2012 kasvetli bir miras bıraktı; öyle bir miras ki yeni yılda gerilimden başka bir gelecek vaat etmiyor… 2012 kasvetli bir miras bıraktı; öyle bir miras ki yeni yılda gerilimden başka bir gelecek vaat etmiyor. İsyan coğrafyasında yaşananlar tüm aktörler için turnusol kâğıdı işlevi gördü. Suriye’den Irak’a, Mısır’dan Tunus ve Libya’ya, Bahreyn’den Yemen’e kadar birçok yerde […]
2012 kasvetli bir miras bıraktı; öyle bir miras ki yeni yılda gerilimden başka bir gelecek vaat etmiyor…
2012 kasvetli bir miras bıraktı; öyle bir miras ki yeni yılda gerilimden başka bir gelecek vaat etmiyor. İsyan coğrafyasında yaşananlar tüm aktörler için turnusol kâğıdı işlevi gördü. Suriye’den Irak’a, Mısır’dan Tunus ve Libya’ya, Bahreyn’den Yemen’e kadar birçok yerde ayrışmalar keskinleşti. Diktatörlerinden kurtulanlar kendi aralarında, kurtulamayanlar karşıt saflarda ayrıştı. Özellikle Suriye krizinin en berbat mirası herkese sirayet eden mezhepçilik virüsü oldu. Kriz, Sünni dünyanın muteber alimi Yusuf el Karadavi’yi Beşşar Esad’a şükran duyan bir çizgiden onu destekleyen sivillerin dahi öldürülmesine cevaz verecek noktaya savurdu. 2009’da Esad’ı ziyaret edip Filistinlilere desteğinden dolayı “Beşşar Esad’a tebriklerimizi sunuyoruz” diyen Karadavi, 2 Aralık 2012’de Cezire’deki Şeriat ve Hayat programında “Rejimi destekleyenleri hedef almak caiz mi” sorusuna şu fetvayı verdi: “Rejimin saflarında duran herkese karşı ayrım gözetmeksizin savaşmalıyız. Asker, sivil, alim, cahil kim olursa olsun, bu rejimi destekleyen herkes zalimdir. Rejim için geçerli olan hüküm onun için de geçerli. Rejim yanında savaşanlara karşı savaşılmalıdır. Rejimin yanında görünüp de öldürülenler içerisinde mazlum ya da masum biri varsa Allah ahirette ona hakkını verecektir.” Bu fetvadan sonra Karadavi’yi fakih olarak görenleri kim nasıl dizginleyebilir?
‘Firavunlaşacaksınız’
Buna karşı İslamcıların el üstünde tuttuğu başka bir âlim var ki, Bir Acem köyünde kardeşini ve evini yitirdiği halde duruşundan taviz vermeyerek silahlı isyanı destekleyen cepheyi şoke etti. Bu kişi Esad’ın zulmünden ziyadesiyle nasibini almış, rejimin tüm geçim kaynaklarını kurutması nedeniyle köyüne çekilip 2 ineğiyle birlikte kimseye minnet etmeden sivil isyanını sürdürmüş Cevdet Said’di. Kabil’e karşı Habil olmayı öğütleyen Said, Hilal TV’ye Türkiye skalasına birkaç numara büyük gelen şu değerlendirmeyi yaptı: “Muhalifler silahla mücadele ediyor. Silah pisliktir.
Ellerine hiç silah almamaları gerekirdi. Kurşun atanlara gül atmalıydılar. Ben olsam karımı çocuklarımı öldürseler bile öyle yapardım. Devrim peşinde koşanlar iktidara gelince firavunlaşacaklar. Suudi Arabistan firavunlaştı, Katar, BAE de öyle. İran da firavunlaştı, tıpkı Osmanlı gibi. Osmanlı da Firavun yönetimiydi; silahla geldi, silahla yönetti ve silahla gitti.” Said “Halkın silahtan başka çaresi kalmadı” diye itiraz eden muhabire “Siz Türkler silahtan başka bir şey bilmiyorsunuz” sözleriyle çıkıştı.
İki cephede Erdoğan
Ayrışmada bir yanda İran diğer yanda ‘Sünnilerin hamisi’ diye anılan Türkiye var. İran’ın 1979’daki devrimiyle edindiği ve Filistin’e yardımlarla güçlendirdiği Sünni dünyadaki müstesna prestijin yerinde nefret fokurduyor. Türkiye’nin bu mezhepçi tabloya nasıl sokulduğunu görmek için de 28 Aralık’ta Irak’ta olanlara bakmak kâfi: Maliye Bakanı Rafi el İsavi’nin korumalarını ‘terör’den tutuklatıp Sünnileri öfkelendiren Başbakan Nuri Maliki’ye karşı Felluce’de düzenlenen gösteride Başbakan Tayyip Erdoğan’ın posterleri taşındı. Necef’te ise Şiilerin gösterisi Erdoğan’a karşıydı.
Yemen elinde halimiz nice
“Havada bulut yok bu ne dumandır; Mahlede ölü yok bu ne şivandır; Şu Yemen elleri ne yamandır” diye türkü yaktığımız uzak diyarda bile Türkiye algısı tepetaklak. Nedeni de Yemen’e giden silahlar. Geçen hafta bir vekil Ankara ile ilişkilerin kesilmesini istedi. Bir başkası ‘terör üçgeni’ diye nitelediği Türkiye, İran ve ABD’yi iç karışıklık yaratmakla suçladı.
Geçen ay Necef’te karşılaştığım Yemenli Zeydilerin de Türkiye’yi hayırla anmadıklarını gördüm. Bu ayrışma ne İran ne Türkiye’nin yararına. Suriye’de rejimin canavarlaştığı, kafa kesme ve saldırı görüntülerini yardımlar için makbuz olarak kullanan Nusracıların sahada inisiyatifi ele aldığı, iç savaşın kimseye zafer sunmadığı, El Ahdar el İbrahimi’nin dediği gibi siyasi çözüm olmazsa ülkenin Somalileşeceği gerçeğini göz ardı etmeden 21 ayın sonunda çıkan neticeyi bir de İsrailli eski komutan Moşe Elad’ın gözüyle görelim: “Suriye, bizim için en çetin düşmandı. Şimdi parçalanıyor. Üstelik İsrail’e bir tek kurşun bile sıkamadan.(El Ahram)” 2012 karanlık bir koridordu, 2013’ün halkların daha fazla acı çekmemesi için herkesin duruşunu revize edeceği bir yıl olması dileğiyle.