Fazla değil, bundan bir ay kadar önce Sendika.Org’ta Burhan Kuzu’nun Radikal’de yayınlanan “zapt edilemeyen bir ter sokak kaldı” beyanının olduğu röportaj üzerine bir yazı yazmıştım. Yazının Sendika.Org’ta yer almasından, belki de bir kaç saat sonra mail hesabıma bir daha giriş yapamadım. Hacklendi çünkü. Hemen belirtmeliyim acemilerin kıracağı cinsten bir şifre değildi. Yayınlanan yazı için böyle […]
Fazla değil, bundan bir ay kadar önce Sendika.Org’ta Burhan Kuzu’nun Radikal’de yayınlanan “zapt edilemeyen bir ter sokak kaldı” beyanının olduğu röportaj üzerine bir yazı yazmıştım.
Yazının Sendika.Org’ta yer almasından, belki de bir kaç saat sonra mail hesabıma bir daha giriş yapamadım. Hacklendi çünkü. Hemen belirtmeliyim acemilerin kıracağı cinsten bir şifre değildi.
Yayınlanan yazı için böyle bir karşı hareket açıkçası aklıma dahi gelmemişti.[1] Ancak son günlerde yaşananlar aslında sürpriz denen şeyi kendi kendimize yarattığımızı gösteriyor. Artık sürprizlere kapalı olmamız lazım. İktidara karşı, özellikle, ulusal ve/veya sınıfsal bir şekilde karşı olan herkes için hedefe çakılması ve buna uygun bir muamele ile karşılaşması artık sürpriz değildir.[2]
Sokağı zapt etme adımları
AKP hükümeti aracılığı ile burjuvazi, Burhan Kuzu’nun ifadesiyle, askeri kışlaya soktu, yargıyı da normale döndürdü. Ancak, gene Burhan Kuzu’nun ifadesiyle, geriye bir tek sokak kaldı.
Sokağın egemenler için anlamı kendi karşıtlarının var olabildikleri, sadece var olmakla kalmayıp koşullar oluştuğunda onları alaşşağı edebilme gücüne sahip oldukları tarihsel ve sınıfsal bir mecra olmasıdır. Bu bağlamda her iktidarın tarihsel rüyasıdır sokağı zapt etmek.
AKP’nin etkili ağızlarından Burhan Kuzu’nun bu sözleri arkasından peş peşe olanlar (Teknokent ve Daiyang işçilerine yapılan vahşi saldırı, ÇHD üyelerinin tutuklanması, Grup Yorum’un gözaltısı ) iktidarın sokağı zapt etmek için iktidarın fiilen ve kapsamlı bir harekete geçtiğinin göstergesidir. Ve bu hareket oldukça planlıdır.
Türk burjuvazisi asker ve yargıyı zapt etmeyi başardıktan sonra ulusal ve sınıfsal karşıtlarının üzerine doğru daha hızlı manevra yeteneğini kazanmıştı. Son bir kaç yıldır Kürt Ulusal Hareketi’ni KCK operasyonları adı altında (DTP başta olmak üzere birçok demokratik kurumu da) geriletmek istedi. Ancak bu manevralar bizzat Kürt Ulusal Hareketi tarafından sokakta kalmakta ısrar edilerek, henüz boşa çıkarılmasa da, anlamsızlaştırıldı. Sonbahar aylarında cezaevlerindeki açlık grevleri ile de mücadelenin içeride ve dışarıda da devam ettiği, edeceği iktidara gösterildi.
Türkiye cephesinde ise sokağın gücü, tarihsel olarak dağınıklığın verdiği zayıflığa rağmen, gene tarihsel olarak var olan inatla, son zamanlarda özellikle öğrenci hareketleriyle, iktidarın canını epeydir sıkmaktadır. 2012 Aralık ayı sonundaki ODTÜ protestolarına karşı iktidarın bu kadar kudurgan davranmasının altında bu sıkıntıyı görmek gerekir.
ÇHD üyelerinin mevcut tüm hukuk kurallarının bizzat savcı ve polis tarafından ihlal edilmesiyle gözaltına alınmaları ve akabinde tutuklanmaları iktidarın son yıllardaki pervasızlığının yeni göstergelerinden birisidir.
Ancak ÇHD üyeleri boşuna seçilmemişlerdir. ÇHD’li avukatlar gözaltılar başladığında ve devamında, iktidarın mevcut kalelerinin birisinde, adliye koridorlarında, “devrimci” olduklarını inatla haykırmışlardır. İşte bu devrimci inadın varlığı, sokağı zapt etmek gerektiğini ısrarla dile getiren iktidarın en büyük korkusu ve can sıkıntısıdır.
Ve şimdi namlusunu sokağın en önemli örgütleyicisi olan devrimcilere doğru yeniden ve kapsamlı bir şekilde çevirdiğini görmekteyiz. ÇHD bu bağlamda sembolik anlamı yüksek bir hedeftir. Devrimcileri savunmakla kalmayıp her türlü direnişe hem hukuki hem de fiili destek veren ÇHD’ye saldırılması, savunma hakkının devrimciler aleyhinde fiili olarak engellenmesine yönelik bir hamledir.
Hukukun sınıfsallığı
AKP iktidarı 12 Eylül’ün dahi aklına gelmeyeni yapmıştır. Bugün demokratik haklar olarak tanımlanan her şey yasallık kılıfı altında suç kapsamındadır. Yasal haklar, iktidarın tanımladığı suç (özellikle terör) kapsamına sokmak için sunulmuş izinlerdir sadece. Bu nedenle yasal bir gösteri ya da Kültür Bakanlığı’nca onaylanmış bir kitap bir gün aleyhte delil olarak kullanılabilir. Ki aslında amaç da zaten budur. Delil bulmak yerine yasal olanı delile çevirmek.
Bu nedenle AKP iktidarı diyor ki; katıldığınız her eylem, okuduğunuz her kitap, yer aldığınız her toplantı yasaldır. Katılmakta serbestsiniz. Ancak her an aleyhinize delil olarak kullanılabilirler. Bu bağlamda AKP’nin faşizan yöntemleri 12 Eylül faşizmini aşmıştır.
Egemen Bağış daha 4 Ocak 2013’te, “Tarihimizin en özgürlükçü dönemini yaşıyoruz” dediğinde çoğumuz gülmüşüzdür. Gülmekte de haklıydık. Ancak Egemen Bağış’ın kimin için özgürlükten bahsettiğini unutmamak gerekir. Gerçekten de bugün Türkiye’de burjuvazi ve onun iktidar aygıtları için tarihlerinin en özgürlükçü dönemlerini yaşıyoruz ve bir süre daha yaşayacağız. Bu bağlamda iktidarın attığı her adımın öncelikle sınıfsal bir karakteri olduğunu akıldan çıkarmamak gerekmektedir.
Neler olacak, ne oluyor, ne yapmalı?
Bir ay önceki yazımda sürecin ileride sertleşeceğini dile getirmiştim. Geçen sayılı günler göstermiştir ki sertleşme hem hızlanıyor hem de boyut değiştiriyor.
İktidar namlusunun ucunu, başta işçi sınıfı ve emekçiler olarak halka ve onların örgütlü alanlarına doğru çevirmiştir. Grevlere acımasızca ve vahşice saldırmaları, Şişecamda’da polis gücüyle işçi kıyımına hazırlanmış olmaları, ÇHD üyelerini kendi hukuk kurallarını açıkça çiğneyerek tutuklamaları sertleşmenin güçlü işaretleridir.
Bundan sonra kendisini demokrat olarak tanımlayan ve iktidar karşıtlığını sınıfsal ya da en azından anti-kapitalist temelde tanımlayan örgütlü güçlere saldırılar daha da artacaktır.
Olan şey ise birçok demokratik kurum ve örgütün niceliksel güçlerinin tersine, cezaevine gitmeyi göze alarak, gerekirse çatışarak da olsa sokakta kalma iradesi, ısrarı ve azmidir.
Ancak bu inadın yanında bir de DİSK, KESK gibi emek örgütlerinin niceliksel güçlerinin tam tersine sokaktan uzak kalmaları vardır. Acımasızca gelebilir ama fiili durumu bundan ibarettir.
Ancak unutulmaması lazımdır ki bu suskunlukların ya da üretimden gelen güçlerin özellikle ve öncelikle siyasal talepler için ortaya çıkarılmamasının iki tane önemli sonucu olacaktır:
Birincisi bu saldırı dalgası eninde sonunda sokaktan uzak duranları da kapsayacaktır. Ki AKP iktidarının, zamanı geldiğinde, emek örgütlerini terör başta olmak üzere bir suç kapsamına almasını engelleyecek bir şey, her şeyden önce iktidarın sınıfsal karakterinden dolayı, hiç bir şey yoktur.
İkinci olarak niceliksel ve niteliksel güçlerini iktidarın mevcut saldırılarına karşılık, akıllara durgunluk verecek biçimde atıl tutan her demokratik kurum, sınıf ve emek örgütü kavga tarihinde bugünlere dair nasıl hatırlanacaklarını, nasıl kayıt edileceklerini de bugünden belirlemektedirler.
Sokağı zapt etmek isteyenlere, birleşik ve güçlü biçimde sokakta cevap vermenin zamandır. İktidarın bu yeni ve kapsamlı saldırılarına karşı, parçalı hali bir an önce sonlandıracak, değiştirecek, gerekirse 30-40 yıllık algılarla, alışkanlıklar yüzleşip onları dönüştürecek bir iradenin ortaya çıkarılma zamandır. Bu düşüncem naif bulunabilir. Doğrudur da. Ancak tersinin yarattığı, yaratacağı tahribatla karşılaştırıldığında bu naifliği tercih etmenin ve onda ısrar etmenin daha anlamlı ve gerçekçi olduğunu düşünüyorum.
Sınıfsal ve emek güçlerini ortaya sunmaktan imtina eden kurum ve örgütler için tarihin bugününe dair dile getirdiğim düşünce, parçalı davranmakta ısrar eden, bunu bir meziyet sayan her türden sol-devrimci hareket, düşünce için de geçerlidir. Bugünler ileride nasıl anılacağımızı da belirleyen günlerdir.
Ya birleşeceğiz ya da… Noktalı kısmı tarih dolduracaktır. Bunu da acımasızca yapacaktır. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
[1] Mailimin hacklenmesi ile “benimle de uğraşıyorlar” derken amacım bir tür böbürlenme değil, tersine iktidarın kendisine karşıt olarak tanımladığı ile mücadelesinin çeperinin genişliğine dair bir vurgudur.
[2] Özellikle kelimesini özellikle kullandım. Gülmeyin ama Ertuğrul Özkök bile her an içeri alınacağını ciddi ciddi düşünebiliyor. http://tinyurl.com/akcsq4f
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.