Asgari ücretin belirlenmesi süreci devletin toplumla ve emekçilerle yaptığı en büyük toplumsal sözleşme süreci olarak görülmeli ve toplumsal mücadelenin konusu olarak ele alınmalı… Aralık ayı AKP için genel olarak angarya dönemi olarak geçiyor. Bu angarya döneminin en önemli kalemi de kuşkusuz bir sonraki yılın (2013) bütçesinin onaylatılması. (Asgari ücretin belirlenmesini de eklemek gerek). Bütçenin oluşturulma, […]
Asgari ücretin belirlenmesi süreci devletin toplumla ve emekçilerle yaptığı en büyük toplumsal sözleşme süreci olarak görülmeli ve toplumsal mücadelenin konusu olarak ele alınmalı…
Aralık ayı AKP için genel olarak angarya dönemi olarak geçiyor. Bu angarya döneminin en önemli kalemi de kuşkusuz bir sonraki yılın (2013) bütçesinin onaylatılması. (Asgari ücretin belirlenmesini de eklemek gerek). Bütçenin oluşturulma, onaylanma ve uygulanma süreçleri zaten, halkın demokratik katılımına açık süreçler değil. AKP’nin meclisteki ezici çoğunluğu da meclisin diğer bileşenlerinin bu süreçlere katılımının “laf etmenin” dışına çıkarılmasına engel. AKP, lehine olan tüm bu olanaklara rağmen bu yıl yeni bir şey daha yaptı, meclis adına bütçeyi denetlemekle yükümlü olan Sayıştay’ı da devre dışı bıraktı. Sayıştay’ın, dış denetim genel değerlendirme, faaliyet genel değerlendirme ve mali istatistikleri değerlendirme raporları gelmemesine rağmen -ki bu durum bütçe görüşmelerine geçilmesine bile engel- AKP, bütçeyi meclisten geçirmeye başladı.
2013 bütçesinde ise AKP açısından kritik bir değişiklik görülmüyor; yine sermaye lehine kıyaklar tüm bütçenin dokusuna hakim, yine dinci gericiliği büyütmek ve kurumsallaştırmak için “pozitif ayrımcılık” yapılmış ve yine savaş planları var. Maliye Bakanlığı’nın 2013 yılı bütçe ödeneği 2012 yılına göre yüzde 12 oranında artışla 99 milyar 166 milyon 766 bin TL olacak. Buna Hazine Müsteşarlığı, 47 milyar 496 milyon TL ödeneği de eklendiğinde 404 milyar TL olarak hesaplanan 2013 bütçesinin neredeyse üçte biri Maliye Bakanının harcamasına bırakılmış durumda. Bu paranın önemli bir kısmı da borç ve faiz ödemelerine gidecek.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın AKP dönemindeki yükselişi ise elbette takdire şayan! Yüzde 18.3’le Diyanet İşleri Başkanlığı 11 bakanlık bütçesinden daha büyük. Bu bakanlıklar içerisinde , Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ve Avrupa Bakanlığı var. Yani devletin dini ihtiyaçları bu konulardan önce geliyor.
En yüksek artışın (yüzde 23,1) Milli Eğitim Bakanlığı’nda olması AKP için çok önemli bir propaganda malzemesi sadece. Tayyip Erdoğan’ın bu malzemeyi bolca kullanacağına tanık olacağız. Bu artışın arkasında ise Fatih projesi ile, tablet bilgisayar projesi ile ve okul inşaatları projeleri ile sermayeye kaynak aktarılması planları var.
Ve asıl olarak savaş bütçesinin kalemleri! İstihbarat ve güvenlikle ilgili kurumların bütçelerindeki artış bunun göstergesi. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bütçesindeki artış yüzde 32. MİT dahil olmak üzere güvenlik kurumlarına ayrılan ödenek 22 milyar lirayı buluyor. İçişleri Bakanlığı da dahil edildiğinde 2013 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nda Türkiye’nin güvenlik, asayiş ve istihbaratından sorumlu kurumlarına aktarılan kaynak 2012 yılına göre yüzde 16.2 artışla 45 milyar 297 milyon TL’ye ulaşıyor. Buna, Tayyip Erdoğan’ın bilgisini bile kimseyle paylaşmak zorunda olmadığı 1 milyarlık örtülü ödeneğini de eklemek gerek.[1]
AKP savaşa mı hazırlanıyor?
Rusya’nın ve İran’ın Suriye ile ilgili planları, pozisyonları değişmediği sürece AKP’nin Suriye ile doğrudan bir sıcak savaşa girmesi mümkün değil. Çünkü bu iki ülke Türkiye’nin petrol ve doğalgaz ihtiyacının neredeyse üçte ikisini karşılıyor. Aralık ayı başında Putin’in ziyareti ile iki ülke arasında ekonomi, finans, güvenlik, ticaret ve kültür alanlarında 11 anlaşma imzalandı. Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi 35 milyar dolar. Nükleer santral projesi ise zaten AKP’yi Rusya’ya bağlamış durumda. Tüm kozlar Rusya’nın elinde olmasına rağmen Rusya, bir hamle daha yaparak AKP’nin en büyük hayalini yani Türkiye’nin enerji nakil hattı olma hayalini bitirdi. Nabucco Boru Hattı Projesi ile Rus ve Kafkas doğalgazı, Türkiye devre dışı bırakılarak Karadeniz’in altından Bulgaristan’a ve dolayısıyla Avrupa’ya bağlanacak.
İran ile olan ilişkide de AKP’nin eli çok zayıf. Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının yüzde 20’si İran’dan karşılanıyor. Türkiye ödemeyi TL olarak yapıyor. İran, bu Türk Liralarını uluslararası bankacılık sistemine sokamadığı için (ambargo nedeniyle) bu paralarla Türkiye’den külçe altın alıyor. Tam da bu yüzden Türkiye’nin 2011’de altın ihracatı 10 kat artarak 12 milyar dolara çıkmış durumda. Aynı zamanda bu durum, AKP’nin son dönemde çok övündüğü “cari açıktaki azalmanın” da (suni de olsa) bir diğer nedeni.
Sonuç olarak AKP, Rusya’yı ve İran’ı doğrudan karşısına alması imkansız ancak diğer yandan da ABD’ye de aktif taşeronluk yapmak zorunda. Bu ikilemle daha uzun süre yaşayacak ve Rusya’nın Suriye konusundaki tercihinin değişmesini bekleyecek. Bu arada da silah sermayesini ihya etmeye ve “çaktırmadan” Suriye’nin içini karıştırmaya devam edecek. Bu karıştırma işinin asıl finansörü de Tayyip Erdoğan. Örtülü ödenek harcamaları rekor artış göstererek 2012 yılının ilk 8 ayında 587 milyon lira olarak gerçekleşti. Sadece 2008’den beri Tayyip Erdoğan’ın örtülü ödenek kasasından harcadığı para 2 milyar lira. Açıklanmasında sakınca görülen bu paralar nerelerde değerlendirilmiş olabilir?
Ortadoğu’da tek sıkıntılı yer Suriye değil elbette. Gazze’de olanlardan sonra Filistin konusunda nisbi bir “ilerleme” yaşandı. Filistin, BM’de “gözlemci devlet” statüsü edindi. Ancak bu durum Gazze’de, Batı Şeria’da yaşanan durumda fiili bir değişiklik yaratmadı, yaratacak gibi de görünmüyor. İlan edildiği açıklanan ateşkes, İsrail tarafından fiilen iptal edilmiş durumda. Filistinliler arasındaki iktidar mücadelesi ise iyice uluslararası aktörlerin (sadece ABD, İsrail ve İran değil, aynı zamanda Mısır, Katar, Suudi Arabistan,v.s) operasyonel konum aldığı bir çatışma alanı. Tayyip Erdoğan ise Filistinlilere “Filistinli kardeşlerimizin aralarındaki anlaşmazlıkları geride bıraktıkları, birlik ve beraberlilerini güçlendirdikleri takdirde çok daha büyük başarılara imza atacaklarından şüphe etmiyorum” diyor. Kimin egemenliğinde, kimin için?
Ve Mısır… 25 Ocak 2011’de Hüsnü Mübarek’i deviren Mısır halkı, şimdi de Mübarek’in yerine geçen Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin koltuğunu sallıyor. Böyle olması da kaçınılmazdı. Çünkü iki yıl önce canı pahasına sokaklara dökülen Mısırlılar, Mübarek’in şahsında simgeleşen ABD-İsrail işbirlikçisi, neoliberal ve baskıcı politikalara karşı isyan etmişti. Şeriat gibi bir talepleri yoktu. Mübarek’in gitmesini ve demokratik seçimlerin yapılmasını, örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alan yeni bir anayasa yapılmasını, insani bir asgari ve azami ücret aralığının belirlenmesini, barınma, sağlık, ulaşım gibi hizmetlerin iyileştirilmesini istiyorlardı. Bu eylemlerin arka planında 2000’li yıllarda sokaklardan eksik olmayan savaş karşıtı hareketler ile yasaklara ve devlet terörüne rağmen meşru, militan, fiili bir temelde gelişen sendikal hareketler yatıyordu. Bu hareketlere öncülük eden işçi militanları 2000’li yıllarda 3 bin civarında fiili grev ve eylem örgütlemiş, Mübarek’in devrildiği süreçte 1,5 milyonu aşkın üyesiyle Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nu yaratmıştı. Adını Mahalla’daki işçi eylemlerinden alan 6 Nisan Hareketi gibi gençlik hareketleri kurulmu