Milli Eğitim Bakanlığı’nın kılık kıyafet yönetmeliğinde değişiklik yapması üzerine Eğitim-Sen’in aldığı eşofmanla derse eylemi kararını sendikalı bir arkadaşım okula gelip haber verdiğinde ona şunu söyledim: “Sakın yüksek sesle söyleme. Okuldaki üyeler duymasın” Bu uyarının nedeni o an bizi duyabilecek olan başörtülü bir üyemizdi. Duysaydı bu arkadaşa nasıl bir açıklama yapacaktık. Diğer sendikalardan gelen taleplere rağmen […]
Milli Eğitim Bakanlığı’nın kılık kıyafet yönetmeliğinde değişiklik yapması üzerine Eğitim-Sen’in aldığı eşofmanla derse eylemi kararını sendikalı bir arkadaşım okula gelip haber verdiğinde ona şunu söyledim: “Sakın yüksek sesle söyleme. Okuldaki üyeler duymasın”
Bu uyarının nedeni o an bizi duyabilecek olan başörtülü bir üyemizdi. Duysaydı bu arkadaşa nasıl bir açıklama yapacaktık. Diğer sendikalardan gelen taleplere rağmen onca istifaların yaşandığı bir dönemde bile sendikayla olan bağını koparmayan bu arkadaşımıza “Sendika, başörtüsüne karşı eylem yapıyor” mu diyecektik? Yoksa, “ Biz özgürlükçü bir sendikayız. O yüzden böyle bir eyleme gidiyoruz” şeklinde ironik bir açıklama mı yapacaktık? “ Eyleme giden işçilerin büyük çoğunluğu kapalıydı; onlara destek veriyoruz ama sen bu kıyafetle okula gelemezsin” mi diyecektik? 40 yaşındaki bir kadına “Seni zorla mı kapattılar” diyecektik? Alevi ve Kürtlerin çok alışkın olduğu bir cümleyi “Benim de kapalı arkadaşlarım var” cümlesini mi tekrarlayacaktık? Bunların hiçbirini yapamayacağımızdan sustuk. Böyle bir eylem hiç yokmuş gibi davrandık.
Fakat susmayanlar da vardı. Kamuoyunda “Eğitim-Sen’liler başörtüsüne karşı eylem yapacaklar” şeklinde haberler yapılmaya başlandı [1] ve ne yazık ki Eğitim-Sen bir kez daha başörtüsünün karşısına, laik-elitist kesimin yanına yerleştirildi. Bu da Eğitim-Sen’in kazanımlarının önüne bir kez daha bu tür kaybedişlerin gelmesine yol açtı. Bu durumu okula ziyaretimize gelen Eğitim-Bir Sen’li bir meslektaşımız şöyle açıklıyordu:
“Özellikle Toplu Pazarlık sürecinden sendikamız çok güç kaybetti. Hatta okuldaki bazı üyelerimiz veya sendika üyesi olmayan öğretmenler Eğitim-Sen’in Toplu Pazarlık sürecindeki ciddi muhalefetinden ve 4+4+4 sürecinin getirdiklerinden dolayı yavaş yavaş sizin tarafa [Eğitim-Sen’i kastediyor] kaymaya başladı. Fakat şimdi kamuda kıyafet serbestisi üzerinden tekrar güç toplamaya başladık. Siz de tam bu zamanda eşofman eylemi yapınca, kitle yüzünü tekrar bize döndü.”
Tabana dayanmayan ve bir çok karşıt politikaya yol açabilecek, sendikanın kitlelerden uzaklaşmasına yol açacak böyle bir eylem kararı karşısında, kanımızca sorulması gereken -hala geç kalınmamış- temel soru, Eğitim-Sen’in kılık kıyafet meselesinde nasıl bir tutum takınması gerektiğidir. Eğer Eğitim-Sen yöneticileri sınıf sendikacılığını benimsiyorlarsa o zaman sendikanın bu tür eylemlerden vazgeçmesi gerekir. Kıyafet sorunu yerine sınıfa ve sömürüye odaklanılması gerekir. Sınıfa ve sömürüye odaklanmak ise tüm çalışanları kucaklayan bir politikadan geçer. Bu politika ise çelişkileri dikkate almaya ve ona göre davranmaya dayanır. Çünkü belli durumlarda yan ikincil çelişki, temel çelişkinin yerine geçebilir.[2] Emekçiler için de durum bu şekildedir. Belirli durumlarda ikincil çelişki örneğin kişinin kıyafeti, cinsiyeti, milleti vb. temel çelişkinin, sınıf çelişkisinin, önüne geçebilir. Bu geçiş sürekli değildir. Fakat ikincil çelişki karşılanmadıkça birincil çelişki, kişi tarafından temel çelişki olarak kabul edilmez. Kürtlerin yıllardır Türkiyeli solculara “Sorunun temel nedeni ekonomi değil” demelerinin de sebebi bu durumla aynıdır. Öncelikli sorunu kıyafetinden dolayı okula alınmama olan bir öğretmene veya AKP giderse “Başörtüsüyle İmam-Hatip Liseleri’nde bile çalışamam” diyen bir öğretmene, eğitimin piyasalaşmasından, sömürüden, kontrol mekanizmalarından bahsedilmesi kişinin temel çelişkisinin göz ardı edilmesine dayanır ve kişi tarafından ikincil çelişki olarak görülür. Burada Marksistler temel bir yanılgıya düşüp asıl çelişkiyi, sınıf çelişkisini temel alması ve ikincil çelişkileri görmezden gelerek, diyalektik değil mekanik bir tavır takınması, sınıftan uzaklaşan bir politikaya yol açmakta, sendikanın kitleler üzerindeki gücüne bir darbe daha vurmaktadır.
Peki Eğitim-Sen’in takınması gereken tavır ne olmalıdır? Eğer başörtüsüyle ilgili bir tavır takınmak gerekiyorsa bu Bekaroğlu’nun “Cipli türbanlı, durakta otobüs bekleyen türbanlı ayrımı”[3] olmalıdır. Eğitim-Sen insanların kıyafetleriyle uğraşmak yerine, bu kişilerin kıyafetlerini kabul edip, böyle oldukları halde sömürüldüklerini hatta daha fazla sömürüldüklerini belirtmeli, onların bu çelişkisini çözdükten sonra sınıfa ve sömürüye odaklanmalı, son olarak özgürlük kavramını en uç noktasına kadar kabul edip, özgürlüğün savunulmasını veya bu terimin kullanılmasını dinci/gerici çevrelere bırakmayarak, emekçileri bu çevrelere terk etmemelidir.
Özgür Yüce
Öğretmen
[1] (http://www.kamudanhaber.com/tanitim.php?hid=http://www.kamudanhaber.com/sendika/egitim-sen/basortusune-karsi-esofman-eylemi-yapacaklar-h115786.html , 2012)
[2] Mao, Z.(1992) Teori ve Pratik, Ankara : Sol Yayınları.
[3] Bu Adama Dikkat! Mehmet Bekaroğlu, http://benaslindayokum.blogspot.com/2009_03_01_archive.html 10/02/2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.