“Bakan değiştirerek kurtulamazsınız, değişmesi gereken bakan değil, değişmesi gereken sistem. Ve biz o sistemi eninde sonunda değiştireceğiz!”
“Bakan değiştirerek kurtulamazsınız, değişmesi gereken bakan değil, değişmesi gereken sistem. Ve biz o sistemi eninde sonunda değiştireceğiz!”
Tayyip Erdoğan’ın performansının sınırlarını zorladığı dönemlerden birini daha yaşıyoruz. Her konuya müdahale ediyor, yeni gündemler icat ediyor, sağa sola laf yetiştiriyor. Bu duruma daha çok seçim öncesi dönemlerde tanık olunurdu, ancak zaten AKP “üç seçimlik döneme” en azından hazırlıkları itibariyle erken gireceğinin sinyallerini vermişti. Böylesi bir dönem için en kritik iki konu ile başlanmıştı; yeni Anayasa hazırlığı ve Kürt sorunu. Her seçim öncesi yeni anayasa yapma vaadi veren ama her seferinde bundan kaçan Tayyip Erdoğan, bu dönemde bu yalanın artık kendi aleyhine döneceğini anladığından olsa gerek, bu kez taktik değiştirdi; “kendisi yeni anayasa yapmak istiyordu, hatta yeni sistem (başkanlık) kurmak istiyordu ama diğerleri engel oluyordu”. Yeni Anayasa yapma süreci şimdilik bu taktikle uzun bir süre daha gidecek.
Kürt sorununda girilen yeni sürecin (Abdullah Öcalan’ın muhatap alınmasının açıklanmasıyla başlayan) AKP için iki nedeni var. Suriye, Irak ve İran ile değiştirilmeye çalışılan ilişkiler artık kritik bir noktaya geldi ve başta yerel seçimler olmak üzere üç seçimlik süreçte Kürtlerin tercihleri AKP’nin başarı ya da başarısızlığını belirleyecek. Tayyip Erdoğan’ın bu konuda sürekli herkese (MHP’ye, CHP’ye, PKK’ye) laf yetiştirme çabası aslında sürecin her an kontrolünden çıkabileceği kaygısından kaynaklanıyor. Fransa’da üç PKK’li kadının öldürülmesi bu sürecin hiçbir zaman doğrusal bir çizgide ilerlemeyeceğinin göstergesi. Kim yapmış olursa olsun (ister AKP-ABD-NATO cephesinden birileri isterse Suriye-İran-Rusya cephesinden birileri) bu süreç bu soruna muhatap olan ya da bu sorundan bir şekilde etkilenebilecek her öznenin müdahalesine açıktır. Bu tür müdahaleleri engellemek AKP’nin sorumluluğundadır ve bu süreçteki tutumları AKP’nin ciddiyetini gösterecektir. Ancak Tayyip Erdoğan’ın sorunu tanımlayışı ve süreçten beklentileri başlı başına sakatlıklarla dolu olduğu için sürecin doğru bir çizgide ilerlemesi mümkün gözükmemekte. Tayyip Erdoğan sorunu, “Benim için Kürt sorunu yoktur, bu artık sadece terör sorunu” olarak tanımladıkça ve beklentisini “PKK’nin silahlı güçlerini sınır dışına taşıması” olarak açıkladığı sürece “provokasyonlara” açık bir ortam devam edecektir.
Öcalan’ın (ada’nın) muhatap alınmasıyla yeni (ama son değil) bir sürecin başlaması, malum çevrelerde bir panik yaratacağı açıktı. Ve farklı türden bir provokasyon ise CHP içinden geldi Birgül Ayman Güler’in gerekçeleri, dayanakları her türden saçmalığı, akıldışılığı barındıran açıklamalar. Aklınca ırkçı bakış açısıyla, etnoloji bilim dalının yeniden yazılmasına neden olacak sarsıcı teoriler, aşamalar (boy, klan, milliyet, ulus) geliştirdi. İçeriğini tartışmaya bile gerek yok; bu şahıs ırkçıdır, çiziniz, geçiniz!
Bu konuda ilginç olan CHP’nin parti yöneticilerinden, parti kadrolarından ve CHP kitlesinden (Adıyaman milletvekili dışında) güçlü bir tepkinin gelmemiş olmasıdır. İyimser bir değerlendirme ile “AKP karşısında bütünlüklerini bozmak istemiyorlar” denebilir ancak söz konusu olan CHP olunca iyimser olunamaz. Bu zihniyetlere CHP içinde tavır alınması örgütlenmedikçe Kılıçdaroğlu’nun tüm söylemleri “takiye” den öteye geçmez. İstenildiği kadar geciktirilmeye çalışılsın CHP hızla bir yol ayrımına doğru gitmektedir. Ve bu gidişatta bu tür zihniyetlere gösterilecek hoşgörü (ister CHP içi “sol”dan isterse CHP dışı “sol”dan) bu zihniyetleri değiştirmez tam tersine pozisyonlarını güçlendirir.
Provokasyonlardan devam etmek gerekirse, en büyüklerinden biri kuşkusuz Patriot’lar. Tayyip Erdoğan bunların hala savunma amaçlı olduğunu söylüyor, sanki Suriye’nin Türkiye’ye savaş açma olasılığı varmış gibi. Oysa patriotlar savunma amaçlı değil, doğrudan taciz amaçlı. Ancak Tayyip Erdoğan’ın yalan üzerine kurduğu propaganda (ne yazık ki) başarılı. Üstelik patriotlara karşı çıkanların Esad yanlısı olarak gösterilmesi/gözükmesi de ayrı bir talihsizlik. Tayyip Erdoğan’ın yalanlarını, neyi ne zaman yapacağını bilmemenin getirdiği kaypaklığı da beslemekte. İşte bir örnek: Tarih 21 Kasım 2012, diyor ki “NATO’dan sınıra füze talebimiz olmadı, iddialar asılsız. Dışişleri yetkilisi kim? Dışişleri yetkilisinin açıklama yapma yetkisi yok. Karar verme makamı biziz. Benim böyle bir şeyden haberim yok. Savunma Sanayi İcra Konseyi’nin başkanı benim. Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı var. Üçümüzün haberi olması lazım. Böyle bir şeyden haberimiz yok. Sağır duymaz uydurur cinsinden haber yapıyor.” Çok değil bir ay sonra yani 21 Aralık 2012’de ise Patriot savunma sistemlerinin konuşlandırılacağı yerleri açıklıyor.
Emperyalist ülke askerleri tarafından kurulan, kullanılacak olan patriotlar, ülkemizi savunmak bir yana saldırının açık ve ilk hedefi haline getirecektir. Emperyalist çıkarlar uğruna AKP, Türkiye halklarının geleceğini kumar masasına yatırmıştır. Tayyip Erdoğan’ın bu kadar gündem saptırmaya çalışması boşuna değil!
Bu konuda büyük tekelci sermayenin de yeni dönemde çok daha fazla Erdoğan’ın yanında olacağını belirtmek gerek. Bilindiği gibi büyük tekelci sermayenin, adı dernek olan ama kendisi siyasi parti gibi çalıştırılan yapısı TÜSİAD 43. Genel Kurulunu yaptı. Ümit Boyner’in yerine Bursa’dan Sütaş’ın sahibi Muharrem Yılmaz seçildi. Bu genel kurulda bazı ilkler de yaşandı. Yönetim Kurulu’nun sayısı 10’dan 12’ye çıkarıldı. Milliyetçi-İslamcı kırması Kayserili Memduh Boydak ile Cizreli akaryakıt dağıtıcı Tarkan Kadooğlu yönetime katıldı. Kadooğlu, TÜSİAD yönetim kuruluna giren ilk Kürt işadamı. Ancak buradaki ince mesaj şu ki bunlar zaten ilk 10’a girmiş (alınmış) olmadılar, “+2” olarak kurula eklenmiş oldular.
Yeni genel başkan 602 üyenin oy birliği ile seçildi ama bu üyelerin yaptığı tek şey ellerine tutuşturulan, matbu olarak basılmış oy pusulalarını sandığa atmak oldu. Çünkü yeni yönetim kurulunun kimlerden oluşacağına Güngör Uras’ın dediği “Derin TÜSİAD Örgütü” daha önceden karar vermişti. Yani ülke için, siyaset için demokrasi nutukları atan, herkese “demokrasi dersi” veren TÜSİAD’cılar, kendi çıkarlarını kimin daha iyi dillendireceği söz konusu olduğunda “baba üyeler”in despotizmine teslim olmak zorundalar. Ve bu “baba üyeler”in tercihi olan Muharrem Yılmaz, yeni dönemde “iktidarla kötü olmama arzusunu” uygun biçimde hayata geçirecek.
Diğer yandan AKP, yeni üç yıllık dönem için tahkimatını da iyi yapmak zorunda. Tayyip Erdoğan, Kürt sorunu ve yerel seçimler gündemlerini dikkate alarak, kabinede kısmi revizyona gitti. Yapılan değişiklikler bir süredir bekleniyordu. Başbakan Erdoğan’ın kabineyi “dinamik” tutmak için her hükümet döneminde revizyona gittiği bilinen bir gerçek. Ancak bu revizyonun yerel seçimler öncesinde başka bir anlamı daha var. AKP’deki “üç dönem kuralı” gereği kimi bakanların (Sağlık Bakanı Recep Akdağ gibi) bir sonraki dönem bakanlık görevinde bulunamayacak. Başbakanın halihazırdaki bakanlar için de yerel seçimlerde uygun birer pozisyon bulacağı bekleniyor. Yani orta vadede kabinede yeni değişiklikler olacak. Şimdilik 25 bakanlığın 4’ü değişti. Ve tamamı icracı bakanlıklar. Ekonomi alanına ve diğerlerine henüz dokunulmadı. Bu değişikliklerin tek bir ortak noktası yok. Tayyip Erdoğan, İdris Naim’e yani yıllardır onunla birlikte olan eski dava arkadaşına, onu 1,5 yıl bakanlıkta tutarak borcunu ödedi. Tıpkı bir zamanlar “uyuyan” Turizm ve Kültür Bakanı olan Atilla Koç’a ödediği gibi. Yerine gelen Muammer Güler zaten çok “tanıdık”. (Taksim’de dolaşırken ona rastlayabilirsiniz). Yılların bürokratı, hangi siyasetçi gelirse gelsin, huyuna suyuna gitmeyi iyi bilen biri. CHP ya da MHP iktidarında bile rahatlıkla bakanlık yapabilir. Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği, verilen taktikleri harfiyen yerine getirmesi çünkü özellikle Kürt sorununda en ufak bir “gaf” büyük sonuçlar doğurabilir. Ayrıca bu içeriyi hedefleyen süreçte Mardinli olması da kullanılabilecek iyi bir malzeme.
Recep Akdağ, 11 yıldır (Abdullah Gül hükümetinden beri) Sağlık Bakanı. Sağlık alanında sermaye lehine yaptığı temel dönüşümlerden sonra artık bu temel üzerine üst yapıyı yapmak özel hastane (üç tane) sahibi Mehmet Müezzinoğlu’na devredildi. Yolsuzlukları “gizli belgeli”. Ama yeni süreçte tam da onun gibi birine ihtiyaç var. Çünkü bundan sonraki sürecin asıl “bilen”i o. Özel hastane nasıl açılır, taşeronun neye ihtiyacı vardır, hasta müşteri nasıl yolunur, doktordan maksimum verim nasıl alınır…
3 dönemdir AKP milletvekili olan ancak hiçbir bakanlık görevinde bulunmamış olan Ömer Çelik’in Kültür ve Turizm Bakanlığı’na getirilmesi ise onun taltif edilmesi. Performansı geleceğini belirleyecek. Ancak Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği performans kültür alanında değil, turizm alanında. O da turizm gelirlerini arttırmakla uğraşacak. Ertuğrul Günay’ın zaten suyu ısınmıştı. Tayyip Erdoğan’ın ondan beklediği sosyal demokrat konu mankeni olma işlevini layıkıyla yerine getirdi, O da AKP’den cukkasını doldurarak beklentilerini karşıladı.
Ve Ömer Dinçer. Tayyip Erdoğan’ın has adamı, hatta hocası. Önce başbakan danışmanı, sonra Çalışma Bakanı ve nihayet Eğitim Bakanı. Ne oldu da vazgeçilen adam oldu? Erdoğan’ın açıklamasına göre “Milli Eğitim’de yeni bir süreçteyiz. 4+4+4, öğretmenlerin beklentileri, eş durumunda öğretmenlerde beklentiler var. Bunu süratle aşmamız gerekiyor”. Eğitim hakkı mücadelesinin yıprattığı Ömer Dinçer yeni süreci kaldıramaz; öğretmenler konusunda da oy kaybettiriyor. Artık Ömer Dinçer de misyonunu tamamladı, tıpkı Çalışma Bakanlığında yaptığı gibi yolu düzledi, mayınların bir kısmını patlattı.
AKP, milli eğitimde artık beşinci bakanı devreye soktu: Nabi Avcı. Bu da kuşkusuz aklınca yeni yenilikler yapacak. Ama 4+4+4 sistemini topyekun değiştirmeden çünkü zaten bu ucubenin mimarlarından kendisi. Ve bu ucubeyi canhıraş savunanlardan. Hatırlanacağı gibi 4+4+4 meclis komisyondan geçerken AKP güruhuna bu şahıs komuta etmişti komisyon başkanı olarak. Yeni bakanın bir özelliği daha varmış, mizah yazıları yazarmış ve bu mizah yazılarında kendisine uygun bulduğu takma ad da “Molla Kasım”mış.
Kendisine “molla” sıfatını yakıştıran bu şahsın 4+4+4 sisteminin devamında neler yapabileceğini tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor. Yaptıkları, yapacaklarının zaten göstergesi.
Ancak aynı dönemde bir başka gelişme daha yaşandı. Hatırlanacağı gibi CHP’nin bile 4+4+4’e muhalefeti yasa meclisten geçtiği anda sonlanmıştı. Ama Halkevciler mücadeleye devam etti ve ediyorlar da. Yeni bakanı da geniş katılımla yaptıkları “Eğitim Hakkı Forumu” ile karşıladılar. Ve verdikleri mesaj netti; “Bakan değiştirerek kurtulamazsınız, değişmesi gereken bakan değil, değişmesi gereken sistem. Ve biz o sistemi eninde sonunda değiştireceğiz!”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.