İnternette yayınlanan Yolunda AŞ “Bir Ankara Dümeni” adlı dizi Ankara Çinçin’de yaşayan Fehmi Kır ve arkadaşlarının maceralarını anlatıyor. Dizinin yapımcısı İsa Yıldız, ANF’de yayımlanan söyleşisinde kara mizah türünde çektikleri dizinin güldürü amacı gütmediğini, gerçek hayatı anlattığını söylüyor Toros Film ve Mynet işbirliğinde gerçekleştirilen Yolunda AŞ “Bir Ankara Dümeni” isimli dizi, Ankara Çinçin Bağları mahallesinde yaşayan […]
İnternette yayınlanan Yolunda AŞ “Bir Ankara Dümeni” adlı dizi Ankara Çinçin’de yaşayan Fehmi Kır ve arkadaşlarının maceralarını anlatıyor. Dizinin yapımcısı İsa Yıldız, ANF’de yayımlanan söyleşisinde kara mizah türünde çektikleri dizinin güldürü amacı gütmediğini, gerçek hayatı anlattığını söylüyor
Toros Film ve Mynet işbirliğinde gerçekleştirilen Yolunda AŞ “Bir Ankara Dümeni” isimli dizi, Ankara Çinçin Bağları mahallesinde yaşayan Fehmi Kır ve arkadaşlarının hikayelerini anlatıyor. Dizinin yönetmenliğini Emre Budak üstlenirken, dizinin baş karakteri Fehmi Kır’ı Erdağ Yenel, Tek Kat Memet’i Hasan Göktaş oynuyor. Ankaralı bir ekibin çektiği dizinin en uzun bölümü 20 dakika. Dizide kaçak elektrik kullanma tarifinden, mezarda dua okuyarak para kazanma işine kadar televizyonlarda rastlanmayan hikayeler anlatılıyor. Türkiye’nin ilk profesyonel web dizisi olan Yolunda AŞ, Facebook, Mynet, Youtube gibi siteler üzerinden de izlenebiliyor. Kısa sürede internet fenomeni haline gelen dizinin yapımcısı, Memleket Meselesi filminden tanıdığımız yönetmen İsa Yıldız’la Yolunda AŞ “Bir Ankara Dümeni” üzerine konuştuk.
Yolunda AŞ nasıl bir dizi?
Yolunda AŞ, bir kara mizah dizisi. Zinhar bir komedi değil. Çinçin’de yaşayan karakterlerin hikayelerini anlatıyor. Bir alt kültür dizisi. Gerçekler üzerinden anlatılmış, salt güldürü amacı gütmeyen ya da güldürü malzemesi sunma matematiği kurmayan bir dizi. Metnimizde politik bir duruş göstermiyoruz ama metnin arkasında hayattan bir örnekleme aldığımız için alt metin olarak bir politik duruş var. Bu anlamıyla bir kara mizah. Çünkü varolan şeyi sadece göstermek gibi bir niyetimiz var. Daha komik hale getirip, güldürü unsurları eklemek gibi bir derdimiz yok. O derde girince bunun ismi televizyon oluyor. Hep beklentiye cevap vermek ya da alternatif üretmemek, sürekli arzu edileni vermek ve sonra bundan şikayetçi olmak saçma dediğimiz televizyon sisteminin matematiği.
Diziye çok yoğun bir ilgi var. 6 bölüm çekilmiş olmasına rağmen yüzbinlerce izleyicisi var. Siz bekliyor muydunuz böyle bir ilgi?
Bir beklentimiz yoktu aslında. Deneyelim bakalım, biraz da kendimizin izleyeceği bir şey olsun, kendi kafamızdaki mizah olsun diyerek başladık. Ben daha önce televizyona 20 tane dizi yazdım. Bu 20’nin 15 tanesi siparişler 5 tanesi de sistemin iyiliği için kendini sisteme göre adapte edip yazdığımız yönettiğimiz işler. Burda patronajın ve varolan medya sisteminin dışında birşey görelim dedik. Bu hızı beklemiyorduk. Hem de mecrayı tanımış olduk. Bu hız biraz da internetin hızı. Yani internet denen medyanın kendi hızı. Televizyondan çok daha hızlı bir şey. Yurtdışında da çok izleniyor dizi. Sitelerden gelen verilere göre dizinin yurtdışında da çok sayıda izleyicisi var.
İnternet dizisi yaptığınız için daha özgürsünüz değil mi? Çünkü dizide argo var, kaçak elektiriğin nasıl kullanılacağının tarifi var…
Tabi tabi. Kaçak ellektriğin nasıl kullanıldığını öğrendik. Faturayı ödeyemeyecek olanlara öğrensinler falan diye. Ciddi yapıyoruz yani. İnternet dizisi değil aslında. Çünkü daha jargonu, terimeleri oluşmamış bu dünyanın. Biz bir dizi yapıyoruz ve bunu internetten yayınlıyoruz. internet dizisi yapmıyoruz. Yapmak istediğimiz dizi bu. Ama televizyon sistemi bunun için uygun bir mecra değil. Yani bu kadar eli kolu sallanan bir şeyi anlatmaya uygun bir yer değil. Çok traşlamak gerekiyor.
Traşlamak gerek diyorsunuz ama dizi hayatın içinden bir dizi değil mi? Zaten varolan bir durumu traşlamak neden gerekiyor?
Televizyonda hayat yok. Televizyonda hayatın içinden şeyler yapılmıyor. Bir söz vardır, “Ayna insanları dünyayı istila ediyorlar” diye. Televizyondaki gerçeklikle internetteki ve normal hayattaki gerçkellik bambaşka. Televizyonda bir imajinasyon yaratılıyor. Bu da gerçek değil gerçeğin üzerine inşa edilmiş bir gerçek bile değil. Çok kopuk yani. Sokaktaki insanın hikayesi hiç yok. Yapılamıyor daha doğrusu. Hayatla ilişkisi paralel değil televizyonun. Hayata tepeden bakan, onu idealize eden, izleyenin iradesini tamamen elinden alıp onu özendirecek bir konuma çeken bir şey. Bir ayna tutma ya da gerçeği lanse etme-yansıtma gibi bir derdi yok. Görevi de yok zaten. Buna yüklenemeyiz. Bu da böyle bir şey. Televizyonlardan teklif alıyoruz ama diziyi televizyonda yayınlamak gibi bir planımız yok. Zaten dizinin şimdiye kadar yayınlanan bölümlerinin toplam süresi 71 dakika. Süre anlamında da televizyonla pek uyuşmuyoruz.
Dizi ekibinin profili nasıl? Kim ne iş yapıyor?
Ekip tekniker olarak profesyonel değil ama hepsi okumuş çocuklar. Başroldeki Erdağ Yener ODTÜ’de felsefe eğitimi alıyor ve daha önce tiyatrolarda oynamış. Diğer arkadaşlar da Çankaya Belediye Oyuncuları’ndan. Aynı zamanda dizinin yönetmenliğini de yapan Emre Budak, Memleket Meselesi filmimden de oyuncu arkadaşım. Senaryoyu da arkadaşlarla beraber oluşturuyoruz. Aslında imece usulü çalışma yapıyoruz biz. Senaryo hep beraber oluşturuluyor. Tabi ki iş paylaşımımız var. Mesela dizideki Çinçinli genç İbo, kullanılan argo kelimeleri kazandırıyor senaryoya. Tek kat Memet’i oynayan Hasan Göktaş, senaryo üzerine çalışıyor. Dizide küfür yok ama fazlaca argo var. Küfür olmasını da çok düşünmüyoruz. İnternet dediğimiz yer denetimsiz bir yer olduğu için kendi denetimimizi kendimiz yapmamız lazım. Çünkü dizinin kitlesinde fazlaca çocuk var. Küfürü bir güldürü malzemesi olrak kullanmak istemiyoruz.
Çinçin’de bir dizi çekme fikri nasıl oluştu? Çinçin’de daha önce bir dizi çekilmiş miydi?
-Hayır, Çinçin’e daha önce kamera girmemiş. Girmesi de çok kolay değil. İstanbul’daki varoşlar, kenar mahalleler gibi değil orası, daha politik bir yer. Darbe zamanı çok eziyet çekilen, göçle kurulan bir bölge değil Çinçin. Göç öncesi 50’lerde hatta 40’larda kurulmuş bir yer. 80’lerde sol politik olmuş. Mahallede o kuşağı görmüş olan herkes çok ağır işkenceden geçmiş. Süreç içerisinde de sistem tarafından çok ağır ötelenmişler. Şehrin ortasında, polisin dahi girmediği, onlar için suç imparatorluğu haline gelmiş bir yer. İstanbul’da öyle kapalı bir mahalle yok. Resmen mahalleye girerken referans soruyorlar. O derece ürkütmüşler insanları.
Peki dizi ekibi nasıl girdi?
Bizim arkadaşlarımız onlar, seviyoruz onları. Çinçin çok seviyor bizi. Onlar da bizi sevmese zaten mahalleye giremezdik, kamera sokamazdık. İstanbul’da karşılığı Tarlabaşı, Dolapdere, Fikirtepe. Ama buralar şehirle ya da sistemle daha barışık, şehirle daha organik ilişkide mahalleler. Çinçin daha kapalı. Biz diziyi çekerken ben eğitimden geçtiğimi düşünüyorum orada. İnanılmaz insanlar var.
Çinçin nasıl bir yer, ne tür deneyimler yaşattı?
Bir kere şöyle; ittilmiş, dışlanmış oldukları için insanlar daha kanaatkarlar. Kentin hızından daha az bir ritimde yaşıyorlar. Sosyal zekaları çok daha gelişmiş. Sürekli hikaye anlatıyorlar. Anlatıcılar yani. Kahveye git kayıt cihazını koy çok güzel hikayelerle çıkarsın. Çinçin, genelde işsiz ve sigortasızlardan oluşan bir mahalle. Devamlı işlerde çalışan insan sayısı çok az. Geri kaldığı için eğitim seviyesi düşük. İsminden dolayı bir antireferans var. Okumamış olanların da kentte iş bulmaları zor. Zaten toplu konuta kurban gitmek üzere. Yarısını toplu konut almış durumda. Eğitimsizlik, cehalet değil tabi. Orada insanların ciddi bir politik ve dünya bilinçleri var. Mahalle içinde hiçbir sorunları yok aslıda. Beyazlar dışardan gelince biraz sorun oluyor. Ama beyazlar da beyaz yani. Belediye onların yaşamasından bile memnun değil. Çünkü şehrin ortasında bir arsa. Yani Çinçinliler kimsenin umrunda değil. Herkesin göz konforunu bozan bir durum var ortada yani.
Dizide mahalle sakinleri de oynuyor mu?
Mahalleli oynuyor. Üç karakterimizden biri olan İbo’yu oynayan arkadaşımız Çinçinli bir genç. Mahallenin ileri gelenlerinden, referans soranlardan birisi. Şu an İbo Ankara sokaklarında yürüyemiyor. Çok popülerleşti.
Çinçin’de karakterler mezar temizliği ya da dua ederek para kazanıyor. Çİnçin’de geçim kaynağı mı bu tür işler?
Çinçin’in yarısı mezarlıktan geçiniyor. Cebeci Asri Mezarlığı orası. Bir takım abilerimiz de orada yatıyor. Meşhur bir mezarlıktır. Karacaahmet ya da Zincrlikuyu Mezarlığı gibi büyük bir mezarlıktır. O mezarlıktan yaşayan geniş bir halk kesimi var. Mezarlık hizmetleri vererek hayatını devam ettiren geniş bir halk kesimi var. Her an bir ölü var ve mezarlığa giderseniz her an bir mezar kazabilirsiniz. Sürekli mevlütler, mezar ziyaretleri var. Bizde de mezar önemlidir biliyorsunuz. Öldükten sonra irtibat kesilmez ya… Orada bir hayat oluşuyor. Dizideki gibi o mezarlıktan geçinen insanlar var. Dizideki gibi kenar mahallelerin yarısı kaçak elektrik kullanıyor. Kullanmasını da tasvip ediyoruz zaten. İmkanı yoksa ne yapacaksınız? Elektrik, hava, su, toprak bunları insanlara vermekle yükümlü zaten kimse o yapı. Devletse devlet, kralsa kral vermekle yükümlü. Olmadığı yerde yapana ceza kesemezsiniz. Böyle bir mantık yok. Ne yapsın o insanlar? Soğuktan ölsünler mi? Çoluğu çocuğu var. Yaşlısı, genci, hastası var. Plazada oturup kaçak ellektrik kullanıyorsanız, burda bir sorun var. Ama tek göz gecekonduda yaşayıp, kışı atlatmaya çalışırken kaçak elektrik kullanıp buna ceza yazmak… Böyle bir devlet olmaz. Böyle insanlıkta olmaz. Ödeyenlerin de “Bunlar niye ödemiyor da kaçak kullanıyorlar” demeleri de insani değil bence. O insanlar macera olsun diye ödememezlik yapmıyorlar. TEDAŞ’la sıkıntı yaşayalım, biraz vakit geçer diye de yapmıyorlar. İmkansızlıktan yapıyorlar.
Gökçe Rojda Gönençay/ANF