Onca eylem, grevler ve tartışmalardan sonra hükümetten anadilde savunmaya ilişkin nihayet bir tasarı geliyor. Sonuç, pek de şaşırtıcı değil. Ustalığı tartışılır, ancak bu iktidarın ne ötekini ne berikini ”memnun etmeme” yönündeki mahareti tartışılmaz. Haklar bahsinde oldukça sofistike ”göster ama verme” tutumu hemen her konuda cisimleşiyor. Örneğin MGK’yi kaldırıyor, eski TMK’yi değiştiriyorlar; ancak Özel Yetkili Mahkemeleri […]
Onca eylem, grevler ve tartışmalardan sonra hükümetten anadilde savunmaya ilişkin nihayet bir tasarı geliyor. Sonuç, pek de şaşırtıcı değil. Ustalığı tartışılır, ancak bu iktidarın ne ötekini ne berikini ”memnun etmeme” yönündeki mahareti tartışılmaz. Haklar bahsinde oldukça sofistike ”göster ama verme” tutumu hemen her konuda cisimleşiyor. Örneğin MGK’yi kaldırıyor, eski TMK’yi değiştiriyorlar; ancak Özel Yetkili Mahkemeleri getiriyorlar. TMK ise eskiyi andıran yeni düzenlemelere kavuşuyor. TRT’ye ”öteki diller” yayın seçenekleri geliyor; ama Q ve w harflerinden yazarlar ceza alıyor, mahkeme tutanaklarına Kürtçe ”bilinmeyen yahut anlaşılmayan dil” olarak geçiyor. Anadilde eğitim yapılmıyor ama haftada 2 saat seçmeli ders veriliyor. Düşünün, bazı ders ve eğitim dilinin Batı Dilleri (İngilizce, Almanca, Fransızca) olduğu devlet okulu ve üniversitelerin varlığına rağmen Kürtçe’ye ”devlet okullarında” Amazon Dilleri muamelesi reva görülüyor. Nereden baksanız 15 milyonun Kürt’ün yaşayıp vergisini verdiği bir ülkede şimdi de mahkemelerde ”savunma yapmak” maddi bir meblağa bağlanıyor. Yetmiyor, alanı daraltılıyor.
Önerilen tasarıya göre ”savunma hakkı” yalnızca iddianamenin okunması ve sanığın esas hakkındaki mütalaasıyla sınırlı. Anlaşılan o ki bunun dışındaki sorular ve durumlar ”yargı sürecini sürüncemede bırakma ihtimali” gerekçesiyle sınırlandırılmış. Ali Topuz ‘un ”Meram’ınız hakkı öldürüp vermek mi?” sorusu bu bağlamda epey haklı. Yine Radikal’den Ezgi Başaran ‘ın ”Kürtçe savunma büyük Türk hakimlerine emanet” başlığı da oldukça yerinde. Her iki yazar da ”hakkın iadesi”nden ziyade, sulandırılması, zora koşulması ve içeriksizleştirilmesini anlatıyor. Tıpkı ”Kürtçe seçmeli ders” gibi. Ve hatta yeni ”YÖK” kanun tasarısı gibi. Her şeye kadir iktidarımız, dört başı mamur bir ”hak anlayışını” bir türlü akledemiyor. Ahmet Altan ‘ın da dediği gibi ” ‘Apo’yla görüşüyoruz’, dendiğinde %58 oy oranıyla ‘görüş’ diyen bir toplum bir yılda aklını mı yitirdi, her türlü barışa karşı mı çıkıyor?” Elbette hayır. Hatta biz de soralım: ”Ergenekon operasyonlarında ‘darbecilerle hesaplaşıyoruz’ dendiğinde bu toplum %50 küsur oyla ‘hayır, yapamazsın'” mı dedi?
Doğruluğu tartışılsa da, ”en güvenilen kurumun ordu” çıktığı anketleri biliniyorken askeri ve bürokratik kliklerle çatışmayı göze alan bir iktidar, anadilde ”hizmetler”den bu denli mi korkuyor? Eğer gerekçe buysa, bu bizi, toplumu ve özünde insanı ahmak yerine koymak değilse nedir? Hani, hep denir ya ”toplum muhafazakar, otoriter, ataerkil vs…” Aslında kazın ayağı öyle değil. Öyle olmadığını iktidarın açılım söylemlerinin havalarda uçuştuğu, medyada Dersim’den Ermeni Soykırımlarına nice konunun tartışıldığı günlerde gördük. Şayet herhangi bir yüzleşme ve demokratik açılım, arkasında kitlelerin güvenebileceği kararlı bir siyasal irade mevcutsa kendini kitlelere kolaylıkla mal edebilir. Bunun için iktidarın elinde tüm gerekli araçlar ve siyasal kudret mevcut olup demokratik hak ve özgürlüklerin toplumsal mobilizasyonu arzu edildiği takdirde kolaylıkla sağlanabilinir. Eleştirilerimiz saklı kalmakla birlikte bu toplumda AB’ye desteğin %70’leri bulması önemli bir parametredir. AB birçok yönden eleştirilebilinir, ancak ”hak ve özgürlükler” bahsinde belli bir eşikte durdukları da inkar edilemez ve bu toplum bu eşiğe onay vermiştir.
Asimilasyon’da ”stratejik” derinlik
İlginç bir anket: ”Kürtçe eğitimi ‘hainlik-bölücülük’ olarak gören MHP yönetiminin aksine parti tabanının %50’si Kürtçe eğitime ‘evet’ diyor. Cemevlerine yasal statüsü verilmesine de halkın büyük çoğunluğu onay veriyor.” Çatışmalı ve kaotik dönemin neticesinde bu oranlar değişebilir elbette ama anket de öyle çok çatışmasız bir tarihte değil, 2012’nin Mart ayında yapılmış. Gerekli iradenin, adımların ve özenli yaklaşımların gösterilmesiyle toplumun çoğunun bu ve benzeri adımları takdir edeceği bilinen bir gerçek. Bakmayın siz yaygaracı ”yalaka” liberallere, insanlar ”barış, huzur ve güven”i savaşa tercih edecek kadar ahmak değil. Yeter ki irade olsun. İyi ama neden? Nedeni 80 küsur yıllık geçmişte saklı: Asimilasyon, inkar ve egemenlik. Bu muhteşem üçlüden inkar, bitti gibi. Artık Kürtlere ”yok hükmünde” davranılması siyaseten biraz riskli. Asimilasyonsa sinsi ve kurnaz biçimde sürdürülmeye çalışıyor. Kürtçenin kamusal alanda ”seçmeli” tutumuna indirgenmesi, Kürtçeye otantik bir süs bitkisi muamelesi yapmaktan farksız. Haftada iki saat seçmeli ders vermekle hiç ders vermemek arasında ”It is a pencil”dan ötesini bilmemek kadar fark vardır. Bir dil ve kültürün gerek kamusal gerekse toplumsal alanda hem görünürlüğünü hem de eğitim ve var oluş aksiyomlarını rejimin hassasiyetlerindeki kör zindanlar ve dar kalıplara hapsetmek, o dili ve kültürleri tecridi biçimde yok etmek manasına gelir. Orta öğretimde haftada 2 saat İngilizce dersiyle ne kadar İngilizce öğrenilebiliniyorsa, seçmeli derslerle de o kadar öğrenilir. Keza, mahkeme salonlarında hakimin insafına kalacak ”Kürtçe beyan” yönetmeliğiyle de o kadar SAVUNMA yapılabilinir.
Uyumlanma ve hegemonik kurumsallaşma
Siyasal iktidar, yukarıdaki örnekler dışında birçok alanda benzeri adımlar atmakta. Koca koca muvazzaf generalleri yargılatıp onlarca yıl ceza almalarına ”muktedir” olanın, rejimi ve devleti asgari demokratik ve hukuk nispetinde sağlıklı bir dönüşüme uğratamaya gücünün yetmemesi düşünülemez. Buna ne siyaseten ne de toplumsal engel vardır. Keza, Dink suikasti örneğinde olduğu gibi suikastin planlayıcıları ve faillerini yakalamaya da gücü yeter, Roboski vahşetini yargılamaya da. Yeter yetmesine de, bizzatihi kendisi bu vahşetlerin ne denli ”dışındadır” bu bilinmiyor. Bilebildiğimiz tek şey eski ”rejim”le köklü bir hesaplaşma yapılmadığı gibi, rejimin kendisine biat edecek şaibeli unsurlarıyla uzlaşıldığıdır. Siyasal iktidar, devletleştikçe rejimi var eden hem siyasal ”paradigma” hem de onun uzamlarıyla pek de tuhaf olmayan işbirliğine gitmiştir.
Tarihte örnekleri bol. Esasen kendisini ”anlamlı” kılan tarihsel-politik arka plan da buna müsait olup hiçbir zaman rejimin kökeniyle kökten bir çelişkiye düşmüş değillerdi. Zira siyasal İslam, ”egemenlik ve temel sorunlar”da hiç de devletten farklı düşünmüyor; en büyük çatışmayı teolojik din sosuyla bezeli siyasal egemenlik çelişkisinde yaşıyordu. 12 Eylül öncesinde rejimin ”anti-komünist” müttefikleri olan bu arka plan, Kürtlerle savaşta cepheye gerektiğinde sürülen önemli bir kozdu. Devlete ve egemenliğe ”biat”ın din hanesiye birlikte ciddi bir ortak payda teşkil ettiği bu tarihsel hareket, denilebilir ki muktedirleştikçe kendi kökenlerine dönmekten başka bir iş yapmıyor. Kamusal alanın adli ve polisiye operasyonlarla daraltılıp tasfiye edilmesi, bir yandan kendi egemenlik sahasını genişletirken öte yandan rejimin tarihsel ”misyon”unu yerine getirme işlevi taşımaktadır. Bugün birçok liberalin anlam
adığı yahut göz ardı ettiği şey de bu tarihsel ”misyon”dur. O çok yaygarısı edilen 28 Şubat süreci bile bize ibretlik ”dersler” verebilir. Fethullah Gülen ve cemaatinin o süreçteki tutumları hala şaibelidir örneğin. Hülasa iktidar, ”her şeyden biraz” olmaya çalışan ve özünde ”hiçbir şey” olan alabildiğine populist ve pragmatist bir harekettir. Buradan ilerisini geçtik asgari bir ”demokrasi” çıkmaz. Çıkmaz çıkmasına da, yanı başımızda duran otoriter bir figürün biyografisi pekala çıkar: Vladimir Putin . ” 7 Ekim 1952 tarihinde, SSCB döneminde adı Leningrad olan Sankt Petersburg kentinde doğdu. Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Bölümü’nden 1975’te mezun olan Putin, yüksek lisansını ekonomi alanında yaptı. Mezuniyetinin ardından, 1975’ten itibaren KGB’de çalışmaya başlayan Putin, bir süre Almanya’da görev yaptı, Leningrad’a dönmesinin ardından da üniversite yönetiminde görev aldı.” … Sonraki yıllarda Belediye başkan yardımcılığından İstihbarat Servisi Başkanlığına kadar gelen bu müstesna şahıs, sonunda devlet başkanı oldu. Tanıdık geldi mi?
albatross82@hotmail.com