Başbakan Erdoğan 31 Mayıs’ta seçim mitingi için gittiği Hopa’da suyuna ve yaşamına sahip çıkanlar tarafından protesto edildi. Bu eylemde Metin Lokumcu polis şiddetiyle hayatını kaybetti ve sonrasında 5 ildeki protesto eylemlerine katılan 147 kişi gözaltı alındı. Su ve yaşam hakkına yönelik saldırıları 14 Ocak’ta gerçekleşecek Hopa davası avukatlarından Arzu Becerik ve Hopa davasında yargılanan Halkevleri […]
Başbakan Erdoğan 31 Mayıs’ta seçim mitingi için gittiği Hopa’da suyuna ve yaşamına sahip çıkanlar tarafından protesto edildi. Bu eylemde Metin Lokumcu polis şiddetiyle hayatını kaybetti ve sonrasında 5 ildeki protesto eylemlerine katılan 147 kişi gözaltı alındı. Su ve yaşam hakkına yönelik saldırıları 14 Ocak’ta gerçekleşecek Hopa davası avukatlarından Arzu Becerik ve Hopa davasında yargılanan Halkevleri Karadeniz Bölge Temsilcisi Taylan Kaya ile konuştuk. AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın Hopa’da bir dizi hukuksuz uygulamaya imza attığını söyleyen Becerik, tüm bu saldırılara karşı Hopa halkının dayanışma içerisinde olduğunu söylüyor. Hopa’nın AKP’ye meydan okuduğunu söyleyen Kaya ise Hopa’da verilen mücadelenin AKP karanlığına teslim olmayanlar için umut olduğunu ifade ediyor.
Halkın talepleri kapsamlı, ses getiren bir noktaya gelince şiddetle bastırılıyor. Bu noktada polisin kullandığı en az güç bile yasa dışıdır
31 Mayıs’a ve sonrasına baktığınızda Hopa davasının sizce özgünlüğü ne?
Hopa davası bence bir simge oldu. Hopa davası Türkiye’nin yönetim şekli, karar alma süreçleri, bu süreçlere toplumun katılımı veya dışlanması; tüm bunların birleştiği bir sürecin adı. Bir tane Hopa davası yok. Birçok şey Hopa davasıyla anılıyor. Hepsi de birbirini tamamlayıcı süreçler. Bu süreç, AKP’nin kendisini adlandırdığı ‘ileri demokrasi’ ile hiç alakasının olmadığını, kapitalizmin uygulanmasını sağlamak için çok daha otoriter hatta bazı noktalarda faşizan bir yaklaşıma doğru gittiğini gösterdi.
Hopa’da hükümetlerin kârlılık tercihiyle halkın hayatını sürdürebilme tercihi çatışmıştır. “Derelerin üstüne HES yapmak istiyorsun ama yaparken doğayı geri dönüşümsüz bir şekilde yok edeceksin, tahrip edeceksin. Bizim için yaptığını iddia ettiğin HES’le, geçim kaynaklarımızı, balıkçılığı, çay tarımını, tarımsal üretim için kullanılan suyu ve buradaki doğal ortamı yok edeceksin. Şunları şunları istemiyoruz” diyoruz. Asıl konu buradan çıkıyor.
HES’lerle ilgili yeterli inceleme ve kontroller yok. Bunların önlemi alınmıyor üstelik hükümetin politikalarının şu olduğu çok ortada: birincisi kârlılık. İhtiyaçla orantılı bir yaklaşım yok. Araştırmaların tamamı halkın tepkisini yavaşlatmak için ama gerçek bir analiz yok. İkincisi maliyet. Sadece parayla ve kâr ile ölçülüyor, doğanın ve insanların durumu düşünülmüyor. Üçüncüsü ve en önemlisi orada bir karar alınırken halka bir şey danışılmıyor. Halk bilgilendirilmiyor, tercihleri dinlenmiyor, dikkate alınmıyor.
Halk da toplantılar ve gösteriler yapıyor. Bunun amacı yönetime katılmak; bu katılım da engelleniyor veya yok sayılıyor.
Halkın yönetime katılımı sokakta karşılığını nasıl bulur?
Türkiye’ye baktığımızda haklar ile yönetim arasında tam tamına bir çatışma var. Demokrasi alanları daraltılıyor. Bu yüzden Türkiye’deki yönetim biçimini de daha faşizan görüyorum.
Bakacak olursanız, ekonomik sistem daha temelden sorgulanmaya başlandı Türkiye’de. Asgari ücretin alım gücü düşüyor. Bu, yaşam alanına müdahale edilerek yapılıyor. AKP kendi uygulamalarını, üst yapı kurumlarını istediği noktaya getirmeye çalışıyor ama halkı, muhalefeti halledemedi. AKP kimseyi yönetime ortak etmek istemiyor. Sermaye sınıfının el değişikliğinde kendi alanını genişletme çabası da var, eski sermaye sahiplerinin yanına yenileri de geliyor. Bedeli halktan alınıyor. Zaten ekonomik olarak sıkıştırılmış halkın muhalefeti de sert olmak zorunda artık.
Halkın talepleri kapsamlı, ses getiren bir noktaya gelince şiddetle bastırılıyor. Şiddetle bastırılırken Başbakan belli kurumları olduğunca faşizan bir şekilde yönlendiriyor. Polis, bastırmak için sınırsız hatta ölüme varan müdahaleler yapabiliyor. Burada polisin kullandığı güç noktasında ‘orantılılık’ tartışması bile yapılamaz. Kullandığı en az güç bile yasadışıdır. Çünkü halk orada kendisini anlatmak için bir toplantı yapıyor. Örneğin Ankara’daki protesto sonrasında Dilşat Aktaş’ın darp edilmesi. Dilşat panzere çıktığı için dövüldü. Yani amaç gösteriyi engellemek değil, cezalandırmak, diğerlerine de gözdağı vermek. Göstericiler dağılırken yapılıyor müdahaleler.
Hopa sonrasındaki olayların gelişim seyrine bakarsak…
Başbakan Hopa sonrası operasyonları doğrudan kendisi yönetti. Halk, yaşam alanlarının daralmasını, yok edilmesini istemedi. Bu isteklerini Başbakana doğrudan duyurmaya çalıştılar. Başbakanın buna tahammülü yok. Polis, Başbakanın gözüne girebilmek için kontrolsüz şekilde müdahale ediyor. Polisin şiddetini Başbakana yaranıcı şiddet olarak görüyorum. Sonuçta Metin Lokumcu hayatını kaybetti. Ama Başbakan çıkıyor diyor ki “Orada bir polisin yaralanması söz konusu”, yani durumu denkleştirilmeye çalışıyor.
Oysa o polisin yaralanmasında göstericilerin doğrudan bir etkisi yok. Başbakanın konvoyundaki polislerin hayatı bizzat başbakan tarafından tehlikeye atılmış, otobüs seyir halindeyken ayakta durduklarını, düşmemeleri için hiçbir önlem alınmadığını da görüyoruz. Yaralanan korumanın da otobüs seyir halinde iken açık kapıdan sarktığı görülüyor. Hopalılar, yaşam alanlarını korumak için, kuşatılmalarına rağmen geri adım atmayınca, Başbakan istediği gibi bir miting yapamıyor. Tepki büyüyünce Başbakan bu eylemi suç haline dönüştürmeye çalışıyor, “Bir takım eşkıyalar ülkeyi bu hale getiriyorlar” diyor ve yargıya da mesajını veriyor. Mahkemeler de etkilendi. Yargılamada uygulanacak yasa bu talimatla değiştirildi. ilk soruşturma 2911’e muhalefetten açılmışken Başbakanın açıklaması sonrası Terörle Mücadele Kanunu kapsamına alındı ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı tarafından soruşturma yürütüldü, tutuklamaya da bu şekilde olanak sağlandı. Lokumcu’nun ölümü ile ilgili polislere soruşturma açılmadı.
Hopa davasında nasıl bir hukuki saldırıyla karşı karşıya kalındı?
Suçlamalar gerçekçi değil. Olsa olsa 2911’i ihlalden söz edilebilir, kaldı ki biz gösterilerin ona da aykırı olmadığını düşünüyoruz . Türkiye’de uzun zaman 2911’den tutuklama yapılmıyordu. Bunda AİHM’in Türkiye hakkındaki ihlal kararları etkiliydi. AİHM, “2911’den yapılan yargılama sonunda beraat kararı veriyorsanız yargılama sürecinde tutuklama yapmanız ihlaldir” dedi. Bu sefer Türkiye AİHM’e 2911’den gitmesin diye terör örgütü üyeliğinden göndermeye başladı. Türkiye toplu ifade özgürlüğü ve gösteri hakkı konusunda AİHM sorununu terörle mücadele kapsamına sokarak aşmak istiyor. Üstelik kendisine karşıt grupları anında cezaevine koyarak ellerini kollarını bağlıyor. Örneğin Hopa olaylarında en etkili muhalefet kimlerdi. Öğrenciler ve Halkevleri’ydi. DGM de (ÖYM) onları terör örgütü diye yargılandı. Bu yargılamayla topluma da terör suçu işlenmiş gibi sunulmaya ve toplum bu yönde ikna edilmeye çalışıldı.
Davalara gelirsek, burada ev baskınları oldu, bunların usulsüz olduğu belliydi, peki neden yapıldı?
Davalarda toplumsal muhalefet nasıl çalışır, nasıl örgütlenir bunu öğrenmeye çalışıyorlar. Bir takım aramaların, ev baskınlarının usülsüz olduğunu emniyet de, savcılık da biliyor ama bunu yapıp veri toplamak istiyolar.
Halkın talepleri kapsamlı, ses getiren bir noktaya gelince şiddetle bastırılıyor. Bu noktada polisin kullandığı en az güç bile yasa dışıdır.
Duruşmada sloganlar, kitaplar delil olarak gösterildi. Örneğin “Katil AKP” sloganı…
AKP’ye “katil” diyebiliriz. Orada bir ölüm var, bunu polisler gerçekleştirdi ve bu iktidarın polisi bunu yaptı. Bu durumda “katil AKP” diyebiliriz, buna tahammül edecekler. Bunu suç olarak sayamazsınız. Biz davadaki ifade özgürlüğü tartışmasını savunma sınırında kalmayacak ve hakları daha genişletecek şekilde yaptık. En rahatsız edici muhalefetten yola çıktık. İfade özgürlüğünü rahatlatmak içindi bu tercihimiz. Yani o dava ifade özgürlüğü davası oldu.
Bu saldırıların ve davanın Hopa’ya etkisini nasıl görüyorsunuz?
Halk aslında bu gösterinin ve arkasından gelen saldırıların kendi hayatlarına değecek bir şeyle ilgili olduğunun bilincinde. Kararlılıkları buradan geliyor. Yaşam hakkına müdahalenin farkında. Karadeniz’de şöyle bir şey var. Panel yaparken birilerini çağırırken “biz hiç HES yaptırmadık” diye söze başlıyorlar. Destek isterken kendi kararlılıklarını da sürekli vurguluyorlar. Burhan Kuzu’nun korkarak, “Bir tek sokak kaldı halledemeğimiz” diyerek ifade ettiği gibi sokak mücadelesinin etkili olacağının farkındalar. Sokak mücadelesi muhalefetin doğrudan yapıldığı yer.
14 Ocak’ta Hopa ana davası görülecek ve davaya birçok avukat müdahil oluyor. Davanın savunması için nasıl hazırlık yapılıyor?
Davanın geç açılması ilginin azalmasını ve toplumun dikkatinden kaçmasına neden oluyor. Öğretim üyelerinin katılımıyla 13 Ocak’ta “Halkın yönetime katılımı, kazanımları tehdit eden politikalar karşısında insan hakları” konulu bir panel gerçekleştirilecek. Bu panelde Hopa direnişine dair ayrıntıların gösterilmesini amaçladık. Hopa direnişinde hak kullanımının altını çizmek istedik. HES’ler konusunda da ihtiyaç olup olmadığı ve yöreyle uygun olup olmadığı, hakkın kullanımının engellenmesi nasıl yapılıyor, bu engellemenin araçları nelerdir konuşulacak. Polis şiddetinin tanımı ve görünme biçimleri tartışılacak. Yargı ne şekilde kullanılıyor ve etkisizliği konuşulacak. AİHM ve uluslararası denetim konuşulacak. 14 Ocak’ta duruşma var. Duruşmaya tüm sivil toplum örgütlerinin katılımını bekliyoruz. Duruşmada halkın yönetime katılımının demokrasinin zorunlu koşulu olduğunu, buna yapılan müdahalenin yasa dışı olduğunu söyleyeceğiz. Sonuçta Metin Lokumcu öldürüldü ve buna karşı açılmış bir dava yok. Eylemcilere karşı açılmış üç dava var. Ana davanın 2. duruşması olacak. 51 kişi yargılanıyor bu davada. Hopa olaylarından bu yana bölgede yaşayanlar üzerindeki baskılar artıyor. Esnaflara afiş astığı için cezalar kesiliyor. Ancak Hopalıların dayanışması da tıpkı 31 Mayıs’taki gibi sürüyor.
Hopa davasında yargılanan, Tayyip Erdoğan’a karşı haykırılan sloganlardaki taleplerdir, ‘Satılık suyum yok’, ‘Çayda sömürüye son’ diyenlerdir
[highlight bgcolor=”white” txtcolor=”red”]31 Mayıs’tan sonra HES’çi firma gitti[/highlight]
31 Mayıs’ta Hopa’da yaşananları, Hopa halkının direnişini kısaca değerlendirir misiniz?
Taylan Kaya: Hopa öteden beri ilerici, demokrat kimliğe sahip bir ilçe. Hopalılar çoğunlukla iktidarların söylem ve vaatlerine kanmayan, itiraz hakkını kullanan, talep eden, hak arama bilincine sahip insanlar. Dolayısıyla baskıcı, gerici, neoliberal politikaların uygulayıcısı AKP’ye karşı biriken bir öfke söz konusuydu. Derelerimizi sermaye sahiplerinin yağmasına açan Hidroelektrik Santral (HES) projeleri ve çayın değersizleştirilmesi, çoğunluğu çay üreticisi olan Hopa halkının AKP’nin yağma politikalarına karşı rahatsızlığını daha da artırıyordu.
Bu yüzden pek çok siyasi iktidar temsilcisi Hopa’da protestolarla karşılanmış, sokaklarda gezemeden ilçeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Tayyip Erdoğan bütün bu durumları bile bile, adeta meydan okumak için Hopa’da miting yapmak istedi. Hopa halkı ise durumu tersine çevirerek büyük bir direnişle AKP’ye meydan okudu. Bu direniş ülkemizin dört bir yanındaki AKP politikalarının mağduru işçilere, öğrencilere, kadınlara, Kürtlere, Alevilere bir umut oldu elbette. Ama bu direnişle özellikle HES karşıtı mücadele yeni bir boyut kazanmış oldu. Yer yer fiili direnişler olsa da çoğunlukla hukuki mücadelelerle sürdürülen HES karşıtı mücadelede fiili mücadele çizgisinin önemi daha da belirginleşmeye başladı. 31 Mayıs’tan birkaç gün sonra Hopa’da HES yapmak isteyen firma projeden vazgeçtiğini açıkladı. Ardından, Tortum’ da, Gerze’ de, Solaklı’ da bu önemli direniş örneklerini gördük.
Aslında Hopa davasında yargılananlar kimlerdir? Yargılanan nedir?
Hopa’da yaşananlardan sonra onlarca insan gözaltına alındı. 17 kişi tutuklanarak aylarca hapishanelerde kaldı. Önce Tayyip Erdoğan bizleri “eşkıya” ilan etti; sonra AKP medyası “terörist”, “Ergenekon uzantısı” gibi ifadelerle gerçekleri çarpıtmaya çabaladı. Durumdan vazife çıkaran özel yetkili savcılar da yargılamaları terör kapsamına sokmaya çalıştı. Şimdi yargıladıkları, 31 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan’a karşı haykırılan sloganlardaki taleplerdir. “Satılık suyum yok” diyenler, “Çayda sömürüye son” diyenler; emeğine, ülkesine sahip çıkanlar yargılanıyor.
[highlight bgcolor=”white” txtcolor=”red”]‘Yalan da kalmadı kanacak insan da’[/highlight]
Hopa’da ve Doğu Karadeniz’de bugün su hakkı mücadelesi ne aşamada?
HES’lere karşı su ve yaşam hakkı mücadelesinin bir döneminin sona erdiğini söyleyebiliriz. HES’ler çoğunlukla yerel direnişlerin olmadığı ya da çok zayıf olduğu yerlerde inşaa edildi. Oldukça güçlü halk direnişlerinin yaşandığı pek çok yerde ise henüz kazma vurabilmiş değiller. AKP ve şirketler bu zamana kadar halkı ikna etmek için bütün yalanlarını söyledi, bütün hilelere başvurdular ve ancak bu kadar yol alabildiler. Şimdi yalan da, yalana kanacak insanlar da kalmadı. Yani, yeni dönem HES mücadelesi açısından oldukça sert bir süreç bizleri bekliyor.
Sendika.Org