Yeni sendika yasası, iki temel noktada getirdiği düzenlemelerle sendika hareketini/sendika mücadelesini esaslı ve kabul edilemez biçimde sınırladı. Bunlardan biri sendika modeli açısından getirdiği sınırlama, yani “tek tip sendika”; diğeri ise sadece tek düzeyli ve sınırlayıcı toplu pazarlığa izin veren “tek tip toplu pazarlık” tercihidir. Tek tip sendika: Sendikalar, ancak devletin belirlediği işkollarından birinde ve ülke […]
Yeni sendika yasası, iki temel noktada getirdiği düzenlemelerle sendika hareketini/sendika mücadelesini esaslı ve kabul edilemez biçimde sınırladı. Bunlardan biri sendika modeli açısından getirdiği sınırlama, yani “tek tip sendika”; diğeri ise sadece tek düzeyli ve sınırlayıcı toplu pazarlığa izin veren “tek tip toplu pazarlık” tercihidir.
Tek tip sendika: Sendikalar, ancak devletin belirlediği işkollarından birinde ve ülke düzeyinde faaliyette bulunmak üzere kurulabilecektir. Yani sadece “milli tip” ya da “Türkiye tipi” sendikalara izin verilmektedir. Bunun dışındaki her türlü sendika örgütlenmesi yasaklanmıştır. Yasa, işyeri sendikalarının, meslek sendikalarının, bölgesel sendikaların, genel sendikaları, federasyonların kurulmalarını yasaklamaktadır. Barajlardan da işte bu noktada vazgeçilememektedir. Oysa devletin bu alanda bir tercihi olamaz. Bir söz hakkı olamaz. Bu sendikaların, konfederasyonların kendi bilecekleri bir iştir. Herkes sendikasını nasıl istiyorsa öyle kurar.
Bu tip sendika Türk-İş’in ve DİSK’in geçmişte pek tercih ettiği ve zaman zaman sendika hareketi içinde sendikaların bu esasa göre yeniden reorganizasyonunun gerçekleştirilmesi yönünde zorlatıcı kararların ve uygulamaların da ortaya çıktığı hatırlardadır. Sendika hareketinin yükseldiği yıllarda ve kitle üretimine koşut olarak önemli ölçüde homojen emeğin örgütlenmesine dayanan kitle sendikalarının çağında işkolu sendikaları bir model olarak önemli avantajlara da sahipti. Ama bugün kitle üretiminin çözüldüğü, esnekliğin, “çeşitliliğin” belirleyici olduğu, hizmet sektörünün galebe çaldığı, bacasız fabrikaların yaygınlaştığı, işyerlerinin küçüldüğü, bölündüğü, taşeronlaşmanın olabildiğince yaygınlaştığı yeni koşullarda, farklı sendika arayışlarının önemi artmıştır. Dahası mevcut işkolu sendikalarının bu koşullarda başarılı olamadıkları artık hiçbir tartışmaya er vermeyecek kadar ortadadır. Çözüm, üretim biçimindeki değişimin, çeşitliliğin, esnekliğin sendika hareketine de yansıtılabilmesinde. Farklı sendika modellerinin ve politikalarının araştırılmasında, denenmesindedir. İşkollarındaki bütün işçilerin aynı sendika çatısı altına tıkıştırıldıkları “güçlü sendika” algısı sendika hareketi içinde yeniden değerlendirilmelidir. İşkollarında en çok üyeye sahip sendikalara da bir bakarak… Yeni yasa işte buna imkân tanımamaktadır.
Tek tip toplu pazarlık: Yeni yasa, “Bir toplu iş sözleşmesi aynı işkolunda bir veya birden çok işyerini kapsayabilir” düzenlemesiyle, toplu iş sözleşmesinin esasen “işyeri düzeyinde” yapılabileceğine hükmetmektedir. Bunun versiyonları, işletme ve grup sözleşmeleri olabilmektedir ve bunlar da yasada tanımlanmıştır. İşletme sözleşmesi “tek işverenli” bir toplu iş sözleşmesidir, grup sözleşmesi birden çok işverenle yapılan “çok işverenli” bir toplu iş sözleşmesi biçimidir. Bu sözleşmeler de tek tiptir; aynı içeriğe sahiptir, aynı tip örgütlerce -işkolu sendikaları ve işveren ya da işveren sendikaları arasında- ve aynı prosedür içinde yürütmektedirler.
Bunun yanında yasada “işkolu düzeyinde” bir sözleşmeden söz edilmektedir, bu, “Ekonomik ve Sosyal Konseyde temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikaları arasında işkolu düzeyinde yapılan” sözleşmedir. Ancak, sayılan işçi ve işveren konfederasyonlarına üye olmayan ama işkolunda çoğunluğa sahip olan sendikalara bu hakkın verilmemesinin ahlaki ve hukuki tutarsızlığı bir yana, öngörülen “çerçeve sözleşmeler” için bir yetki ve grev hakkını da içeren bir toplu pazarlık prosedürü öngörülmemiştir. Üstelik içeriği, meslekî eğitim, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal sorumluluk ve istihdam politikalarıyla sınırlandırılmıştır. Bu göz boyama amacıyla yasaya koyulduğu açıkça belli olan göstermelik bir düzenlemedir ve gerçek anlamda işkolu sözleşmesi kabul edilemez. Bölgesel sözleşme gibi modeller de zaten kabul edilmemekte, yasaklanmaktadır. Genel grevin ve menfaat uyuşmazlıklarında yasadaki prosedüre bağlı olarak yapılanlar dışında her türlü işi bırakma eylemlerinin ve direnişlerin yasaklanması bu zihniyetin/mantığın bir neticesidir. Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi kalp/sahte, sözde organizasyonlara ya da kamudaki hükümet-Türk İş zirvelerine bakılarak ülke düzeyinde toplu pazarlıktan söz edebilmek de safdillik olacaktır.
Çünkü grev doğal bir hak olarak ve hiçbir biçimsel sınırlamaya tabi tutulmadan ve de toplu iş sözleşmesi süreciyle de sınırlandırılmadan tanınmadığı sürece, özgür toplu pazarlıktan söz edilebilmesi mümkün değildir. Toplu pazarlı hakkının her türlü bağlayıcı süre koşullarından arındırılması ve toplu pazarlık sürecinin zamanlaması konusunda tarafların tam ve mutlak hâkimiyetinin tesis edilmesi, bu noktada hiçbir yasa düzenlemesinin yapılmaması gereği esastır.
Aslında değişen hiçbir şey yoktur. Bu çerçevede eski yasalarda olduğu gibi yeni yasada da sendika örgütlenmesi ve toplu pazarlık açısından ortaya konulan garabet, çarpık ve yasakçı model korunmaktadır: Sadece işkolu sendikalarının kurulmasına izin verilmektedir buna karşılık sadece işyeri düzeyinde toplu pazarlık serbesttir. Ve bu sınırlamalardan/yasaklamalardan sonra yasanın, artık sosyal politika açısından tartışılacak, değerlendirilecek bir yanı da kalmamaktadır.
Bir sıkı değerlendirme sendikalar ve konfederasyonlar tarafından yani bütünüyle sendika hareketi tarafından yapılmalıdır ama… Bu yasalaşma sürecinde -ki çok uzun bir süreçti- “bu esaslı noktalarda” ne istemişlerdi? Neyin kavgasını ve ne kadar vermişlerdi?