“biz kırıldık daha da kırılırız kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza…” C.Süreya Hala gösterimde olan ‘F Tipi Film’i izlemek, sevdikleri cezaevlerinde olanlar için hayli zor olmuştur. Tecrite terk edilen onlarca tutuklu ve hükümlünün direnişi, olanaksızlıklar karşısındaki yaratıcılığı adeta izleyiciyi “özgür”lüğünden utandırıyor. Diğer taraftan koşullarını çok da hayal edemediğimiz bu yeni tip kıstırılmışlığı ayan beyan ortaya koyuyor… Filmi […]
“biz kırıldık daha da kırılırız
kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza…”
C.Süreya
Hala gösterimde olan ‘F Tipi Film’i izlemek, sevdikleri cezaevlerinde olanlar için hayli zor olmuştur. Tecrite terk edilen onlarca tutuklu ve hükümlünün direnişi, olanaksızlıklar karşısındaki yaratıcılığı adeta izleyiciyi “özgür”lüğünden utandırıyor. Diğer taraftan koşullarını çok da hayal edemediğimiz bu yeni tip kıstırılmışlığı ayan beyan ortaya koyuyor…
Filmi izlediğim günün akşamında, 13 Kasım’da apar topar gözaltına alınan ve o zamandan beri Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tecrit altında tutulan dostum Ahmet Kerim Gültekin’in mektubunu aldım. Kerim uydurma bir senaryoyla tutuklanmadan hemen önce doktora tezini teslim etmişti. Siirt’te bir belde olan Beğendik/Bêdar’da yaptığı etnografya çalışmasıyla buradaki yaşam biçimini, sosyo-kültürel yapıları ve örgütlenme biçimlerini incelemiş, bölgedeki değişen dinamiklerle bu yapıların nasıl kırıldığını ya da değişime uğradığını tartışmaya çalışmıştı. Hem de tüm bunları kültürün kendisini fetişleştirmeden, sınıfsal analizi elden bırakmadan yapmaya özen göstermişti. Tez danışmanı Prof. Dr. Tayfun Atay Kerim için “İsmail Beşikçi’nin zamanında yaptığı çalışmalardan sonra, Türkiye’de etnolojik anlamda aynı değer ve saygınlıktaki çalışmalara imza attı” diyor. Az insana nasip olacak bir övgü…
Kerim’in başına gelenlerin akademik çalışmalarıyla ilgisi yok elbette. Durup dururken hapse atıldığı da yok. Kerim 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun çizdiği sınırlar dâhilinde hareket eden bir dernekle ilişkisi kanıt gösterilerek hapis tutuluyor. Diğer bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi yasasının “yasal” kabul ettiği bir derneği “yasadışı” kabul ediyor. Oysa bizler anayasada “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir” cümlesini okuyunca “dernek kurma hürriyeti”ne sahip olduğumuzu sanmıştık. “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı”, “hak arama hürriyeti”, “basın hürriyeti” ve bildiğimiz pek çok anayasal hakkı biz yanlış biliyormuşuz; “din ve vicdan hürriyeti” ve “mülkiyet hakkı” ile idare edeceğiz bundan sonra…
Kerim’e sorguda sorulanlardan biri de pek çok akademisyenin ve doktora-yüksek lisans öğrencisinin imza koyduğu Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu. Söz konusu sempozyum pek çok sendika ve meslek odasının doğrudan düzenleyiciliğiyle, Dersim’in bağımsız Mazgirt ve Hozat belediyelerinin çağrısıyla gerçekleşti. Bu iki ilçe belediyesi bir taraftan ekonomik olanaksızlıklarla boğuşurken diğer taraftan farklı bir yerel yönetim yaratma, halkı gerçek anlamda yönetime katma gibi dertlerle harekete geçti. Akademisyenlere danışarak, onlardan öğrenerek ve onlara öğreterek ekolojik, kadının özneliğini birincil gören, üretimi ve yoksullukla mücadeleyi hedefleyen bir program üzerinde yoğunlaştı. Yakında Patika Kitap tarafından basılacak olan sempozyum metinleri, bu anlamda akademiyle gerçek hayatın dilinin uzlaşabileceğini gösteren önemli bir katkı.
Yerel yönetimler ya da yerellikler son yıllarda küresel kapitalizmin olduğu kadar iktidarın da önemsediği bir alan. Yerelin yeniden keşfi, yerelin sermayeye açılması ve yeni sömürü mekanizmalarıyla kapitalizmin hizmetine sunulması, yereli direniş alanı ya da “umut mekânı” olarak görenleri de hedef haline getiriyor. Kerim’in başına gelenlerin özeti bu sanırım.
Yazmayı yaşamının bir parçası haline getiren sevgili dostumun mektubuyla, F Tipi’nden bir anıyla bitireyim: “Cuma gecesi gelmişiz, üst baş perişan, elimiz yüzümüz kir içinde. Fena kaşınıyoruz. Sabah kantin alışverişi istedik. Dediler ki ‘ancak pazartesi’. Bekledik iki gün daha. Neyse pazartesi oldu. Dediler ki ‘kantin alışverişi için dilekçe yazacaksınız’. Tamam, dedik, verin kâğıt-kalem, dilekçe yazalım. Gardiyan dedi ki ‘onlar da dilekçeyle’. Neyse ki yardıma birkaç blok ötedeki tutsaklar yetişti de dilekçeyi yazabildik…”
Belki de içinde yaşadığımız idiokrasinin en güzel örneği…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.