan seçti. İkincisi, cidden korktuğu bir başka şey de; Suriye rejiminin bu savaştan galip çıkması olası değil belki, ancak en önemlisi ilk günlerde dile getirildiği gibi günlerinin sayılı olduğunu söylemek mümkün değil ve yakın bir zamanda düşmeyeceğini biliyor.
ABD’nin önde gelen endişesi, en büyük düşman diye ilan ettiği Esad rejimi değil, ya da İslami cihat grupları ve özellikle Nusra Cephesi gibi kontrolsüz grupların hangisinin daha az veya daha çok düşman olduğu meselesi de değil. Amerika’nın tahminlerine göre bu gruplar silahlı muhalefetin beşte dördünü oluşturuyor ve bunların amacı enkazın üzerinden bir İslam devleti kurmaktır. ABD’nin asıl korkusu da bundan sonrasına dair; İsrail içindir…
Obama yeni bir Libya vakası ve onun versiyonu olan Mali ve Afrika sahillerindeki senaryonun tekrarlamasını istemiyor. Böyle bir ihtimalden dolayı aslında Suriye halkından çok, İsrail için endişe duyuyor, Suriye’deki kimyasal silahların İslamcı gruplar ya da Hizbullah’ın eline düşmesinden korkuyor.
En tehlikeli senaryo, Suriye’nin Libya gibi başarısız bir devlet olması kaygısından çok, rejim kalsa da, değişse de, savaşın civardaki diğer ülkelere sıçraması ciddi anlamda kaygı vericidir. Özellikle Lübnan, Ürdün ve Irak’a sıçrama tehlikesi ciddi anlamda kendini gösteriyor.
Oradaki tüm işaretler gösteriyor ki, en zayıf halka Lübnan’dır. Özgür Suriye Ordusu, Lübnan sınırına yakın köylerdeki Hizbullah üslerine saldırdığını ilan ediyor. Suriye Cumhurbaşkanına destek olduğu için Hizbullah’a bir tepkiydi sözde ama bu gelişme, eğer başka bir yöne evrilmez ise, ilkin Lübnan’da bir iç savaşı fitiller ve ardın bütün bölgeyi tutuşturur. Mezhep kaynaklı iç savaş eğer gelişirse, bütün bölgeyi yakar. Aynı zamanda Türkiye, İran ve tüm Körfez ülkeleri “Suriye devrimi” sepetinin içinde yumurta gibi dizilirler. Ben bunun bir iki sene sonra değil, haftalar ya da aylar sonra emarelerinin olacağını düşünüyorum.
Gözlemciler bu trajik fotoğrafı her açıdan görüyorlardır. ABD istiyor ki, Suriye muhalefeti, Irak’taki gibi bir silahlı direniş gücü oluştursun. Onları silahlandırmanın bir koşulu olarak cihatçı gruplardan ve rejimden önde olmalarını ister. Aksi takdirde Suriye topraklarında tutuşturulan ilk ateşten daha kötüsü, bölgesel mezhep savaşlarının tutuşması olur.
Arap ve etraftaki Müslüman (Türkiye)ülkeler, nefret söylemi ve mezhep kışkırtıcılığı nedeniyle bu kanlı savaşa ve kaosa zaten aday ülkelerdir. Ekonomik refahı, kalkınmayı, eşitlik, adalet, yargı bağımsızlığı, bölgedeki değişim rüzgarlarını, demokratik devrimleri unutturmak için mezhep çatışması zemin yarattılar ve intikam çağrıları yapar hale gelmişler zaten.
İsrail… Böyle günlerde hiç kimse İsrail’den söz etmeyecektir. Tıpkı altmışlı yılların ardından takındığımız cehalet ve bunama hali gibi geçmişe dönük bir bunakça “unutkanlık” nedeniyle hiç lafı bile edilmeyecek. Mezhepçilik kalıbına göre dostla düşman yeniden şekillenmiş olacak: Eski dost düşman, eski düşman dost ve kardeş oluverir birden; kardeşlik ya da düşmanlık mezhep temelinde yeniden belirlenmiş olacak çünkü.
Şu anda ne sorumlulardan söz ediyoruz, ne de suçu yükleyecek yerler arıyoruz. Biz sistemin bu suçu ve sorumluluğu taşıdığını yüz kere söyledik. Bunun zamanı geçti artık. Ancak şu anda biz bir ülkenin ve topyekun bir bölgenin geleceğinden, bölge halklarının kaderinden söz ediyoruz… Önümüzde duran ve sunulabilecek tek şeymiş gibi görünen kanlı geleceğimiz söz konusu ve bunun böyle sunulmaya devam etmesinden hepimiz sorumluyuz:
Sorumluyuz, çünkü bize daha az karamsar bir senaryo çizen herkese meydan okuyoruz ve biz daha iyisini sunamıyoruz. Evet, bir şey yapmak adına hareket etmediğimiz için, bizi bekleyen kanlı gelecekten hepimiz sorumluyuz.
22 Şubat 2013
@abdelbariatwan
[Kuds-ül Arabi’deki Arapça orijinalinden Hamide Yiğit tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.