Sağın “suikaste kurban giden büyük kahramanı”nın küçük ve ahlaksız bir maceraperest olduğunu gösteren deliller çok daha güçlüdür “Kürt sorununu sağ çözer” mavalının en önemli dayanağı Turgut Özal efsanesidir. Tam Turgut Özal Kürt sorununu çözecekmiş ki sorunun çözümünü engellemeyi isteyen savaş lobisi/Ergenekon tarafından öldürülmüş, sorunu çözmeye ömrü vefa etmemiş. Özal’ın bayrağını devralan Tayyip Erdoğan’ın “liberal kahramanlar […]
Sağın “suikaste kurban giden büyük kahramanı”nın küçük ve ahlaksız bir maceraperest olduğunu gösteren deliller çok daha güçlüdür
“Kürt sorununu sağ çözer” mavalının en önemli dayanağı Turgut Özal efsanesidir. Tam Turgut Özal Kürt sorununu çözecekmiş ki sorunun çözümünü engellemeyi isteyen savaş lobisi/Ergenekon tarafından öldürülmüş, sorunu çözmeye ömrü vefa etmemiş. Özal’ın bayrağını devralan Tayyip Erdoğan’ın “liberal kahramanlar geçidi”nin son atlısı olarak sunulmasında da, Kürt sorununu çözmek için “masaya oturmaya cesaret edebilmesi” büyük bir kanıt olarak gösteriliyor. Şu “Çözüm Şampiyonu Özal” efsanesi ile biraz uğraşmak istiyorum.
Sağ politikacılar ve yazarlar tarafından sürekli sümen altı edilip durur ama, Özal, 12 Eylül cuntasının tek gerçek “Bakan”ıdır. 12 Eylül’ün ekonomik programı Özal’ın damgasını taşır ve dökülen kanın, uygulanan vahşetin en önemli nedenini oluşturur.
Bugünkü Kürt isyanı, Özal 1983’de seçimle iktidara geldikten bir yıl sonra başladı. Özal döneminde, Kürt isyanı bahane gösterilerek çok sayıda baskı yasası çıkarıldı. Açık faşizmin avadanlıklarını “sivil yönetim”de kullanılır hale getiren çok sayıda uygulama Özal döneminde yürürlüğe girdi.
“Köy Koruculuğu Sistemi” (1985), “Olağanüstü Hal Kanunu (1987), Terörle Mücadele Kanunu (1991) Özal döneminin “eserleri”dir. llk yargısız infazlar, kaçırıp kaybetmeler, köy boşaltmalar Özal zamanında gerçekleştirilmiştir. Yani Kürtlere karşı “kirli savaşı” başlatan Özal’dan başkası değildir.
Özal, ANAP inişe geçerken kendisini Çankaya köşküne atarak garantiye aldıktan sonra, iki yıl süren meclis çoğunluğuna dayalı Cumhurbaşkanlığı süreci boyunca da Kürt sorununu barışçı yollarla çözmeye yönelik herhangi bir adım atmadı. Tam tersine bu dönemde Polis Vazife ve Selahiyetler Yasası’nı, Sansür Sürgün Kararnamesini, Terörle Mücadele Kanunu çıkararak, Kürt sorununun askeri çözümünü temel alan bir yasalaştırma sürecini bizzat yönetti.
Özal’ın Kürt sorununun çözümüne soyunmasının delili diye gösterilen “Özal-Barzani-Talabani dostluğu”, Özal’ın 1.Körfez Savaşı konjonktüründe attığı adımdır. Türkiye’deki Kürt sorununun demokratik barışçı çözümüyle ilişkilendirilmesi fantastiktir. Çünkü Özal-Talabani-Barzani dostluğunun Türkiye Kürtlerine “ödülü”, ilk büyük çaplı sınır ötesi operasyon ve “brakuji” (kardeş katli) dir.
1992 Ekim’inde Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen TSK operasyonuna Barzani ve Talabani’ye bağlı peşmerge güçleri de katılmıştır. ’90 sonrasında Kürt siyasi merkezleri arasındaki silahlı çatışmalarda bir “Türk parmağı” aranacaksa o da Özal’ın parmağıdır. Özal, Türkiye’deki Kürt isyanını içerde köy korucuları, dışarda Barzani-Talabani eliyle Kürdü Kürde kırdırarak bastırmayı iş edinmişti.
Özal’ın Güney Kürdistan siyasi merkezleriyle kurduğu ilişkinin bir diğer amacı da, iç siyasette azalan ağırlığını, ABD’nin Irak politikası ile paralel “yerel” inisiyatifler alarak dengelemekti. Yani liberalizmin “büyük özgürlük kahramanı” aslında basit bir iktidar düşkünüydü.
Özal’ın artık tamamiyle iktidarsızlaştığı bir dönemde aldığı “Abdullah Öcalan’la dolaylı diyalog” manevrasını gerçekçi bir “barışçı çözüm girişimi” olarak düşünebilmemiz için aslında neden yok. Çünkü, böylesi bir girişimin dönemin Demirel hükümetini by-pass ederek yürütülebilmesi olanaksızdır. O günün koşullarında, gerçekçi bir barışçı çözüm girişimi iki şekilde yürütülebilirdi: Ya Demirel de “Özal’ın barışçı çözüm politikasıyla” bir biçimde ilişkili olmalıydı (ki öyle olsa Demirel bu politikayı, Özal’ın ölümü sonrasında sürdürebilirdi; üstelik 1989 Kürt raporunu yayımlamış SHP ile koalisyon halindeydi) ya da Özal bu politikasını, Demirel hükümetini etkisizleştirecek başka güçlere (Pentagon, TSK’nin bir kanadı, MİT vb.) dayanarak uygulamaya koymuştu.
Bu seçenekleri elimine edersek, Özal’ın “barış girişimi”ne yükleyebileceğimiz tek bir anlam kalıyor: Özal, tıpkı halefi Tayyip Erdoğan gibi, silahları susturma gücünün elinde olduğunu göstererek, tükenen politik gücünü tazelemeye çalışıyordu. Özal’ın iktidarını neredeyse tümüyle yitirdiği bir dönemde giriştiği bu manevraya “yüksek amaçlar” yüklemek için bir sebep göremiyorum. Sağın “suikaste kurban giden büyük kahramanı”nın küçük ve ahlaksız bir maceraperest olduğunu gösteren deliller çok daha güçlüdür. “Körfez Savaşı konjonktürü”ne ve Özal’ın “stratejik dehasına” dayanılarak parlatılan bu girişimin, bu konjonktürün geçerli olduğu 1991 sonuna kadar, meclis çoğunluğunu da elinde tutarken, niçin başlatılmadığı da bir başka önemli sorudur.