İnsanın bir tasarlayıcıya veya bir başlatıcıya ihtiyacını ancak insanın vicdanı belirler. Genellikle Tanrı-birey arasındaki ilişki bir çıkar ilişkisidir. Bu ilişkide Tanrı, soyut ve pasif olandır. Onu metalaştıran ve bencil çıkarları için kullanan birey ise somut ve aktif olandır. Hiçbir dindarın insanlık için ibadet ettiğine tanık olmadım. Dindarın teolojik uğraşısı, müşkül durumlarda Tanrı’nın olası desteğini almak […]
İnsanın bir tasarlayıcıya veya bir başlatıcıya ihtiyacını ancak insanın vicdanı belirler. Genellikle Tanrı-birey arasındaki ilişki bir çıkar ilişkisidir. Bu ilişkide Tanrı, soyut ve pasif olandır. Onu metalaştıran ve bencil çıkarları için kullanan birey ise somut ve aktif olandır. Hiçbir dindarın insanlık için ibadet ettiğine tanık olmadım. Dindarın teolojik uğraşısı, müşkül durumlarda Tanrı’nın olası desteğini almak içindir. Russell, bu imgeyi şöyle açımlamaktadır: “Sadece günahları olanların tanrıları vardır.” Dolayısıyla dindar birey, kendisi için ibadet eder. Bu yüzdendir savaşlar, katliamlar, kıyımlar, kırımlar, ölümler. 6 milyarlık dindar dünyanın bencil lanetlileri birbirine karşı nasıl da kindar. Türkiye’deki okullarda okutulan bir din kitabında şöyle bir tümce geçiyordu: “Cennete gitmek için iyilik yap.” İnsanlığı kurtarmak için iyilik yap demezler. Cennete gitmek için iyilik yapmak, yine bencil bir eylemdir. Dindar insanın sabah kalktığında ilk söylediği “Tanrım beni koru.” Başkasının mutluluğu için dilekte bulunmak, dindar insanın bencil dünyasında tecelli etmez. Sokrates’in o ünlü aforizması hemen aklıma geliyor: “Erdem, başkası için de mücadele etmektir.”
Dindar insan ötekileştirir, ayrıştırır, ırkçıdır, üstün ırk olduğunu düşünür, histeriktir, Tanrı’ya dahi bir kimlik biçer. Tanrı, Türk’ü korusun. Kime karşı ve neden? İşte Namık Kemal, Vatan Yahud Silistre’de terennüm ediyor: “Biz vatanı koruruz, Allah da bizi korusun.” Her şeyin sahibi ve yaratıcısı neden seni ve vatanını korusun ki? Bir acayip çelişki. Artık her şey sarih! Din, bireyin vicdanında uyuklayan masum tanrıyı silahlandırarak cephede pervasızca savaşan bir nefer haline getirir.
Tanrı-birey bağlamında insan, tözdür. Asıl yaratıcı insandır. Öyle ki ruhsal zayıflığının anaforlarında bir güç yarattı. O(insan) her şeyin sahibidir. Üretim araçları onun elindedir. Üstelik onların Tanrı tarafından kendisine bağışlandığını söyleyecek kadar pespaye.
Şimdilerde Rusya’da dindar birey, yine serkeşlik içinde. Lenin, kızıl terörü kışkırtmışmış ve eserleri yasaklanmalıymış. Aynı birey, Birinci Paylaşım Savaşı’nda binlerce masum insanı Slavcı ve yayılmacı bir duyguyla cepheye gönderen ve halkı perişan eden maraz çar II. Nikolay ve soyluları adına propaganda yapan eserlere hoşgörü tanır. Sokaklarda din adamları ve müritleri hep birlikte “Boje çarya hrani-Tanrım Çar’ı koru” şeklinde çığırtkanlık yapıyorlardı. Bakunin haklı çıktı. Gerçekten de devlet ve kilise, yeryüzündeki tüm canlı varlıkların cellâtları gibi. Lenin, bu cellâtlara karşı mücadele etti. Rus köylüsünün ve işçisinin mütemadi köleliğine karşı verilen mücadeleye kızıl terör adını verdiler. Kolunda 30 bin dolarlık saatiyle vaaz veren ve Sovyet politikasını acımasızca taşlayan Patrik Kiril, oligarkların soygunculuğunu nedense aynı şiddetle eleştirmez.
Kiliselerin Sovyet yönetimi tarafından yıktırılması, dinin yaşama süresini ve önemini arttırmaktan öteye gitmemişti. Sosyalizm adına kabul edilmesi gereken stratejik bir hataydı. Bireyin vicdanında uyuklayan Tanrı’yı silahlandırmak veya onu öldürmenin akıbeti aynı: militan dindarlık. İnanç, aslında Lev Tolstoy’un öğretisinde yeterince ifşa edilmektedir: “İnanç, irade ile vicdanın antlaşmasıdır.”
Milli birlik ve beraberlikten bahseden Başbakan Tayyip Erdoğan, dindar bireye iyi bir numunedir. Kendisi şu ana kadar bireyler arasındaki beraberliği yıkmak için büyük çaba sarf etti. Meydanlarda haykırıyor:“Cemevi ibadet yeri değil, Karaca Ahmet Cemevi ucubedir” diye. Çok kültürlü ve kimlikli bir toprak parçasını yönetmek için yola çıkmış bir dindarın ağzından çıkan bu tümceler, dinin mantığını yeterince açıklıyor. İşte bencil dindar birey de budur. Sadece istediği gibi yaşamak değil, başkalarını istediği şekilde yaşamaya zorlamak. Bu tür bencilliğin arkasında ‘dindar şovenizm’ gizlidir. Devletin en tepesindeki bir zimamdarın bu söylemleri sosyal alandaki semeresini çok gecikmeden almıştı. Malatya Sürgü’de Ramazan davulunun çalınmasından rahatsız olan bir aileye kitlesel baskı uygulanmıştı. At, sahibine göre kişner. Ramazan davulcusu aslında tüm telakkiyi yansıtmıştı. ‘Bu dava, İslam’ın davasıdır’ demişti. İslamcı ve Türkçü bir ulus-devletin yetiştirdiği bir bireyin ruh haliydi o. İslam ve Türklük dışında ne varsa karşı çık, tanıma, küçük düşür, yok et, linç et. Bütün bu ırkçı ve dindar öğretinin kendisi zaten bir düşman yaratma ve bölme nedenidir. Alevilerin evlerine çarpı işareti koyuyorlar. Egemenlerin yaptığı tek müdahale, o çarpı işaretini silmek. Oysa yapılması gereken, saldırganın beynindeki aymazlığı silmekti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.