“Nasıl dün Edward Said taş atarken yüreğim onunla idiyse, bugün de ODTÜ kuşatmasına direnen öğrencilerin yanında…” “Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de yaşanan polis terörünün ardından, açıklama yapan yapana… Elbette bu açıklamalarda, öğrencileri ve ODTÜ yönetimini suçlayanlar da bolca mevcut… Özerk, demokratik ve bilimsel eğitim/öğretim vermesi gereken üniversitelerin başına getirilen bu şürekanın açıklamalarını okuyunca; ister istemez aklıma “öküze […]
“Nasıl dün Edward Said taş atarken yüreğim onunla idiyse, bugün de ODTÜ kuşatmasına direnen öğrencilerin yanında…”
“Geçtiğimiz hafta ODTÜ’de yaşanan polis terörünün ardından, açıklama yapan yapana… Elbette bu açıklamalarda, öğrencileri ve ODTÜ yönetimini suçlayanlar da bolca mevcut… Özerk, demokratik ve bilimsel eğitim/öğretim vermesi gereken üniversitelerin başına getirilen bu şürekanın açıklamalarını okuyunca; ister istemez aklıma “öküze çiçek vermenin ne alemi var?” sözü geliyor… Öyle ya, öküz bu; çiçeği koklamayacağına göre yiyecek elbet.
Durum özetle bu olsa da tutumun bu olması, amaca uygun değil. O yüzden en iyisi Philip K. Dick’in “delirmek bazen gerçekliğe verilebilecek en uygun tepkidir” sözünü rehber alıp bir tarih gezisi yapmak.
Dünyanın ve Türkiye’nin meseleleriyle haşır neşir olanlar anımsar; benzer bir olay, Prof. Dr. Edward Said’in de başına gelmişti. Aşağıda gördüğünüz fotoğrafta Said, Lübnan sınırındaki bir İsrail karakoluna taş atıyor. Yıl: 2000. Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Said hakkında bu eyleminden sonra görevden alınmasını isteyenlere, üniversite rektörü Jonathan R. Cole, şu yanıtı vermişti:
“… Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. … Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz … Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hal ve şartlar belirler. … Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. …
Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, ‘doğruluk’ mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir. … Bu nedenle, Said’in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said’e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said’in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamalarn, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir….”
Sırf öğrencisine sahip çıktığı için ODTÜ’lü hocalara edilmeyen laf kalmadı. Bir de bu hocalar polise taş atsaydı, sonları herkesçe malum; “terör örgütü kurmak ve yönetmek”ten ver elini cezaevi! Ne de olsa dünyada terör suçundan tutuklu veya hükümlü bulunanların üçte biri bizim ülkemizde. Ne bereketli bir ülkede yaşıyoruz yahu; taşı-toprağı altın değil belki ama “terörist arzı” altın madeni gibi. Kişi başına düşen “terörist” miktarı, dünya talebini karşılamaya yeter de artar bile. Çünkü herkes “olağan terörist” aslında; sadece sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.
Terörist demişken… Yöneticilerini AKP’nin belirlediği Türk Dil Kurumu, bakın teröristi nasıl tanımlıyor: “Bir siyasi davayı zorla kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse”. Geçen yıl suyuna sahip çıktığı için Metin Lokumcu’yu öldüren/öldürten, Uludere’de çoğunluğu çocuk onlarca kişiyi kişiyi katleden/katlettiren; komşu ülkede eli kanlı katillere cinayetler işleten (hatta sırf bunun için bir ordu bile kuran/kurdurtan); dün ODTÜ’de öğrencilerin başına gaz bombası atan/attıran; Alevileri hedef gösteren, işçileri-emekçileri coplatan (saymakla bitmez) bir hükümet ve onun başındaki kişi; sizce de teröristin daniskası olmuyor mu bu tanıma göre?
Biraz daha ileri gidelim ve söylenmemiş söz kalmasın güneşin altında…
Nasıl dün Edward Said taş atarken yüreğim onunla idiyse, bugün de ODTÜ kuşatmasına direnen öğrencilerin yanında… Eğer ODTÜ’lülerin işledikleri bir suçsa ve kafasına isabet ettirilen gaz bombasından dolayı ağır yaralanan Barış Barışık polise karşı direndiği için suçluysa, suçu ve suçluyu övüyor ve buradan kendimi özel yetkili savcılara ihbar ediyorum.”