‘Dönüşüm’ sözcüğü olumlu bir anlamda kullanılır ve ileri bir değişimi, olumlu yönde yenilenmeyi tarif eder. ‘Dönüşüm muhteşem olacak’ sözü iyi yönlü köklü bir değişimi, ‘geri dönüşüm’ sıfırdan bir yenilenmeyi tanımlar. Sözün özü, ‘dönüşüm’ kelimesi fiziksel, yapısal bir değişim demektir ve insan hayatlarının dönüm noktalarını da açıklar. Toplumsal dönüşümler… Toplumdaki dönüşümler, yasalarla geçirilen (ve böylece ortak […]
‘Dönüşüm’ sözcüğü olumlu bir anlamda kullanılır ve ileri bir değişimi, olumlu yönde yenilenmeyi tarif eder. ‘Dönüşüm muhteşem olacak’ sözü iyi yönlü köklü bir değişimi, ‘geri dönüşüm’ sıfırdan bir yenilenmeyi tanımlar. Sözün özü, ‘dönüşüm’ kelimesi fiziksel, yapısal bir değişim demektir ve insan hayatlarının dönüm noktalarını da açıklar.
Toplumsal dönüşümler… Toplumdaki dönüşümler, yasalarla geçirilen (ve böylece ortak bir karar mekanizması görüntüsü sağlanan), kitlelerin hayatını doğrudan etkileyen, iktidar tarafından yönetilen ve azınlık çıkarlarının kararı olan dönüşümlerdir. Devlet tipi, dönüşümlerin biçimini de belirler. Kapitalist devlette dönüşümler ‘kar’ ve ‘piyasa’ odaklıdır.
‘Dönüşüm’ sözcüğü, son yılların ‘Türkiye’sinde gündemlerin vazgeçilmezi oldu. Tüm dünyada son 30 yılda, eğitim, sağlık, barınma gibi emek gücünün yeniden üretimini sağlayan alanların hızla metalaşması, bu ülkeyi de dönüştürdü. Neoliberal politikaların programlı ve ‘hızlı’ bir şekilde yürütüldüğü, piyasa saldırı dalgalarının ulaşmadığı alanın kalmadığı ülkemiz, dönüşümlerin ülkesi oldu. Tabii ki bu dönüşümler; kamusaldan ‘rant’a, ‘hak’tan metaya dönüşümler. Sağlıkta dönüşüm, kentsel dönüşüm, üniversitelerde dönüşüm…
Kamusal olan tüm alanlardaki dönüşüm üniversitelere de geldi ‘şimdiki zaman’da.
Neoliberalizm, Özal döneminde doğdu bu topraklarda, Kemal Derviş döneminde 18’ine bastı ve Tayyip döneminde üniversite çağına geldi, yüksek lisansını-doktorasını yapmış oldu. Düşünülen dönüşüm tüm bir üniversite algısını tersyüz edecek içerikte. Yeni YÖK yasa taslağını hazırlayan YÖK, üniversiteyi üniversite olmaktan çıkaracak bir biçimde dönüştürmek istiyor.
Kamusal alan dahilinde halk yararına bir kurum olması gereken üniversite, piyasa tarafından eşik atlaması istenen üniversite ile arasında çelişkiler, krizler barındırıyor. Üniversitenin toplumun ihtiyaçlarından gelen toplumsal tarafı ile sistem tarafından dönüştürülen en yeni hali arasındaki çelişki Tony Cliff tarafından şöyle belirtiliyor:
“Kapitalizmin temel çelişkisi, Marx’ın tanımıyla kullanım değeri ile değerin üretimi arasındaki çelişkiydi. İlki doğalken, ikincisi kapitalist toplum düzenine özgüdür. Bu çelişki; sosyal, siyasal, ideolojik kısıtlamalardan azade durumdaki üniversitede, sınırsız entelektüel gelişim ideali ve kapitalizmin dayattığı sıkı entelektüel dizginler arasındaki çelişkide kendini gösterir. Eğitimin liberal ruhu, kendi sosyal içeriğiyle çatışır.”
Üniversiteler, kuruluşu itibariyle örnek insan yetiştiren okullar, kurumlar olarak çıkmışlardı. Platon’un M.Ö. 387’de ‘akademi’ adını verdiği okullarda erdemli insan yetiştirilmesi amaçlanırdı. Bu okullarda matematik ve felsefe konuları ile ilgili eğitim verilirdi. 1810 yılında Almanya’da kurulan Humboldt Üniversitesi’ne bakalım. Aydınlanmadan gelen ‘akılcı düşünce’nin yönlendiricisi olduğu bu üniversitede amaçlar şu şekilde belirlenmişti: Öğretinin felsefe yoluyla sağlanması, temel bilimlerin derinlemesine işlenmesi, araştırma ve öğretim birliğinin sağlanması, devlet ve kiliseye karşı olmak. İlkelerini bu şekilde belirleyen bir akademiden de Schopenhauer, Marx, Engels, Einstein, Hegel gibi düşünürler, bilim insanları çıkabilmesi rastlantı olmamıştı. Çalışmalarında disiplinlerarası bir bütünlüğü benimseyen üniversite; üniversitenin ‘devletin üniversitesi’ olmadığını da özellikle vurgulamıştı. Devlet-iktidar-otorite ilişkilerinden bağımsız, pozitivist yöntemin kalıplarına sıkışmayan 200 sene önceki bu üniversite, örnek bir üniversite modeli olarak da tarihteki yerini almıştır.
Üniversiteyi, bilim üreten, felsefi düşüncenin filizlendiği ortamlar olmaktan çıkaran süreç; aydınlanmanın akılcı düşüncesinin araçsal akıla dönüşmesinin de serüveni. Kant’ın ‘bilmeye cesaret etmek’ diye tanımlanan ‘sapere aude’ fikri ile gelişen akılcı ve değiştiren düşünce, burjuva devrimlerinin kaynağı olmuştu. Piyasa egemenliğinin değişmez bir gerçek olarak içselleştirilmesi sonucu akılcı düşünce; hegemonyayı sağlamlaştırmak, yeni kazançlar üretmek ve krizleri kontrol etmek amacı ile araçsallaştırıldı. Araçsal akıl, insanları sistem içerisinde bir yere gelmeleri için akıllarını sistemin devamı için kullanmalarını gerektirmiştir. İyi ekonominin insan için olması gerekirken, ekonominin iyi gitmesi için insan bir araç haline getirilmiştir. Bilim tamamen piyasanın aracı; insani bilimler diye de adlandırılan sosyal bilimler, insanları istatistiki veriler olarak değerlendiren hesaplamalar olmuştur.
Bir amaç olmaktan çıkıp bir araç haline gelen, toplumsal önemi unutulan bilimin üniversitelerdeki yerine dair Bertnard Russell şöyle demişti:
“Eğer arı bilim, üniversitelerin amaçlarından biri olarak yaşamayı sürdürecekse, yalnız boş zamanı olan az sayıdaki kibar insanın incelmiş zevkleri ile değil tüm toplumun yaşamı ile bağlantılı hale getirilmelidir”
Tüm toplumun yaşamı ile bağlantılı hale gelmesi gereken üniversitelerde bilim, küreselleşme ile beraber bir amaç olmaktan dışlandı. Üniversiteler; piyasa için bilgi ve teknoloji üreten kurumlar, vasıflı iş gücü piyasasına fazladan işçi üreten kurumlar, birer hegemonya aracı ve kontrol mekanizmalarına dönüşmüş durumda. Şirketlerin AR-GE faaliyetleri için bilgi kaynaklarından ve ucuz araştırmacısından faydalandığı üniversite; geçici, yeni, seri teknolojiler üreten bir kurum oldu. Ayrıca küresel ölçekte tek tip standart içeriklerle seri özellikler üreten üniversite, pazara insan kaynağı da olmuştur. Kapitalist sistemi yeniden üretme işlevini de yerine getiren üniversiteler, ABD’deki biçiminde, tüm hayatı borçlandırılan insanların hayatlarını kontrol altına alan birer kontrol mekanizması olarak da işlev görüyor.
Avrupa’da üniversiteler, AB’nin ABD ekonomisi ile rekabet etme politikasının bir parçası olarak, Bologna Süreci olarak adlandırılan süreçle beraber piyasa odaklı hale getirildi. 1999’da 29 Avrupa ülkesinin imzaladığı Bologna Bildirisi ile başlayan süreç, ‘yılaşırı’ toplantılarla üniversitelerin ticarileşmesinin güncellemesini yapmakta. Bologna Süreci, üniversitelerin ticarileşmesi, bilimin sermayeleşmesi açısından önemli bir adımı temsil ediyor. Süreç, tüm Avrupa pazarına vasıflı işgücü üreten üniversiteler planlıyor ve aynı zamanda mali finansmanını kendi ‘döner sermaye’siyle sağlayan ve komşu ülkelerden değişim programları ile gelen öğrencilerden kar eden üniversiteler yaratıyor.
Ve Bologna Süreci’nin bir gereği olarak, bu dönüşümün, neoliberal politikaların Avrupa ve Ortadoğu arasındaki köprüsü olan bu ülkeye de gelmesi gerekiyordu. Yeni YÖK yasası, akademik özgürlüğün ve bilimsel üretimin tamamen yok edilmesinin başlangıç adımı. ‘Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru’ yazısında incelenebilecek olan yasa, anayasada bazı maddelerin değişmesini gerektirecek bir yasa; ama hazırlayanların bunu umursamayacağı kadar da acil bir dönüşümün yasal hali. Rekabetin, performansın temel alındığı yasa, birkaç maddesiyle geneline dair fikir veriyor. Şirketlerin daha rahat hareket etmeleri, karı doğrudan hesaplarına geçirmeleri, devlet üniversitelerinin özelleştirilmesinin önünün açılması için hazırlanmış özel üniversiteler maddesi. Küresel şirketlerin ‘müşteri’si bol olan Türkiye pazarında pay kapmaları ve özelinde Ortadoğu’dak
i İslamcı üniversitelerin Türkiye’de açılması için hazırlanmış yabancı üniversiteler maddesi. Tek tek üniversitelerde, katı merkeziyetçi yetkilere sahip Üniversite Konseyleri. Pazar değeri olmayan konuları araştırma dışı bırakan, AR -GE kurumlarının en güncel hali Teknoloji Transfer Ofisleri.
Yasa taslağındaki her madde, üniversitede yapılamayacak olanı ‘yaptık oldu’ya dönüştürerek son zamanların gözde yatırımcısı Ali Ağaoğlu’da cisimleşen yoz mantığı gösteriyor.
‘Yoz’ Anadolu’da üreme yeteneğini kaybetmiş hayvana verilen isim. Aynı doğrultuda, yozlaşma; zihinsel üretim yeteneğini kaybetmiş insanı anlatıyor. Üniversitedeki yozlaşma da üniversitenin toplumu ve insanı anlama çabasının ürünü olarak sosyal ve toplumsal bilgiler üretiminin kısırlaştırılması olarak tarif edilebilir.
Erdem ve etik konularında tartışmalar yapma, felsefi uğraş verme, karmaşık insan yapısını ve dünyayı anlamlandırmaya çalışma, insan için yararlı olma işlevleri… Sayısal olmayanın piyasa için bir anlam ifade etmediği, çünkü sayısal olmayanın ölçülüp satılabilecek bir değerinin de olmadığı piyasada, kar getirmeyen sosyal bölümlerin-sosyal bilimlerin de bir değeri yok. Dönüşüm ile beraber sosyal bilimler; üniversite için anlamsız, gereksiz ve değersiz olarak dışlanacak. Sayısal bölümler, piyasa için somut kar getiren bölümler olarak piyasadaki değerini koruyacak. (-ki toplumda da sayısal bölümler daha değerli algılanmakta hala, ebeveynler tarafından ‘sayısal kazanamayan sözel seçer’ algısı devam etmekte, doktorluk-mühendislik meslekleri hala daha değerli olarak düşünülmekte) Felsefe, sanat tarihi gibi bölümler artık tamamen gereksiz entelektüellik bölümleri olarak algılanabilir.
Gereksiz, değersiz görülen sosyal bölümlerin kapatılması da gündeme gelecek. Burada verilenlerin bir kehanet olarak alınmaması için İngiltere’deki örneğe bakılabilir. 2010 yılında İngiltere’de “Browne Report” diye anılan ve üniversitelerden devletin mali desteğini çekip üniversiteyi piyasa rekabetine açan yasa kabul oldu. Aynı 2010 yılı içerisinde Londra’daki Middlesex Üniversitesi dünyaca ünlü Felsefe bölümü kapatıldı. Nedeni yeterince para getirmemesiydi. Felsefe profesörleri dünyaca ünlü olan Middlesex Üniversitesi’nin bu ayrıcalığı da dikkate alınmadı. Devamında Liverpool, Sussex ve Londra King’s Koleji Felsefe bölümleri ya kapatıldı ya da küçültüldü. Warwick Üniversitesi Çeviri ve Kültür Araştırmaları Merkezi de ‘işe yaramadığı’ gerekçesi ile kapatıldı.
Kafka’nın ünlü romanında; Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendini dev bir böcek olarak buluyordu. ‘Dönüşüm’ isimli romanda insanın yabancılaşması böcek metaforuyla anlatılıyordu. İnsanın insan olmasından gelen akılcı düşünme yeteneği ve toplumla kurduğu bağ gözetilmeksizin gerçekleştirilen çarpık dönüşümler, insanın kendisine, üretimine ve topluma yabancılaşmasını da getirecek. Öğrencilerin kariyerizm düşüncesiyle kendini seri özelliklerle donattığı ve birbirleriyle rekabet halinde mücadele ettiği üniversiteler, insanı anlamanın temel yeriyken yabancılaşmayı üreten kurumlar olacak. Bilimin zaten geri planda olduğu üniversitelerimizde, ürettiğine yabancılaşan bilim insanı puan telaşında olacak. Üniversite içerisindeki piyasa hakimiyeti içselleştirilip yeniden üretilirken sosyal bilimlerin temel taşı insan, köklü bir dönüşümle, toplumsal bir varlık olan insan olmaktan uzaklaşacak.
Bu yasa durdurulmazsa!.. Üniversiteler ve üniversiteliler toplumu olumlu yönde dönüştürmesi gereken unsurlar olmuşlar tarih boyunca. Şimdiki zamandaki anlamlı bir tepkiye gelirsek: Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri ve Edebiyat Fakültesi öğrencileri tarafından 29 Kasım’da başlatılan ‘YÖK yasasına Hayır diyen Sosyal Bilimciler’ kampanyası bu büyük çaplı dönüşüme, anlamlı bir duruş olarak algılanmalı.
Akademisyenlerin ve öğrencilerinin, bölümlerinin değersizleşmesine ve sosyal bilimciler gözüyle üniversitenin topyekun dönüştürülmesine verdikleri tepki, tarihsel bir üniversiteli sorumluluğunun yerine getirilmiş halini gösteriyor. Bilgilendirme, tartışmalarla devam eden süreç içindeki tepki, devam eden çalışmalarla beraber artıyor. Üniversitenin yapısındaki bu dönüşüme üniversitenin tüm unsurlarından tepkiler gelmesi gerekiyor. Bu gibi örneklerin çıkması ve çoğalması gerekiyor.
Murat Dural
‘Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi 4. sınıf öğrencisi