Dünya Değerler Araştırması’nda da ortaya konduğu gibi, Osmanlıdan günümüze Türkiye’de “din” hala kimliğin özellikle kamusal kimliğin önemli bir öğesi durumunda. Şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı konusu Türkiye’de modernleşmenin temel konulardan birini oluşturmaktadır. Modernleşme ve ilerlemenin yolunun her iki cinsi de içermekten geçtiği ve kadınla erkek arasındaki eşitliğin hem anayasal hem de kamusal alanda kabul edildiği vurgulanmaktadır. […]
Dünya Değerler Araştırması’nda da ortaya konduğu gibi, Osmanlıdan günümüze Türkiye’de “din” hala kimliğin özellikle kamusal kimliğin önemli bir öğesi durumunda. Şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı konusu Türkiye’de modernleşmenin temel konulardan birini oluşturmaktadır. Modernleşme ve ilerlemenin yolunun her iki cinsi de içermekten geçtiği ve kadınla erkek arasındaki eşitliğin hem anayasal hem de kamusal alanda kabul edildiği vurgulanmaktadır. Ancak modernleşme temel olarak hala erkek egemen kurumlar yolu ile gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle birçok ilerlemeye rağmen kadın vatandaşın düzeyinde tüm kurumlarla beraber modernleşememiş, tüketim anlamında sunulan eşitlik kamusal alanda ve haklar alanında özellikle aile içi rol dağılım ve beklentilerinde yaşanmamıştır. Ne kadar modernleşirse modernleşsin konu ahlak düzeni olduğunda hala erkek egemen bir yaklaşım ve söylem kadına dayatılmakta ve kabullendirilmektedir. Hatta bu o kadar başarılı yürümektedir ki, anne kızına, kaynana gelinine, görümce eltisine bunu dayatabilmekte ve tam anlamıyla sürmektedir.
Özellikle bölgesel eşitsizlikle beslenen kültürel ve eğitimsel geri kalmışlık kadını, yoksulluk, namus ve töre üçgeninde kumpasa düşürmektedir. Değil değiştirmek tartışmak dahi hızlıca cezalandırılmakta, kadınlar düzen sağlayıcılar eli ile ötekileştirilmektedir. (Kadınların eğitimindeki bölgesel eşitsizlik özellikle dikkat çekicidir. Türkiye’de ortalama okumaz- yazmazlık oranı 2000 yılı nüfus bilgilerine göre erkekler için yüzde 6.1 ve kadınlar için 19.4 iken, Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgelerinde oranlar sırasıyla yüzde 12 ve 35 seklindedir. Bu eğitimsiz kadınların egemen dili konuşmadığı da göz önünde bulundurulduğunda kendini savunma ve ifade etme yetersizlikleri iyice şekillenecektir. Örneğin Şanlıurfa ve Van’da kız çocuklarının neredeyse üçte biri hiç okullaşmamaktadır. (Tüm zorunlu eğitim kanunlarına rağmen !!!)
Ahlak ve namus anlayışı Türkiye toplumlarında genişletilmiş olarak uygulanmaktadır. Kadınlar için, “namuslu olmak” demek, cinsiyetini saklayacak şekilde giyinmek ve davranmak, bekaretin mutlaka korunması, ayarlanmış evlilikleri kabul etmek, daha yaşlı bir akrabanın rızası/ eşlik etmesi söz konusu olmadan evden ayrılmamak gibi. Özellikle töre adlı sistem yardımıyla “namus” anlayışı kadının baş edemeyeceği düzeyde kemikleşmiş bir tabuya dönüşmektedir. Üstelik sistem kendini beslemek için bireyin sözde namussuzluğunu tüm aileye kara bir leke olarak yapıştırmakta yani tüm aileyi kadının bedeninden ve töreye uymayan cinselliğinden sorumlu tutmaktadır. Bu anlamda sadece kadını değil, kadının namusunun bekçisi olan baba, ağabey, amca, erkek akrabaları da kuşatmaktadır. Aşiret bağları sayesinde kadının töreden ve bu ilişkilerden kaçması hem manen hem de madden imkansızlaştırılmaktadır. “2005’te 336 erkek ve 94 kadın üzerinde Güneydoğu’da Dicle Üniversitesi’nden Prof. Aytekin Sir tarafından yapılan bir araştırma, yanıtlayıcıların %37.4’ü, kadının zina yapması durumda öldürülmesini haklı bulduğunu göstermektedir.”(Kaynak: Yakın Ertürk İHOP Konuşması)
Ahlak ve namus cinayetlerini kadınlara karşı uygulanan diğer şiddet türlerinden ayıran, organize olması ve uygulanış farklılığıdır. Geniş ölçekte toplanan aile konseyi, az ceza alması umudu ile aileden genç bir erkeği görevlendirir. Genç bir erkek ya da erkek çocuğu, yaşı küçük bir zanlının daha yumuşak cezalar alacağı ümidi ile cinayeti işlemek üzere seçilir. Bu tür cinayetler, büyük bir ahlaksızlık yapmış olduğu kabul edilen kadının hak ettiği cezayı vermek şeklinde sunulur. Namus cinayetleri çoğunlukla kadınların dedikodu veya söylentiler nedeniyle varsayılan kötü davranışlarının sonucu olduğu söylenir. Namusa aykırı davranışın kanıtlanması konu ile ilgili değildir; önemli olan toplumun namusa aykırılığı algılaması ve bunun ailenin toplumsal durumuna etkisidir. Aile, namuslu olmak uğruna katil olmayı övünerek tercih etmektedir.