Marx Yahudi Sorunu Üzerine (Zur Judenfrage, 1843) adlı çalışmasında, dönemin Yahudi sorunu konusunda Bauer (1) ‘in getirmiş olduğu çözümü eleştirirken meselenin siyasal kurtuluşla (politik özgürleşmeyle) değil ancak insanın kurtuluşuyla yani insanın özgürleşmesiyle mümkün olabileceğini ifade eder. Bahsi gecen çalışmada Marx’ın eleştirisini özet geçmek gerekirse; Marx Hıristiyan devlet yapısı altında var olan Yahudi sorununu çözmenin siyasal […]
Marx Yahudi Sorunu Üzerine (Zur Judenfrage, 1843) adlı çalışmasında, dönemin Yahudi sorunu konusunda Bauer (1) ‘in getirmiş olduğu çözümü eleştirirken meselenin siyasal kurtuluşla (politik özgürleşmeyle) değil ancak insanın kurtuluşuyla yani insanın özgürleşmesiyle mümkün olabileceğini ifade eder. Bahsi gecen çalışmada Marx’ın eleştirisini özet geçmek gerekirse; Marx Hıristiyan devlet yapısı altında var olan Yahudi sorununu çözmenin siyasal anlamda devletin laikleştirilmesinin, yani dinin (her türlü din anlayışının) devletten çıkarılmasının (yani devletin seküler hale getirilmesinin) son kertede çözüm olamayacağını ifade eder. Meselenin çözümü bu bağlamda Marx açısından insanın nihai kurtuluşudur. Çünkü Bauer’in önerdiği anlamda siyasal kurtuluş ile Yahudi meselesi çözülmeyecek, sadece din siyasi kimliğinden koparılıp sivil bir kimliğe yani özel alana indirgenecektir. Ancak dinin yol açtığı sorun dolayısıyla çözülmeden olduğu gibi kalacaktır. Bauer’in çözümü neticesinde din sadece siyasal alandan sivil alana geçiş yapmıştır. Aynı belirlenimleri Marx, Engels ile yapmış oldukları Kutsal Aile(2) (Die heilige Familie, 1844-1845)adlı çalışmalarında, ‘insanal öz’ ile ‘siyasal öz’ açısından sorunun ele alındığında, bu iki ayrı anlamın birbirine karıştırıldığını ifade eder. Yani Kutsal Aile‘de durum büyük bir ‘yanılgı’ olarak dile getirilir. Marx’ın ifadeleriyle ‘insanal öz ile siyasal öz bir tutuldu.’
Bu noktada yola çıkarsak görülecektir ki Kürt meselesindeki sorun da Marx’ın vurgusunu yaptığı belirlenim üzerinde temellenir. Yani insanal olan öz maalesef ki siyasal olan ile karıştırılmış insanal olan ya unutulmuş ya da rafa kaldırılmış ya da siyasal olanın aracı durumuna getirilmiştir. Aslında AKP’nin yardakçısı olan Mehmet Ali Birand’ın 30 Ekim tarihli Ankara’daki Cumhuriyet yürüyüşüne (29 Ekim) dair haber programını izlediğimizde; meseleyi, bu yürüyüşlerde polisin göstericilerle karşı karşıya geldiği ve saldırdığı karelerden daha net çıkartabiliriz. Haberi insani olan öze değil de polisin duyarlılığına; toprağa yani ‘bayrağa’ yani siyasal olan öze ilişkin duyarlılığına indirgeyen aymazlık çıkacaktır ortaya.
Bize büyük bir özenle sunulan haberi iki biçimde okuyacağız. Ama öncelikle bu karelerden bihaber olan okuyuculara haberi özetlersek şöyle ki; polis ve göstericiler arasında ciddi bir arbede yaşanır. Bu arada cumhuriyetçilerin elinde büyük ya da küçük boyutlarda Türk bayrakları dalgalanır. Bayraklardan biri arbede sırasında polislerin ayakları altında kalmıştır. Polis bir yandan bütün ‘duyarlılığıyla’ göstericilere gaz bombaları atar ve coplarla saldırırken, birden ayakları altındaki kutsal Türk bayrağı meydandaki göstericilerden daha önemli bir varlık oluverir. Kahraman Türk polisi kendisine öğretilen kanındaki ‘saf’ milliyetçi duygularıyla bayrağı yerden alır, saygıyla öper başına koyar. Böylece yüce Türk devletinin ve toprağının onuru ayaklar altında ezilmekten kurtulmuştur. İşte haberin bize sunulan birinci okuma biçimi. Yani Türk bayrağıdır değerli olan! Gördüğümüz gibi burada iki ayrı varlık iki ayrı anlam birbirinden ayrılmıştır; bir yanda Kurtuluş Savaşında kanlarını, canlarını simgelediği söylenen Türk bayrağı, diğer yanda ise insan! Hangisidir insani olan? Şeref ve onurunu insanın yok oluşu karşısında bayrakta bulan mı? İnsandan çok bayrağa duyduğu saygı mı? İnsandan çok toprağa ve bayrağa duyduğu sevgi mi? Hangisi daha gerçek insan varlığı mı insanın bir aracı ve temsili olan bayrak mı? Peki bunların dışında hangisi daha insani? Haberi bayrak ve insan arasında yapılan tercih şeklinde sunan aymazlık mı?
İkinci okuma biçiminde ise bize şu verilmez tabii ki! Ya insan! Sorumuz bir bayrak değeri kadar değil midir bir can kadar! Kanlarını, canlarını uğrunda verdikleri söylenen bayrak bu kadar mı özne olmuştur ve insan bu kadar mı nesneleşmiştir! Ayaklar altında kalacak bir insanın ayaklar altında kalmış bir bayrak kadar değeri yoktur polis ve kutsal Türk devleti açısından.
İşte tam bu haber insanal öz ve siyasal öz arasındaki derin yanılgıyı Kürt meselesinde aynı biçimiyle gösterir. Meseleyi insani bir öze indirgemek yerine sadece siyasal bir öze, bir toprak ve bayrak meselesine indirgemek; işte bütün mesele burada yatıyor. Bir başka ifade ile Marx’ın belirlenimlerinden ‘bayrağın’ nasıl bir özneye dönüştüğünü ya da dönüştürüldüğünü insanın nasıl araçsallaştırıldığını sadece bir nesne olarak ya da bir ‘şey’ olarak görüldüğünü açık olarak çıkartabiliriz. Yaşayan canlılar olarak, insan olarak hiç mi değerimiz yok!
Mehmet Ali Birand ne kadar anlar bu yazdıklarımız bilinmez ama anlasa da anlamasa da o aymazlıklarının, dalkavukluğunun peşinden koşmaya her seferinde, her hükümet değiştiğinde devam edecektir. İşte bundan hiç kuşkumuz yok!
Notlar:
(1) Yahudi Sorunu Üzerine Alman filozof Karl Marx tarafından dönemin genç Hegelcilerinden Bauer’in yazdığı Yahudi sorununa dair bir makalenin eleştirisi üzerine kaleme alınır. 1843 yılında ilk defa Paris’te Alman-Fransız yıllığında yayınlanır. Marx insanın özgürleşmesini devleti ve dinin ortadan kaldırılması ve dolaysıyla bu iki yanılgının (devlet ve din yanılgısının) ortaya çıkmasını sağlayan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla bu özgürleşmenin sağlanabileceğini ifade eder.
(2) Kutsal Aile: ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi Marx ve Engels tarafından 1844 yılında yazılıyor ve ilk defa 1845 yılında basılıyor. Kitap Genç Hegelcilerin eleştirisini içerir.
(3) Karl Marx ve Friedrich Engels, Kutsal Aile: ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, 2009, Sol yayınları: Ankara, s.156
Sevgi Doğan
Scuola Normale Superiore di Pisa /İtalya
Doktora öğrencisi