Bugün sendikaların yasa yapım süreçlerini ve siyasal alanı etkileme güçleri giderek zayıflamakta. Nitekim 1969-1977 seçimleri arasında mecliste ortalama 9 sendikacı bulunmaktayken, 2002 seçimlerinden bu yana bu sayı 5’e düşmüş durumda Şu günlerde Fransa’da sendikalar eşcinsel evlilik tartışmaları için destek mesajları veriyor, Sosyalist Parti ve cumhurbaşkanı François Hollande’ın ekonomik politikalarını eleştiriyor, Genel iş sendikaları konfederasyonu CGT(Confédération […]
Bugün sendikaların yasa yapım süreçlerini ve siyasal alanı etkileme güçleri giderek zayıflamakta. Nitekim 1969-1977 seçimleri arasında mecliste ortalama 9 sendikacı bulunmaktayken, 2002 seçimlerinden bu yana bu sayı 5’e düşmüş durumda
Şu günlerde Fransa’da sendikalar eşcinsel evlilik tartışmaları için destek mesajları veriyor, Sosyalist Parti ve cumhurbaşkanı François Hollande’ın ekonomik politikalarını eleştiriyor, Genel iş sendikaları konfederasyonu CGT(Confédération Générale du Travail)’li sendikacılar Fransa’daki Sosyal Tarih Enstitüsü’nden uzmanlarla birlikte bir programda göç ve sendikalar konusunu tartışıyor. Türkiye’deki sendikalar ise meclisinde muhalefette yalnızca üç sendikacının olduğu ve onların da fiilen yasa yapım sürecinde rol oynamalarının pek mümkün görünmediği bir siyasi ortamda hayatta kalma mücadelesi veriyor. İşçi sınıfıyla ilgili süreçlerde bile etki güçleri kısıtlı olan sendikalar, toplumu ilgilendiren diğer meselelerde de söz sahibi olmakta zorlanıyor.
Bu hayatta kalma mücadelesi ve sendikaların yasalar ve yasaklarla imtihanının son ayağı da uzun süredir tartışılan ve 18 Ekim 2012’de mecliste kabul edilen Sendikalar ve Toplu Sözleşmeler Kanunu. Artık ayrı ayrı sendikalar kanunu, toplu sözleşme, grev ve lokavt kanunu olmayacak; emek-sermaye ilişkileri tek bir yasayla düzenlenecek. Yakında yürürlüğe girecek olan bu yeni yasayla devlet güdümlü sendikacılık modeli ile genelde sağ, özelde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, hayırseverlik ve patronaj ilişkileri üzerine kurulu hak verme politikası geleneği birleşmiş oluyor.
Bu yasanın ilginç bir özelliği sendikal hakların önündeki yasakları kaldırıyormuş gibi görünüp aslında kazanılmış hakları büyük ölçüde geriye götürüyor olması. Bu açıdan sendikal hareketin de işçilerin de daha geniş halk kitlelerinin de bu durumun farkında olmaları önemli görünmektedir.
3 işkolunda örgütlenene bir işkolu bedava
Yasanın en ilginç yanlarından biri yüzde on barajına getirdiği istisnai noktalar. Toplu sözleşme yetkisi kazanabilmek için baraj artık yüzde üç. Ancak, 28 olan işkolu sayısı 20’ye düşürüldüğünden dolayı yasa hacimsel olarak sendikal alanın genişlemesini sağlayacak gibi görünmüyor.
Akıllara gazetelerin veya büyük market zincirlerinin yaptığı kampanyaları getiren düzenlemeler sendikal hakların artık “alınan” değil “verilen” haklar olduğunu söylüyor. Nitekim yüzde üç barajı yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki ilk dört yıl boyunca yüzde bir, sonraki iki yıl boyunca yüzde iki olarak uygulanacak. Ayrıca 2009’dan itibaren kurulan sendikalar için ilk üç ay boyunca baraj olamayacak. Tıpkı bugün aldığınız bulaşık makinenizin taksidinin üç ay sonra başlaması gibi.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’e (ESK) üye olan konfederasyonlara bağlı sendikalara da ilk üç ay boyunca baraj olmayacak, sonrasında da baraj yüzde bir olarak uygulanacak. Yasa tıpkı bir market zincirinin üyelik kartına sahip olduğunuzda olduğu gibi bu konseye üyeyseniz size çeşitli promosyonlar ve özel indirimler sunuyor. Bu açıdan sendikal hakları ve devlet-sendikacılık ilişkilerini yeniden düzenleyen bu kampanyalı-promosyonlu sendikacılık, hak kayıplarına yol açtığı gibi sendikaların devlete karşı bağımsızlıklarını da tehlikeye atıyor.
Yasa mevcut sendikal güvenceleri çeşitli şartlara bağlıyor. Örneğin otuzun altında işçi çalıştıran işyerlerine sendikal sebeplerle işten çıkartma durumunda tazminattan muaf olma hakkını tanıyor. Sendika-devlet-siyaset ilişkilerini yeniden şekillendiren ve “Ben sana hakka ihtiyacın olduğunda haber veririm” diyen yasa, sendikaları hükümetin lütfederek, istediği zaman, istediği sendikaya, istediği miktarda vereceği hakları bekler duruma getiriyor. Her ne kadar bu devlete sıkı ağlarla bağlı olma durumu Türkiye’de sendikacılık için tamamen yeni bir gelişme olmasa da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hayırsever devlet anlayışı içerik açısından bir yenilik olarak görülebilir.
Hak kaybının belirsizliğinin dayanılmaz hafifliği
Bütün bu düzenlemeler darbe yasalarından kurtuluş ve demokratikleşmenin bir ürünü gibi yorumlandığından dolayı sendikaların üzerindeki devlet himayesi ve sınıfsal hak kayıplarının arttığı gerçeği belirsizleşiyor. Devletin çatışmacı değil uzlaşmacı sendikacılık modelini favori sendikacılık modeli olarak seçtiği ve artık yeni bir favori sendikasının olduğu görünmez oluyor. Bu bağlamda, devlet baskısı azalmıyor, yalnızca şekil değiştirip başka aktörlerin eline geçiyor ve sendikal hak ve özgürlüklerin üzerine görünmez bir perde örtülmüş oluyor.
Hak kayıplarının en belirgin göstergesi toplu sözleşme yapma yetkisi kazanma şartlarında yapılan değişiklikler. Yetki kazanmak için gereken baraj yüzde üçe düşmüş olmasına rağmen işkolu sayısının azalması nedeniyle sayısal olarak aslında sendikaların yetkisi artmamış oluyor. Buna ek olarak, sendikanın işyerindeki işçilerin en az yüzde ellisinden bir fazlasını üye yapmış olması gerekiyor. Bu bağlamda, halihazırda toplu sözleşme yetkisi olan birçok sendika yetkisini kaybedecek, pek çok işkolunda da yetkili sendika kalmayacak.
Yasanın uluslararası hukuka ve ILO normlarına aykırılığı ise ayrı bir yazı konusu. Uyumsuzluğun en temel örneklerinden biri öğrencilere, emeklilere, işsizlere, ev işçilerine sendika kurma hakkının yasada yine tanınmamış olması. Grev hakkıyla ilgili belirtilen istisnai durumlar da değişmiyor. “Genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu” nitelikteki grevlerlerde Bakanlar Kurulu grevi altmış gün süre ile erteleyebiliyor. Bankacılık hizmetleri, şehir içi toplu taşıma ve hastanelerde grev hakki yine tanınmıyor. Şekil olarak da “Grev hakkının ve lokavt güvenceleri” maddesinin “Grev ve lokavt yasakları”, “Grevin ertelenmesi” ve “Kanuni grev ve lokavta katılamayacak işçiler” maddelerinin altında bulunması ise manidar.
Biz hak kayıplarından bahsederken aslında yıllardır zaten var olan haklar bile ihlal edilmekte. Bunun en basit örneği, sendikalar kanunu sendikaların uluslararası üst kuruluşlara üyeliklerinden bahsetmekteyken, hükümetin sendikal haklarla ilgili meselelerde Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu ETUC ve Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu ITUC gibi kuruluşların yaptığı çağrıları görmemezlikten gelmeyi sürdürüyor olması. Ayrıca bu konfederasyonların kendisine gönderdikleri, yasayı onaylamamasına yönelik mektuba rağmen Abdullah Gül’ün yasayı onaylaması da bu görmemezlikten gelmenin yalnızca hükümetle kalmayıp, devletin genel anlayışına da iyice yayılmış olduğu görülüyor.
Nasıl bir çıkış yolu?
Görülüyor ki bugün sendikaların yasa yapım süreçlerini ve siyasal alanı etkileme güçleri giderek zayıflamakta. Nitekim 1969-1977 seçimleri arasında mecliste ortalama 9 sendikacı bulunmaktayken, 2002 seçimlerinden bu yana bu sayı 5’e düşmüş durumda. Ayrıca sendikalar toplumsal düzlemde de marjinalize edilmekte ve düzenledikleri eylemlerde büyük bir şiddetle karşılaşarak engellenmekteler.
Bu şartlar altında, halen örgütlenmeleriyle ilgili varoluşsal sorunlarla karşı karşıya olan Türkiye’deki işçi sendikaları ne zaman Fransa’daki sendikaların ilgilendiği eşcinsel evlilik tartışmaları gibi toplumsal cinsiyet meseleleriyle ilgilenir bilinmez. Ancak nasıl yasaklar yalnızca yasalar düzeyinde değil fiili düzeyde de uygulanmaktaysa, yasaklara karşı çıkma yolları ve hak talepleri de yalnızca yasalar çerçevesinde değil direniş ve eylemler yoluyla da mümkündür. Dolayısıyla bu
ndan sonra sendikaların devlet güdümlü sendikacılığın içine düşmemek amacıyla geliştirecekleri stratejileri ve siyasi iktidarı direkt kullanmak için daha geniş işçi ve halk kitlelerine ulaşmaya çalışıp çalışmayacaklarını zaman içinde göreceğiz.