Birgül Ayman Güler olayında, millet/milliyet tartışmalarıyla, CHP’nin faşizan tavrı gölgede kaldı. CHP, anadilde savunma hakkına karşı çıkarken zaten yeterince faşizan bir tutum içindeyken, Güler’in sözleri öne çıktı. Birgül Ayman Güler’in milliyet tanımı yanlış olarak milletle eş anlamlı algılandı ve “Türk milleti, Kürt milletinden üstündür” dediği sanıldı. Birgül Ayman Güler’in söylemi faşist olmasına faşist de, çoğukişinin […]
Birgül Ayman Güler olayında, millet/milliyet tartışmalarıyla, CHP’nin faşizan tavrı gölgede kaldı. CHP, anadilde savunma hakkına karşı çıkarken zaten yeterince faşizan bir tutum içindeyken, Güler’in sözleri öne çıktı. Birgül Ayman Güler’in milliyet tanımı yanlış olarak milletle eş anlamlı algılandı ve “Türk milleti, Kürt milletinden üstündür” dediği sanıldı. Birgül Ayman Güler’in söylemi faşist olmasına faşist de, çoğukişinin anladığı anlamda değil. Güler ulus devleti, modern bir kavram olarak niteliyor ve “milliyetler devleti”nden üstün tutuyor. Özetle ‘Türk ulusu (ulus devleti) Kürt milliyeti, Türk milliyeti gibi formasyonlardan (milliyetlere dayanan devletten) modern ve üstündür’ diyor. Türk ve Kürt milliyetlerinden bireyler olmakla birlikte ortak ulusal kimlik “Türk ulusudur” vurgusuyla ulus kavramının milliyetten üstünlüğüne işaret ediyor. Kısacası Birgül Ayman Güler’in söylemi 80 yıllık geleneksel ve egemen olan inkarcı, asimilasyoncu anlayıştan farklı değil. AKP dahil bütün sermaye partileri de benzer şeyleri söylüyor.
Kavramlara açıklık getirmeye çalışırsak, millet Arapça kökenli, ulus ise milletin yeni Türkçesi. Ulus tanımı ve oluşumu konusunda birçok tez var. Benim yakın olduğum tez, modern ulusun, kapitalizm döneminde denetlenebilir bir pazar ihtiyacına göre yeniden örgütlenen devlet mekanizmasının müdahalesi sonucunda, farklı toplulukların milliyetçi bir ideoloji etrafında birleştirilerek inşa edilmiş olmasıdır. Tarihe bakıldığında uluslaşma süreçlerinin pek çoğunun, hakim etnik grup veya grupların diğerlerini asimile etmesine ve milliyetçi bir ideoloji uydurmasına dayandığı görülür. Geç uluslaşan ülkelerde geç yaşanan sorunları, öncekiler bir şekilde çözdüler. Örneğin Fransa’da çok dilli yaşam 1789’dan sonra sona erdi. Etnik grupların dil ve kültürleri kısmen baskıyla ve tedrici olarak yok edilmeye çalışıldı ve sadece folklorik bir öğe olarak kaldı. Almanya’da ise asimilasyonda baskı unsuru öne çıktı. 20. yüzyılda ise egemen ideoloji, bir devlet sınırlarında yaşayan tüm insan topluluğunun “ulus” olarak tanımlanmasını dayattı. Ulusun tanımında da ortak dil temel faktör olunca, yeni kurulan devletlerde asimilasyon, “meşru” ve neredeyse zorunlu hale geldi.
Birgül Ayman Güler’in kullandığı milliyet kavramı, milletten faklı. Milliyetin Türkçedeki yaygın anlamı “bir milletin bireyi olma durumu”, yani uyrukluk, vatandaşlıktır. Aynı zamanda millete özgü olan şeyleri anlatır. Ama onun kullandığı anlam bu değil. Rusça’da “natsionalnost” milliyet demektir ve yaygın olarak etnik grup (etniçeskoy gruppe – etnos) anlamında kullanılmıştır. Sol literatüre de böyle girmiştir. SSCB’de Yüksek Sovyet Milliyetler Konseyi vardı ve Stalin ilk Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseriydi. Burada milliyet etnik grubu anlatır. Zaten Stalin, devrimden önce ulusu (millet – natsiya) da, “tarihsel olarak evrilmiş istikrarlı bir dil, toprak, ekonomik yaşam ile kendini kültür ortaklığı ile dışa vuran psikolojik yapıdan oluşan bir topluluk” olarak tanımlar. Ulusun bu şekilde tamamen nesnel faktörlere dayanarak tanımlanması, modern uluslaşma süreçlerini açıklamakta oldukça yetersizdir. Ama milliyetin Sovyetlerdeki ve sol literatürdeki etnik grup anlamındaki kullanımı konusunda ipucu verir.
Türkiye uluslaşması, diğerlerinden çok farklı değil. Bir devlet sınırları içinde milliyetçi bir ideoloji etrafında birleştirilmeye çalışılan topluluklar ve egemen etnik grubun diğerlerini asimile etme çabası burada da görülüyor. Daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan, Avrupa’da Osmanlı devletindeki Arap, Kürt, Türk milliyetlerinin hepsine birden Türk deniyordu. Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya göçen Araplara “el Turco” denmesi de bundandı. O dönemde bu pek sorun oluşturmuyordu.
Ama sorun sadece adlandırmada değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin adı Anadolu Cumhuriyeti olsaydı, ama uluslaşma süreci yine farklı milliyetleri, Türk dili ve kültürü ile asimile etmeye çalışarak olsaydı, benzer sorunlar oluşmayacaktı denebilir mi? Ancak Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu, Türk milleti adlandırmaları, milliyetçilere asimilasyon ve inkar konusunda demagoji yapma şansı veriyor. Türklüğü işlerine geldiğinde soy, kavim, etnos olarak ve sol literatürdeki anlamıyla milliyet olarak kullanıyorlar. Ama Kürt sorunu söz konusuysa, Türklüğü farklı etnik kökenlerden (milliyetlerden) insanların vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları modern ulusun adı olarak tanımlıyorlar.
Türklüğün Türkiye Cumhuriyeti devletinde yaşayan ulusun adı olduğunu savunan bir ulusalcı doktora, laf arasında “Kuzey Irak’taki soydaşlarımızı” sormuştum. Bana oradaki Türkmenlerle ilgili bir şeyler söyledi. Ben ona Kürtleri kastettiğimi söyledim, sustu kaldı. Hani Türklük ortak ulusal kimlikti? Hani etnik bir anlamı yoktu? Öyleyse niye Irak Kürtleri soydaşımız değildi? Soruma mantıklı bir cevap gelmedi.
Birgül Ayman Güler olayı ister istemez, ulusların kendi kaderini tayin hakkı tartışmasını ve Stalin’in tanımladığı anlamda birden fazla ulusun tek bir ulus devlet çatısı altında nasıl yaşayabileceği tartışmasını da getiriyor. Tartışmalara dair bir not niteliğindeki bu yazıda buna giremeyeceğim ancak sorunu şu biçimde özetlemeye çalışalım:
* Sorun; Birgül Ayman Güler’in ırkçılığı, Türklerin Kürtlerden üstün olduğunu söylemesi değil -ki söylediği öyle bir şey değil-, “Kürt sorunu yoktur” diyerek, 80 yıllık inkar ve asimilasyon politikasını savunmasıdır.
* Sorun, CHP’nin anadilde savunmaya karşı çıkarak inkar ve asimilasyon politikalarında pervasızca ısrar etmesidir.
* Sorun TBMM’de Birgül Ayman Güler’in, söylemediği tarzda bir ırkçı bir muhtevayı, muhtemelen yanlış anlayarak, Türk’ün Kürt’ten üstünlüğünü alkışlayan milletvekillerinin varlığıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.