Önce bu isimleri hatırlayalım: Ali Erek, Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Orhan Keskin, Cemal Arat, Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Hasan Telci, M. Fatih Öktülmüş, Mehmet Emin Yavuz, Abdullah Fidan, Fesih Çiçek, Remzi Altıntaş, Aygün Uğur, Hayati Can, Berdan Kerimgiller, İlginç Özkeskin, Hüseyin Demircioğlu, Ali Ayata, Müjdat Yanat, Tahsin Yılmaz, İdil Erkmen, Hicabi Küçük, Yemliha […]
Önce bu isimleri hatırlayalım:
Ali Erek, Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Orhan Keskin, Cemal Arat, Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Hasan Telci, M. Fatih Öktülmüş, Mehmet Emin Yavuz, Abdullah Fidan, Fesih Çiçek, Remzi Altıntaş, Aygün Uğur, Hayati Can, Berdan Kerimgiller, İlginç Özkeskin, Hüseyin Demircioğlu, Ali Ayata, Müjdat Yanat, Tahsin Yılmaz, İdil Erkmen, Hicabi Küçük, Yemliha Kaya, Osman Akgün…
Devam edelim; içimiz kan ağlasa da isimleri çoğaltalım:
Cengiz Soydaş, Adil Kaplan, Gülsüman Duman Dönmez, Tuncay Günel, Nergiz Gülmez, Fatma Ersoy, Celal Alpay, Abdullah Bozdağ, Erol Evci, Murat Çoban, Canan Kulaksız, Sedat Gürsel Akmaz, Ender Can Yıldız, Sibel Sürücü, Hatice Yürekli, Şenay Hanoğlu, Sedat Karakurt, Erdoğan Güler, Fatma Hülya Tümgan, Hüseyin Kayacı, Cafer Tayyar Bektaş, Uğur Türkmen, Veli Güneş, Aysun Bozdoğan, Zehra Kulaksız, Mahmut Gökhan Özocak, Ali Koç, Sevgi Erdoğan, Muharrem Horoz, Osman Osmanağaoğlu, Hülya Şimşek, Gülay Kavak, Ümüş Şahingöz, İbrahim Erler; Abdulbari Yusufoğlu, Zeynep Arıkan, Ali Rıza Demir, Ayşe Baştimur, Özlem Durakcan, Ali Ekber Barış, Tülay Korkmaz, Ali Çamyar, Zeynel Karataş, Lale Çolak, Yusuf Kutlu, Yeter Güzel, Doğan Tokmak, Tuncay Yıldırım, Meryem Altun, Okan Külekçi, Semra Başyiğit, Fatma Bilgin, Melek Birsen Hoşver, Gülnihal Yılmaz, Fatma Tokay, Hamide Öztürk, Serdar Karabulut…
Bitirmeyelim:
İsmet Kavaklıoğlu, Ahmet Savran, Aziz Dönmez, Nevzat Çiftçi, Halil Türker, Mahir Emsalsiz, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık ve Önder Gençaslan…
Unuttuklarımız için af dileyelim; o güzelim hatıralarının bağışlayıcılığına sığınalım.
Türkiye cezaevlerinde 1980 ile 2000 yılları arasında açlık grevleri ve uğradıkları şiddet nedeniyle katledilen arkadaşlarımızın isimlerini hiç olmazsa vicdani tarihimize not düşelim.
Asıl soruyu sormayı ihmal etmeyelim. Bu isimler oğlumuz, kızımız, kardeşimiz değil miydi? Arkadaşlarımız göz göre göre ölürken, Ankara neden sağırdı, kördü; neden kendinden bellemedi?
Vicdani tarihimize yaslanarak yaşananlardan ders çıkartalım. İlk dersteki, ilk soruyu önce kendimize soralım: Bu ölümler yaşanırken neredeydik, ne yapıyorduk, yeteri kadar hassasiyet göstermiş miydik, bu kadar dert etmiş miydik kendimize?
Sonra, bugün açlık grevlerinde ölümle yüz yüze gelenlerin isimlerinin bu listeye eklenmemesi için neler yapılabileceğini düşünelim. Dün yapmadıklarımız ile bugün yaptıklarımızı karşılaştıralım. En azından, yarın, bir başka zaman diliminde, başka nedenlerle, başka ölümlerin yaşanmaması için, dün ile bugün arasında adil olmayan bir şeyler varsa, bu adaletsizliğe son verelim.
Dünle bugün arasındaki farkı ortadan kaldırmak mümkün değil ama hiç olmazsa bugün ile yarın arasında yaşanması olası çifte standardı şimdiden engelleyelim.
Nedir bizi harekete geçiren?
Dünkü “hareketsizliğin” nedeni, taleplerin cezaevlerinde yaşanan sorunlarla ilgili olması mıdır?
Bugünkü “hareketliliğin” nedeni, taleplerin aynı zamanda Türkiye’nin ana sorunlarından birine işaret etmesi midir?
Sadece insan olmak neden yetmiyor harekete geçmek için?
Herkesin ölümü kendisine mi?