Tayyip Erdoğan nabza göre şerbet vermeyi, hele deplasmanda ise hiç ihmal etmiyor. Medyanın neredeyse tamamı AKP işgali altında, dolayısıyla Türkiye başbakanının sağa sola gidişlerini, attığı salvoları ilgilenmesek de mecburen bilmek zorundayız. Kendileri birkaç gündür Endonezya’daydı, malumunuz. Yine malumunuzdur, Endonezya müslümanı en bol ülke. Türkiye ise müslüman sayısında bayağı gerilerde, sekizinci imiş! Bırakın 3 çocuk teşviğini, […]
Tayyip Erdoğan nabza göre şerbet vermeyi, hele deplasmanda ise hiç ihmal etmiyor. Medyanın neredeyse tamamı AKP işgali altında, dolayısıyla Türkiye başbakanının sağa sola gidişlerini, attığı salvoları ilgilenmesek de mecburen bilmek zorundayız. Kendileri birkaç gündür Endonezya’daydı, malumunuz. Yine malumunuzdur, Endonezya müslümanı en bol ülke. Türkiye ise müslüman sayısında bayağı gerilerde, sekizinci imiş! Bırakın 3 çocuk teşviğini, 5 çocuk şikesi bile Endonezya’yı yakalamaya yetmiyor. Toplantının başlığı da global bilmem ne olunca Erdoğan fırsatı kaçırmayarak Birleşmiş Milletler’den giriyor, idam cezasından çıkıyor. Arada Norveç’e giydiriverme de cabası.
AKP hükümeti, açlık grevcilerinin kararlılığı, taleplerin haklılığının giderek yaygın kabulü karşısında sıkışmış vaziyette. İdam cezasını geri getirmeyi düşünecek denli hezeyan içinde. Ruh hali böyle olunca, Suriye vesilesiyle BM’ye çatıp Norveç’te 77 kişiyi öldüren Anders Behring Breivik’in alabileceği en yüksek cezaya mahkum olmasına bozularak, lafı idam cezasına getirivermek insana normal geliyor olmalı! Nitekim, Erdoğan, Avrupa’nın idam cezasını kaldırmış olmasını gerilik addederek, “bakın Hindistan’a, Çin’e, Endonezya’ya, hatta Amerika’ya, orada idam var ama” deyiverdi. İlginç “tesadüf” bu 4 ülkenin de BM Genel Kurulu’nun 2007, 2008 ve 2010’da almış olduğu idam cezasına global morotoryum kararına karşı çıkmış olmaları.
Tabii, özellikle bugünlerde yurtiçi yurtdışı demeden olguları çarpıtan usluba alıştık. Malum atışlar: “sadece 1 kişi açlık grevinde,” “içerdekiler açlık grevinde, dışardakiler kuzu kebapta,” “halk idam cezasını geri getirmemizi istiyor” vs. Bu sefer de, idam cezasını desteklemek niyetiyle, varsın birileri Avrupa’ya karşı idealize edilen 4 ülkeyi ayaküstü aynı kefeye koymuş olsun. Bu arada, Hindistan ve Endonezya’da idam cezasının çok seyrek uygulandığı, ABD’de 17 eyaletin idam cezasını kaldırmış olmaları gürültüye gelirse gelsin. Önemli değil, yeter ki, o an kurtarılsın, gözler boyansın.
Geçen hafta Yavuz Ekinci’nin, köşelerde açlık grevcilerinin mektuplarına yer verilmesi önerisine uymuştum, bu hafta da devam ediyorum. Memleket kaynıyor, Adalet Bakanlığı hala ana dilde savunma hakkını sağlayacak yasal değişiklik için bir yandan Erdoğan’ın uçağını bekliyor, bir yandan da “koster bozuk” yalanına devam ediyor. Allah akıl fikir versin!
Ne demişti Ayşegül Devecioğlu Bianet’teki son yazısında? “…Bu şehirde yas tutmayı bilen bir köpekçik var. Hala bir umudumuz var.” (tinyurl.com/ahknv9v)
Ben Dilşah Kocakaya,
Lise öğrencisiyken 2008’de gözaltına alınarak tutuklandım. Üniversitede arkeoloji bölümü öğrencisiyim; ancak 4 yıldır gizli tanık ifadesi yüzünden tutuklu olarak yargılandığım için okuyamıyorum. Cezaevlerinin dolup taştığı böylesi bir süreçte tutuklu olmayı yargılamıyorum. Zira Türkiye’nin olağanlıklarından birini yaşıyorum, yaşıyoruz. 18 yaşında cezaevine girdim ve şu an 22 yaşındayım. Çocukluğumdan gençliğe uzanan yıllarımı cezaevinde geçirdim, geçiriyorum. Mahkeme salonlarında adaletin hangi mülkün temeli olduğunu sorgulayarak büyüdüm. Kürt-Zaza bir anne babanın çocuğuyum. Ancak okuduğum yıllarda anadilimi kullanamadığım için unutmanın eşiğine gelmiş bulunmaktayım. Bugün 51 gündür İmralı duvarlarını parçalamak ve annemin sütü gibi hakkım olan anadilimi tüm kamusal alanlarda kullanabilmek için süresiz-dönüşümsüz açlık grevindeyim. Annelerimiz alanlarda çocuklarımız ölmesin, biz ölelim diye çağrıda bulunuyorlar. Annelerimizle kendi dilleriyle konuşabileceğimiz günleri getirmek ve tecridi paramparça etmek için ölümü öldürmeye yol alıyoruz. Tarih, direnenlerin kazandığını bir kez daha gösterecektir.