aslında bu gönülsüz ve mecburen yazılmış bir yazı. gönülsüz çünkü bence gidenin ardından söylenecek sözler taziyeye ilişkin olur; hele de canına kendi kıymışsa; intiharı günah sayan inançlı insanlar için bu acının daha da güç olduğunu tahmin emek zor değil. öte yandan bu yazıyı yazma mecburiyeti hissediyorum çünkü bir adamın canına kıyması vesilesiyle, zaten hırpalanmış bir […]
aslında bu gönülsüz ve mecburen yazılmış bir yazı. gönülsüz çünkü bence gidenin ardından söylenecek sözler taziyeye ilişkin olur; hele de canına kendi kıymışsa; intiharı günah sayan inançlı insanlar için bu acının daha da güç olduğunu tahmin emek zor değil.
öte yandan bu yazıyı yazma mecburiyeti hissediyorum çünkü bir adamın canına kıyması vesilesiyle, zaten hırpalanmış bir kadına bir kez daha eller, diller uzandı. ve onu savunan –en azından benim rastladığım- tek yazı onun kimliğini fütursuzca ifşa eden gereksiz ayrıntılarla doluydu.
metin kaçan’ın ve alp buğdaycı’nın malum suçu işlemesinin ardından 18 koca yıl geçti. bu, hem değerlendirmeye hem pişmanlığa hem de zaman aşımına uygun bir süre. öfkenin kişisel ve toplumsal dönüşümde önemli bir rolü olduğuna inanmakla birlikte herhangi birinin ölümüne sevinmenin öfke değil nefret olduğunu ve nefretin hiçbir biçimde dönüştürücü olmadığı gibi sahibini zehirlediğini düşünüyorum. ama g’ye duyulan nefreti, onu bir kere daha hırpalama çabasını o suçu sahiplenmekten başka nereye sığdıracağız?
metin’i de, g’yi de şahsen tanıdım. metin’i tanıdığımda ağır roman’ı yeni yazmıştı, leman kültür çevresindeydi, mizah o yıllarda bugünkünden bile fazla ilgi ve itibar görüyordu. dahası, insanın yaratıcılık ve yeteneğiyle sınıfını ve kaderini değiştirebilmesinin bugünküne göre daha mümkün olduğu yılardı; özlemle hatırlarım. metin de, abisi hasan kaçan da bu şansa sahip olmuşlardı.
g, orta sınıf, entelektüel, solcu bir ailenin kızıydı, abisi de kendi de büyüdükleri çevreden farklı bir dünyada yaşamayı tercih etmişti. şuna hiç şüphe yok, metin de, g de özel, benzeri az bulunan insanlardı.
bu noktada biraz edebiyattan söz etmek istiyorum. ağır roman’ın türkçenin önemli eserlerinden biri olduğu konusunda birçok yazarla hemfikirim. ama tek bir iyi romanın insanı iyi edebiyatçı yaptığından emin değilim. ilk yayıncısı müge gürsoy, metin kaçan ağır roman’ı getirdiğinde bir başka roman üzerinde çalıştığını, kendisinin o romanı bitirmeden ağır roman’ı basmak istemediğini ve kaçan’ın o romanı hiçbir zaman yazmadığını anlatıyor. ama hemen davanın ardından başka bir roman yazdı.
metin kaçan dava sürerken, belki de o yıllarda islam’ı tercih etmiş bulunan abisi hasan kaçan’ın etkisiyle bu kesime yaklaştı. edebi olarak ağır roman’ın tırnağı etmeyecek ve odağında g ve onun çevresi saydığı –aslında kendisinin de aralarında yaşadığı- insanlarla hesaplaşmanın bulunduğu fındık sekiz’i yeni şafak gazetesi tefrika etti. bu da, kaçan’ın diğer kitapları da ağır roman’la kıyaslanamaz. o ilk roman olmasaydı dikkat çekecekleri bile şüpheli.
öte yandan ağır roman’daki başarısının karşılığını hakkıyla aldı kaçan. eser bir sürü dile çevrildi, benim hatırladığım bale, film, dizi oldu. yani hayatın ödüllendirmekte cimri davranmadığı bir adamdı rahmetli. sanat eserinin sanatçının kişiliğinden ve hayatından bağımsız olduğunu düşünüyorum (aynı şey fikir insanları için geçerli değil bence, orada belli bir tutarlılık aramak gerek) o yüzden metin kaçan’ın yaptığı hiçbir şeyin ağır roman’ın değerini düşürdüğüne inanmam. ama şu malum olayın onu dokunulmaz, edebiyatını ise eleştirilmez kılmasına ne buyrulur?
hikayelerin efendisi
kaçan ağır roman’ın başarısını sadece kolera ile ilgili gözlemlerine değil hayal gücüne borçlu; çok hayal kurmasına, zaman zaman hayallerini gerçekmiş gibi yaşamasına, aktarmasına şahit olanlar da çoktur (alp buğdaycı da farklı söyleşilerinde bundan söz ediyor) ve bu hayallerin madde kullanmakla falan alakası da yoktur.
alp buğdaycı malum geceyi anlatırken “gece kulüpleri, uyuşturucu, hap, alkol, seks vardı. sabaha kadar orta sınıf ahlakına ters gelebilecek başka zevkler de yaşandı. ama bir kadın ve 2 erkek arasında tecavüz söz konusu değildi” diyor. fakat gece kulüpleri, uyuşturucu, hap, alkol, sekse böyle anlamlar yüklemek, yani kulüplerde eğlenip biraz içki, bir miktar da madde kullanınca insanlıktan çıkılabileceği vehmi, bu halde yapılanlarla işkence ve tecavüz arasında bir benzerlik olabileceği fikri başlı başına orta sınıf ahlakı.
burada, rahmetli, “g evden 04.00’de ayrıldı” derken buğdaycı’nın “sabaha kadar…” ifadesini kullanması gibi tenakuzlara değinmeyeceğim. kemancı’dan kapanırken –yani 04.00’te- çıktıklarının şahitleri var zaten. olayla ilgili mahkemede tanıklık eden iki kadının alp buğdaycı’nın daha önce de cinsel zorlama ve şiddete başvurduğu yönünde ifade verdiklerini hatırlatayım ama. (ki bu kadınlardan bir tanesi bu satırları kaleme aldığım sırada twitter’da tanıklığını tekrarladı) bir de, şu “tecavüz bulgusuna rastlanmadı” ifadesinin vajinal tecavüze ilişkin olduğunu, anal tecavüze dair bulguların bulunduğunu ve bu konunun bile bile çarpıtıldığını söyleyeyim.
ama daha işler bu noktaya yani mahkeme aşamasına gelmeden birçok entelektüel metin kaçan ve alp buğdaycı’yı savunan yazılar yazdı. bunları tekrar görmek için express dergisinin farklı tarafların yazılarının yer aldığı sayısını internet ortamında paylaşmasını bekliyoruz.
bu iki tecavüzcü ve işkencecinin bu kadar pervasızlıkla savunulmasında metin kaçan’a leman çevresi, alp buğdaycı’ya da murathan mungan tarafından örtülen zırhın büyük etkisi oldu.
nitekim bu olayın müsebbibi olduğu tek “edebiyat eseri” fındık sekiz değil. murathan mungan da daha sonra –bu olayın ortaya çıkmasının sorumlusu gördüğü için- beni ve bir başka feminist arkadaşımı, başka karalamak istediği kadınlarla birlikte alaya aldığı bir roman yazdı. metis yayınları bu romanı yayınlamanın onuruyla yetinmedi, bir kopyasını o arkadaşıma gönderdi, o da “ticaretinize katkım olsun” yazılı bir notla romanı geri postaladı.
kaçan-buğdaycı hadisesi pazartesi dergisinin ilk sayısında haber yapılmıştı; o dönemde emin olmadığımız için yazmadığımız pek çok ayrıntı, duyum var; evi temizleyenin tanınmış bir solcu gazeteci olduğu, cem yılmaz evin kanlı halini görüp bunu arkadaşlarına ve sevgilisine anlattığı gibi… yılmaz o dönemde şahitlik yapmayı reddetti ki bunu daha sonra onunla ilgili bir portre yazısında andım (burada adını zikretmemin sebebi de budur). nihat genç o yazı çıktıktan bir süre sonra dergiyi telefonla aradı, yaptığımız sohbette o yazıdan da söz etti, neler söylediğini isterse kendi açıklar. bu hikayede linç edilen ve hala da linç edilmeye çalışılan tek bir kişi var; g.
birkaç salon tokadı
bugün bu iki adamdan muhabbetle söz eden erkeklerin isminin başına “entelektüel” sıfatının ekleniyor olmasının, sohbete oturduklarında hangi konuları ele aldıklarının bir önemi yok. onlar da yaygın erkek pratiğini tekrar ediyor ve kızları ya da kız kardeşleriyle ahbaplık etmesinden büyük endişe duyacakları adamlarla içki ya da kahve masalarında yakınlaşıyor, hatta onların ta kendisi oluyor. o “delikanlı”lar metin kaçan ve alp buğdaycı’yı eleştirmeye, “kral çıplak” demeye, ortamı bozmaya, tatlarını kaçırmaya cesaret edemedi. bugün alp buğdaycı bu olayı fırsat bilerek kendini aklamaya çalışıyorsa bir kere daha onlardan güç alıyor.
yıllardır görmediğim g, müzik, sinema, edebiyat, sanat konusundaki bilgisi ve görgüsüyle bu hikâyede adı geçen, bu hikâye üzerine yazıp çizen hemen herkesten daha donanımlı bir kadındı.
istanbul entelijansiyasının kendi dışında ve hatta aşağısında gördüklerini muğlak, bulanık bir bütün olarak algılama eğiliminde olduğunu düşünüyorum. bunun bir devamı olarak, bir biçimde gece hayatıyla bağlantılı yaşayan herkesi birbirinin benzeri bir bütün ve “delikanlı” olarak tasvir etme adeti var. oysa alemlerde de insanlığın kalanı gibi; zabıtayı görünce yalvarmaya başlayan da var, düştüğü çamurda kendisine tekme atana küfür eden de. bu olayda da bir “delikanlı” varsa, “bugüne kadar tanıdığım ve yaşadığım hiç kimse adalete sığınmadı. ama bana inanmak için türk adaletinin tecelli etmesini bekleyenlere selam olsun” demiş olan g’dir… ayakta kaldıysa, kalabildiyse bunu dikliğine borçlu.
kaçan ailesine ve metin kaçan’ın bütün yakınlarına sabırlar diliyor ve naaşının bulunmamış olmasının iyi haberlerin emaresi olmasını ümit ediyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.