AKP’nin son görüşme hamlesi Kürt sorununu tekrar esas gündem haline getirdi. Yeni ‘barış’ sürecinin ne olduğunu ve iktidarın gerçekte ne yapmak istediğini anlamaya çalışan tartışmalarla beraber konuyla bağlantılı diğer gelişmelerin de zaman zaman öne çıktığı bir gündem çerçevesi oluşmuş durumda. Söz konusu gelişmelerin en önemlisi kuşkusuz Paris katliamıdır. Suikastin ardında hangi güçlerin olduğunu anlamaya çalışmak […]
AKP’nin son görüşme hamlesi Kürt sorununu tekrar esas gündem haline getirdi. Yeni ‘barış’ sürecinin ne olduğunu ve iktidarın gerçekte ne yapmak istediğini anlamaya çalışan tartışmalarla beraber konuyla bağlantılı diğer gelişmelerin de zaman zaman öne çıktığı bir gündem çerçevesi oluşmuş durumda.
Söz konusu gelişmelerin en önemlisi kuşkusuz Paris katliamıdır. Suikastin ardında hangi güçlerin olduğunu anlamaya çalışmak önemli ve zaten bu sayede “iç infaz” gibi sorumluğu örgüte yüklemeye çalışan dezenformasyonlar bir nebze olsun geriletildi. Ancak dedektiflik meşguliyetine varan bir uğraşının “erişebilirlik” sınırlarının farkında olmak gerekiyor. Zira herkesin kabul ettiği gibi olay profesyonel ve siyasal bir cinayettir ve gerçek sorumlularının hiçbir zaman yargı önüne çıkarılamadığı malum “muammalardan” biridir. Elbette ki bu kısıtları bilmek üç Kürt kadınının katledilmesini talileştirmez. Bu cinayetler Hrant Dink cinayeti gibi insanlık davasıdır ve peşi bırakılmamalıdır.
Konuyla ilgili diğer bir gelişme, daha doğrusu diğer bir “malumun ilanı” da CHP’li Birgül Ayman Güler’in yaptığı konuşmadır. O sözlerle ne kastedildiğini anlamaya çalışmaktan evvel, bu konuşmanın farklı kimliklere bölünmüş bir toplumda nasıl algılanacağını anlamaya çalışmak lazımdır. Konuşma ortalama bir Türk milliyetçisine “helal sana Türk solu” bir Kürde de “eski tas eski hamam” dedirtecek türdendir. Görünen o ki Kürt sorunu karşısında MHP ile ulusalcılar arasında tam bir tutum birliği vardır. Bunun aleni bir söylem birliğine dönüşmesinin önündeki engeller ise CHP’nin iç dengeleri ve bu topluluğun kendine yakıştırdığı sosyal demokrat kimliktir. Kürt sorununun bırakın çözümünü, konuşulması bile CHP’nin iç bütünlüğü içinde devam ettirilemeyecektir ve bunun “Türk işi sosyal demokrasinin” ulusalcılığa evrimi olması nedeniyle de “solun” yararına bir gelişmedir. Gelişmeyi müspet kılan, “gerçek sosyal demokrasi”nin tekrardan zuhur edeceği umudu değil sol düşüncenin tekrardan ideolojik itibar kazanmaya başlamasıdır.
CHP’den arta kalan solun neoliberalizmden arınmış ve dört başı mamur olamayacağı malumdur ancak hiçbir yeni toplumsal hareketin kapsamı pür sınıfsal olmamıştır ve olamaz da. Sınıfsal veya doğru ideolojik doğrultu denen şey deneyimlenerek edinilen ve bu deneyim zeminlerini tekrar tekrar zorlayan iradi müdahalelerle ulaşılacak bir seviyedir. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-dinci gibi dikotomilerden azade bir toplumsal hareket beklentisi bugünün Ortadoğu ve Türkiye’sinde ham hayaldir. “Kürt hareketinin destekçisi” ve “CHP’nin eklentisi” gibi fobileri kışkırtan sosyalist ulemalıklar yerine, neoliberalizmin rakipsiz temsilcisi AKP’ye karşı solda mevzilenebilecek bu toplumsal kesimlerin, sosyalist hareketle nasıl ilişkilendirilebileceği üzerine kafa yormak lazımdır. Bu gerekleri anlamak için gözümüzün önünde cereyan eden Ortadoğu sürecine ve oradaki toplumsal hareket örneklerine bakmak yeterlidir.
Mısır ve Tunus’ta başlayan toplumsal hareketlere dönük manipülasyon ve içerme harekatı bugün “görüşme” adı altında Kürtlere uygulanmaktadır. Bunda şaşılacak bir yan yoktur. Çünkü Kürtler yeni Ortadoğu coğrafyasının en dinamik toplumu ve dört ayrı Ortadoğu ülkesinin ortak kesenidir. Kürtleri hesaba katmayan ve içermeyen yeni bir Ortadoğu düzeninin rasyonel olamayacağı nedeniyledir ki Kürt hareketi sol ve bağımsız çizgisinden uzaklaştırılarak kısmi kültürel haklarla ve zenginleşme vaatleriyle pazarlık masasına çekilmektedir. Ancak bu anlaşmanın çok da kolay olmayacağı bilinmelidir çünkü Kürt hareketi Ortadoğu’daki diğer muhalif hareketler gibi kendiliğinden ve programsız bir hareket değildir. Kürtler bir hareket oldukları kadar bir “mekanizmadır” da. Anlaşmayı zorlaştıran bir diğer neden de Kürtlerin karşısına oturmuş olan AKP’nin verebileceklerinin sınırlı olmasıdır. AKP, Türkiye sağına içkin Türklük merkezli ulus anlayışı nedeniyle hiçbir zaman Kürt toplumuyla simbiyotik bir ilişki kuramayacaktır.
AKP küresel neoliberal Ortadoğu planlarına angaje olmuştur. Ve bütün Ortadoğu faylarının harekete geçtiği bir dönemde Türkiye’nin de bundan etkileneceğinin farkındadır. Mevcut yapısıyla bütünlüklü bir halde geçemeyeceği bu dönemi güçlü ve oyun kurucu görünerek ve de ecdatlarından kalma “din ulusu” gibi formlarla geçiştirmek istemektedir. AKP’nin yenilik dediği şey Osmanlının muhafazası için Abdülhamit’in geliştirdiği Panislamizm, istibdat ve Türk-Sünni nüfusun en tepede olduğu bir kimlikler hiyerarşisidir.
Kemalizm’in de yeni bir kuruluşun çimentosu olmaya ne mecali ne de inandırıcılığı kalmıştır. 1921-1924 aralığını gerçek Kemalizm diye lanse eden uyumlulaştırma hamlelerine rağmen ezilenlerin hafızasındaki 80 yıl, bu projeyi layık olduğu yere yerleştirmiştir. Hiçbir güncelleme çabası Kemalist ideolojiyi tekrar bir kuruluş ideolojisi olarak parlatamayacaktır.
Toplumsal mücadeleler tarihinin uzunca bir geri çekilmeden sonra yeni ve hareketli bir dönemine giriyoruz. Mevcut yapısıyla devam edemeyecek ve kuruluş sancıları çeken bir ülkenin geleceği, otoriter ve zorba projelere teslim edilmemelidir. Sosyalist hareketin alabildiğine gerilemiş olması kuşkusuz önemli bir dezavantaj ancak bilinmeli ki hiçbir toplumsal kabarış solu beklemez. Solun içinde olmadığı hareketlenmelerin de mevcut tarihsel şartlarda etnik ve mezhepsel boğazlaşmalarla sonuçlanacağını bilmek gerekiyor. Sol–sosyalist fikirlerin toplumdan kopukluğunu ideolojik bir hijyen prensibi gibi sunan anlayışlara aldırmadan yeni dönemin gerektirdiği yeni bir “kurucu akıl” oluşturulmak zorundadır. Çünkü Ortadoğu ve Türkiye halklarının gerçek barış ve özgürlük yürüyüşü soldan geliştirilecek bu ilk adımlarla mümkün olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.