Suriye’nin iç ve uluslararası politik denklemi zorunlu olarak yeniden şekillendiriliyor. Ortaya çıkan tablo dikkate alındığında, önümüzdeki bir kaç ay içinde Suriye’de, uluslararası ve bölgesel ilişkileri kapsayan son derece önemli politik sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Çünkü Suriye’deki politik gelişmeler iç sorun olmaktan çıkıp bölgeyi etkiyen bir konuma gelmiş bulunuyor. Bunun yansımaları, İran’dan, Arabistan’dan, Türkiye’den, Ürdün’den, Irak’tan, Mısır’dan, […]
Suriye’nin iç ve uluslararası politik denklemi zorunlu olarak yeniden şekillendiriliyor. Ortaya çıkan tablo dikkate alındığında, önümüzdeki bir kaç ay içinde Suriye’de, uluslararası ve bölgesel ilişkileri kapsayan son derece önemli politik sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Çünkü Suriye’deki politik gelişmeler iç sorun olmaktan çıkıp bölgeyi etkiyen bir konuma gelmiş bulunuyor. Bunun yansımaları, İran’dan, Arabistan’dan, Türkiye’den, Ürdün’den, Irak’tan, Mısır’dan, İsrail’den, Filistin’den, Lübnan’dan çok açık olarak hissedilmeye başlandı. Bölgesel savaşın kıvılcımları hissedilmeye başlandı.
Bu bakımdan küresel sistem güçlerinin Suriye politikası önemli oranda başarısız kaldı. Özellikle Esad’ın gitmesine yönelik yapılan bütün politik ve askeri saldırı hamleleri boşa çıktı. Ortaya çıkan politik tabloda, başta ABD olmak üzere, uluslararası güçlerin Suriye algısında belirgin bir değişim oluşmaya başladı. Suriye’nin öyle kolay lokma olmadığını gören uluslararası güçler, yeni politikalar belirlemek zorunda kalıyor. Çünkü Ortadoğu krizini tetikleyen güçler, bu ateşin içinde bulunuyorlar. Ateş, kendilerinin bölgesel çıkarlarını da doğrudan sarmalayacaktır.
Sık sık vurgulandığı gibi Suriye’nin jeopolitik pozisyonu nedeniyle uluslararası güçler, ilk kez çok ciddi bir şekilde karşı karşıya geldiler. Libya’da fiilen aynı safta yer alan güçler, Suriye’de karşı safta yer aldılar. Özellikle Rusya ve Çin, Esad rejimini politik, askeri ve ekonomik olarak açık biçimde çok aktif destekliyorlar. Irak deneyimi nedeniyle, Esad rejiminin bütünlüklü olarak yıkılması için ABD, İngiltere ve Fransa aynı kararlılığı gösteremiyorlar. Bu sorunun bir yanını oluşturuyor.
Burada belirleyici olan ABD’nin Ortadoğu ve Suriye yönelik politikasıdır. İkinci kez ABD Başkanlığına seçilen Obama, seçim kampanyası sürecinde aslında Ortadoğu politikasının ana hatlarını çizildi. Obama, ABD’nin karşı karşıya olduğu ekonomik krizin çok kapsamlı ve boyutlu olması nedeniyle dikkatlerini içe vereceği gibi geçmişteki gibi askeri işgallere yönelemeyeceği çok daha belirgin hale geldi. Bu politikanın Ortadoğu’ya yansıması olacaktır. Bu bakımdan Obama, İsrail’in artık bölgenin ‘şımarık çocuğu’ olmaktan çıkması, 1976 sınırlarına çekilmesi ve böylelikle Filistin ile barış masasına oturması gerektiğini çok daha yüksek bir sesle dille getirecek ve İsrail’i zorlayacaktır. Ayrıca ABD Suriye’ye yönelik politikasını yeniden gözden geçireme kararı almıştır. Seçim kampanyası döneminde Dışişleri Bakanı Clinton’un yaptığı açıklamalar, hem Suriye’deki muhaliflerin mevcut gerçeğine ışık tutuyor hem de ABD’nin yeni politika değişikliğini ortaya koyuyor.
Suriye’de muhalif olarak tanımlanan ve Suriye Ulusal Konseyi (SUK) çatısı altında bir araya gelen güçlerin önemli bir kısmının, Suriye içindeki toplumsal güçleri temsil etmediği, dışarıdan ithal eden güçler olduğu bir kez daha tescil edildi. Böylelikle Suriye’deki toplumsal güçleri temsil etmeyen ve doğal tabanı bulunmayan SUK’un bu haliyle başarı olma şansı bulunmuyor. Politik dengeleri değiştirecek toplumsal güçlerin hiç biri SUK’un içinde bulunmuyor. Kürtler, Suriye’de en önemli örgütlü, politik, dinamik gücü oluşturuyor. Kürt bölgesinde yönetimi ele alarak kendilerini yönetmeye başladılar. Ancak Kürtler SUK içinde yer almıyor. Yaklaşık olarak nüfusun % 10’nunu oluşturan Hıristiyanlar, söz konusu yapılanma içinde bulunmuyorlar. Druziler yok, Aleviler tamamen dışlanmış durumdalar. Ayrıca, Sünnilerin orta sınıf kesimleri de SUK’e dâhil değiller. Sünnilerin orta sınıf tabakası da dahil edildiğinde yaklaşık olarak nüfusun % 55-60’ı SUK’nin dışında kalmış bunular.
Bu toplumsal tabakalar adına, hiçbir etki gücü bulunmayan marjinal birkaç küçük grup yer alıyor. Bu reel durum artık çok belirgin bir şekilde ortaya çıktı ki, ABD politika değişikliğine gitmek zorunda kalıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan demecinde ABD’nin Suriye Ulusal Konseyi’nden duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi ve ABD’nin bir politika değişikliğine gittiğine özel bir vurgu yaptı. Clinton, “Konsey’deki İslamcı-laik gruplar arasındaki çekişmelere son verme ve konseyin Suriye içinde daha iyi temsil edilmesini sağlama çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığına” dikkat çekti.
Küresel ve bölgesel güçlerin ihtiyaçlarına yanıt vermesi için kurulan SUK, kuruluşundan beri marjinal olmaktan kurutulamadı. Bunu değiştirmek için hep basit oyunlara yöneldiler. Örneğin bölgenin en örgütlü gücü olan Kürtleri sürece dahil etmek için İsveç’te kendi kişisel yaşamını sürdüren Kürt kökenli Abdulbasit Sayda’yı SUK Başkanlığına getirdiler. Ancak bu politika tutmadı. Aynı yöntem, bu kez Hıristiyanlar için deneniyor. SUK’un başına Hıristiyan kökenli Georges Sabra atandı. Amaç böylelikle hem Suriye’de Esad’ta yana olan Hıristiyanların desteğini almak hem de Batı dünyasının ekonomik, diplomatik ve askeri yardımlarını çok daha aktifleştirmeyi sağlamaktır.
SUK’u yeniden yapılandırılmaya çalışan ABD, birkaç önemli karar verdi. Türkiye ve Suudi Arabistan’ı arka plana çekerek, Katar’ı ön plana çıkarttı. Aynı şekilde Mısır’ın giderek daha fazla inisiyatif almasının da önünü açmış gibi görünüyor. Türkiye ve Suudi Arabistan’ın, Suriye politikasını ülke dışında gelen radikal İslamcı militanlar üzerinde yürütmesi, özellikle El Kaide eksenli grupların çok aktif olarak desteklenmesi, ABD ve İsrail’in çıkarlarına uyumlu olmadı. ABD’nin bu yeni yönelimi, Türkiye’nin Suriye politikasının bütünlüklü olarak çöktüğünü ve sürecin dışında kalacağına dair önemli bir veridir. Ayrıca SUK içerisinde radikal İslamcı grupların etki gücünü kırmak ve minimum düzeye indirmek isteniyor. Oluşturulan yeni yapılandırma başarılı olursa, ortaya çıkan muhalefet Esad rejimiyle bütünlüklü bir savaş değil, tersine bir uzlaşı gücü olarak rol oynayacak.
ABD eksenli yürütülen yeni SUK politikasının başarılı olma şansı bulunmuyor. Birincisi muhalefet olarak örgütlenen SUK içerisinde, yukarıda belirtildiği gibi, Suriye’nin toplumsal dinamiklerinin alınmasına dair hiçbir politika oluşturulmuş değil. ABD eksenli oluşturulan böylesi bir yapılanmanın içerisinde, halkı temsil eden örgütlerin de yer alması söz konusu olmaz. Bu bakımdan halka dayanmayan böylesi bir oluşumun başarılı olması son derece zordur. İkincisi SUK’un başına Hıristiyan birinin atanmasından sonra, kurucu üyelerden bir kısmı istifa etti. SUK içerisinde anlaşmazlıklar ve çıkar çatışmaları devam ediyor. Bu nedenle söz konusu gruplar arasındaki çelişkilerin giderilmesi için ‘Suriye Ulusal Girişimi (SUG)’ adında yeni bir oluşum kurulması kararı alındı. SUG’un başına da Suriyeli muhalif olarak bilinen Riyad Seyf’in getirildi. Bunun bir başka ifadesi de SUK’nin etki gücünün fiilen kırılmasıdır. Bu tür oluşumların hiç biri stratejik olmayıp tamamen dönemin dengelerine göre oluşturulduğu için, politik gücü de zayıf kalmaktadır. Üçüncüsü, SUK’un askeri kanadı olan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) askeri inisiyatifi fiilen kaybetmiş bulunuyor. Etkili ve güçlü bir komuta merkezi bulunmuyor. Öyle ki önemli komutanların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da yeniden Esad ordusuna katıldılar. Dağınık halde bulunan, kimin ne yaptığı belli olmayan bir askeri gücün başarılı olmayacağını artık herkes anlamış durumda. ÖSO, sadece sınır bölgelerinde, Türkiye, Ürdün gibi devletlerin aktif desteğiyle belirli bir etkinl
ik sağlamış bulunuyor. 18 aydır devam eden iç savaşta, ÖSO karşısında rejim ordusunun önemli oranda inisiyatifi ele aldığı bir gerçek. Dördüncüsü, ÖSO fiilen bölündü. ABD’nin radikal İslamcı örgütleri dışlama ve izole etme politikasını fiilen uygulamaya koymasından sonra, Suriye iç savaşında aktif rol alan radikal İslamcı örgütler ortak bir açıklama yaparak, SUK’a karşı tutum aldılar ve sürecin dışında kalacaklarını deklare ettiler. Nusret Cephesi, Ahraru’ş Şam Tugayları, Livau’t Tevhid, Ahrar Suriye, El Fecr El İslamiyye gibi grupların içerisinde yer aldığı radikal İslamcı grupların yapmış olduğu açıklamada şunlar söylendi: “Ulusal koalisyon adı verilen komplo planını reddettiğimizi ilan ediyoruz. Bununla birlikte adil bir İslam devleti kurulması, gerek koalisyonlar gerek konseyler, hangi kesimden olursa olsun dayatılan her türlü harici projenin reddedilmesi üzerinde ittifak sağlanmıştır. Başarı Allah’tandır.”
Bu açıklama aynı zamanda ÖSO’nun fiilen bölünmesidir. Bunun ortaya çıkartacağı askeri ve politik sonuçlar çok daha ağır olacaktır. Radikal İslamcı gruplar, ABD’nin belirlediği yeni politikanın, kendilerini tasfiye edilmesi sürecinin önemli bir adımı olduğunun farkındadırlar. SUK veya ona bağılı bulunan ÖSO’nun yakın bir gelecekte kendileriyle bir çatışma içine gireceklerini de görmüş bulunuyorlar. Bu bakımdan Suriye’de doğrudan kendi inisiyatiflerinde yeni bir muhalif cephenin oluşturulması için somut bir adım atmış oldular. Bu yeni politik bir durumdur ve çatışmaların çok daha kapsamlı gelişeceğini gösteriyor. Böylelikle Suriye’de muhaliflerin bölünmesi, iç çelişkilerin derinleşmesi, savaşın boyutlarını da değiştirecektir. Bu karmaşık süreç içerisinde yeni ittifakların gündeme gelmesi sürpriz sayılmamalıdır.
ABD, İngiltere ve Fransa’nın yönlendirmesi Mısır ve Katar’ın etkisiyle yeniden şekillendirilen Suriye muhalefeti güçlenmekten çok giderek parçalanmakta ve politik etki gücü çok daha fazla azalmaktadır. Bu durum esasen Esad rejimi bakımından önemli bir avantaj sağlıyor. Suriye içinde çok ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar ortaya çıkmaya başlamasına rağmen, rejimin özellikle Rusya, Çin, İran ve Irak gibi ülkelerin yardımıyla mevcut süreci devam ettirebileceğini gösteriyor. Süreç, söylendiği gibi Esad rejiminin aleyhine gitmemektedir. Tersine, muhalif gruplanın parçalanması, özellikle savaşçı unsurları bünyesinde toplayan Radikal İslamcı grupların ayrılması, SUK’un gücünü önemli oranda kıracaktır.
Bu gelişmeler Esad rejimi ile SUK arasında bir uzlaşmanın kapısını çok daha erken aralayabilir. Bu görüşmelerde kimin ne kadar etkili veya inisiyatifli olacağını, uluslararası güzler arasındaki ilişki belirleyecektir. Tersten İslamcı gruplar ve Kürtler dahil olmak üzere yeni ittifak arayışlarına yönelebilir.
Çözümsüzlük, bütün Ortadoğu’yu kapsayarak gelişiyor. Bu bakımdan önümüzdeki 5-6 aylık süreç, Suriye’de dengeleri netleştirecek bir dönem olacaktır. Çünkü bölgesel bir savaşın artma eğilimi içinde olması, dünyanın bütün politik dengelerini doğrudan etkileyeceği de bir gerçek.
gokyuzu9@aol.com