18 Aralık’ta ODTÜ’de başta öğrenciler olmak üzere üniversite bileşenlerinin başlattığı direniş yankısını devam ettiriyor. Başta başbakan Erdoğan olmak üzere siyasal iktidarın çeşitli kesimlerinden gelen açıklamalar ve sonrasında üniversitelerin adeta yarışırcasına bu direnişe karşı tavır göstermeleri, bir yandan da çeşitli üniversitelertelerden akademisyenlerin, yönetim kurullarının, öğrencilerin destek açıklamaları, şu an için kısmi görünebilecek bir kamplaşmanın da oluşma […]
18 Aralık’ta ODTÜ’de başta öğrenciler olmak üzere üniversite bileşenlerinin başlattığı direniş yankısını devam ettiriyor. Başta başbakan Erdoğan olmak üzere siyasal iktidarın çeşitli kesimlerinden gelen açıklamalar ve sonrasında üniversitelerin adeta yarışırcasına bu direnişe karşı tavır göstermeleri, bir yandan da çeşitli üniversitelertelerden akademisyenlerin, yönetim kurullarının, öğrencilerin destek açıklamaları, şu an için kısmi görünebilecek bir kamplaşmanın da oluşma zeminini ifade ediyor. Önümüzdeki günlerde bu kamplaşmanın nasıl bir hale bürüneceği, derinleşeceği ya da çözüleceğini göreceğiz. Peki, ODTÜ direnişinin yarattığı bu etki nasıl anlamlandırılabilir? Ya da, bu direnişi büyütmek için neler yapmamız gerekiyor?
Başlık kendini ifade ediyor olsa da, tekrarlamakta fayda var: ODTÜ direnişi, paradigmanın iflasıdır! Bu paradigma, neoliberalizmin hayatın bütün veçhelerini kuşatmasını, polis devleti, şiddeti ve örgütlülüğü imajı üzerinden yürüyen otoriter siyasal iktidar mekanizmasını, üniversitelerin ticarileşmesini, yeni YÖK yasa tasarısını, Suriye’ye olası emperyal müdahaleyi: kısaca, küresel egemenliğin Türkiye şubesinin kısa ve uzun vadeli politik ve programatik ajandasını ifade ediyor. Elbette ODTÜ direnişini bütün bunları açığa çıkaran tek direniş olarak okumak yanlış olur. Başta Kürt hareketi olmak üzere öğrenci hareketinin, patriarka ve homofobiye karşı mücadelenin, demokrasi ve insan hakları mücadelelerinin, HES karşıtı mücadelenin, kentsel dönüşüme karşı mücadelelerin… birikimi üzerinden bir moment yakalandığı ifade edilebilir. Bu moment, küresel kapitalist egemenliğin Türkiye tezahürünün paradigmasını iflas ettirmenin bir ifadesi olarak karşımıza çıkmakta, ve bu açıdan önemle değerlendirmemiz gerekmektedir.
ODTÜ direnişine dair şu an için üniversitelerde ve medyada yaratılan/oluşan kamplaşma, önümüzdeki günlerde siyasal iktidarın sarsılmaz otoritesini sarsacak bir hegemonya kaybına yol açma potansiyeli taşıyor. ODTÜ’de bugünlerde üniversite bileşenlerinin yaptığı toplantılar ve çalışmalar da yeni bir paradigmanın, nasıl bir üniversite tahayyülünün; üniversite ile toplum arasındaki ilişkiyi “yeniden kurma” bağıntısını muştuluyor. İflas eden paradigma, ve ODTÜ’de Türkiye kamuoyuyla paylaşılan, neoliberalizmin ve emperyal politikaların deşifresidir. Siyasal iktidarın toplumla kurduğu ilişkinin hegemonyasının deşifresidir. Yeni paradigmayı tam da bu moment üzerinden inşaa etmenin, bu momenti siyasal iktidarın hegemonyasının dağıtılma zemini olarak tariflemenin zamanı olduğunu düşünüyoruz.
Direniş kapıyı açınca
Direniş, her türlü paradigmaya, politik teoriye, devrimci laflazanlığa önseldir. Aynı zamanda direnişin altında bir örgüt aramanın kendisi, iktidar açısından direnişi kriminalize etme çabası, devrimcilik açısından da direnişin önemsizleştirilmesidir. Direnişin açtığı alandan yürümek, ancak direnişi görebilen bir cesaret ve mütevaziliğe sahip bir ufkun sonucunda gelişebilir. Bugün için ODTÜ’deki mücadelenin böylesi bir kapıyı açtığı, ve tüm toplumsal ağı da bu kapıdan girmeye çağırdığı bir momentteyiz.
ODTÜ direnişi sonrasında oluşan üniversiteler arasındaki kamplaşmayı gerçek bir krize çevirme şansı, üniversiter alandaki öznelerin bu iflas eden paradigma yerine nasıl bir paradigma koyacağına bağlı olarak gelişecek. 6 Kasım’da Beyazıt meydanında “Öğrencilerin İlkeleri” metni ile açılan, ODTÜ direnişiyle önemli bir moment yakalayan, ve 25 Aralık’ta Beyazıt meydanında yeni YÖK tasarısına karşı mücadele edeceğini deklare eden üniversite özneleri, bir yandan direnişleri büyütmek için kampüsleri örgütlemek, bir yandan da kendi alternatif paradigmasını geliştirmek zorunda. Bu paradigma, öğrenci hareketinin güncel politik programını, üniversitenin toplumla kuracağı ilişki tarzını, geleceksizlik ve güvencesizliğe karşı yürütülecek mücadelenin toplumsal zeminini, üniversitenin nasıl bir yer olarak tahayyül edilmesi ve kurulması gerektiğini içermek zorunda. Aynı zamanda bu paradigma, üniversite ile toplumun kuracağı ilişkiyi tariflediğinden dolayı, ilk başta “üniversiteden doğru” olarak görülebilecek ve fakat toplumsal alana yayılacak bir ilişki zemini de kurabilir. Toplumsal alanı üniversitelerden doğru hareketlendirme, bugün bir moment olarak görünse de, aynı zamanda siyasal iktidarın paradigmatik krizinin derinleştirilme ve yeni bir toplum, yeni bir üniversite kurma imkanını da içeriyor.
Tarzı ve içeriğiyle yeni bir öğrenci hareketi
25 Aralık Beyazıt eylemi, aslında üniversitelerin “reel” durumunu da bir açıdan gözler önüne seriyor. Kitlesel olmayan, farklı örgütsel iradelerin yan yana gelişini içeren, bu açıdan da üniversiter alana dair mücadelede alan açma şansı görünmeyen eylem üzerine önemle düşünmemiz gerekiyor.
Üniversiter alanın yakaladığı moment üzerinden düşünecek olursak, bu konjonktürde üniversite bileşenlerinin kendi içlerinde ve diğer öznelerle paralel olarak örgütlenmesi ve kendilerini ifade etmeleri önemli. Bu örgütlenmelerin paralel bir düzlem yakalaması, öğrenci ve çalışanların üniversite yönetimi üzerinde söz hakkını geliştirecek, ve (yeni ve eski) YÖK’ün dayatmalarının karşısında kendi kurumlarını geliştirme ihtimalini zorlayacaktır. Beyazıt’ta oluşan tablo, şu an için bu momentten fazlasıyla uzak olduğumuz idi. Daha çok örgütsel temsiliyetlerin ve çeşitli muhalif öğrencilerin katıldığı bir eylem olarak düşünülebilir Beyazıt. Bu açıdan, önemli dersler çıkararak önümüzdeki döneme hazırlanmamız gerekir.
ODTÜ direnişinin gösterdiği önemli noktalardan biri, üniversite bileşenlerinin birlikte kurduğu alanın çok daha güçlü ve meşru olduğu. Beyazıt’ta kitlesel olmadığımız halde eylemi coşkulu kılan faktörlerden biri de bu olarak görülebilir. Bunun yanında, yeni süreci göğüsleyecek tarzda ve içerikte, farklı mücadele tarzlarına kendini uydurabilecek, katılımcı ve kitlesek örgütlenemeler yaratmak gerekiyor. Gerçek bir üniversite mücadelesinin kurulacağı alanı kampsüler olarak belirlemediğimiz taktirde, daha sonraki kamusal eylemlerde aynı şekilde olmaya hazırlıklı olmalıyız.
Öğrenci hareketi bu açıdan tarzı ve içeriğiyle yeni bir politik programa ihtiyaç duyuyor. Bu program, özgücünü kampüsler üzerinden alacak, üniversitenin diğer bileşenleriyle paralel çalışmalar yapacak, üniversiteyi bir kamusal alana çevirecek, bütün üniversiter alanı bu paradigma çerçevesinde yeniden örgütleyecek, ve üniversite içinden tüm topluma doğru yayılan bir dayanışma-mücadele ilişkisini kuracak bir programın üniversite ve özellikle de öğrenci hareketi tarafından inşaa edilmesi gerekiyor.
ODTÜ direnişi, İTÜ’deki asistan direnişinin momentini bir üst seviyeye çıkardı. Şimdi yapılması gereken, bu seviyenin konforuna dalmadan, örgütlülüğü ve mücadeleyi büyütmek, yeni bir paradigmayı kurmak ve bunu da üniversitenin içinden kurmaktır.