2012 seçimlerinin arifesindeki ABD, büyük şirketlere yarayacak vergi karşıtı söylemin halkın ağzından dile getirildiği faşizan bir hareket ile karşı karşıya: Çay Partisi Televizyonda ara sıra seyrettiğim animasyon dizilerden ‘Family Guy’, ABD ‘de Rhode Island eyaletinde yaşayan bir ailenin gündelik yaşantısı üzerinden alaylı bir şekilde Amerikan kültürünü anlatır. Böyle bir dizi, ABD’de Başkanlık seçimi sürecinde yaşanan […]
2012 seçimlerinin arifesindeki ABD, büyük şirketlere yarayacak vergi karşıtı söylemin halkın ağzından dile getirildiği faşizan bir hareket ile karşı karşıya: Çay Partisi
Televizyonda ara sıra seyrettiğim animasyon dizilerden ‘Family Guy’, ABD ‘de Rhode Island eyaletinde yaşayan bir ailenin gündelik yaşantısı üzerinden alaylı bir şekilde Amerikan kültürünü anlatır. Böyle bir dizi, ABD’de Başkanlık seçimi sürecinde yaşanan siyasal dönüşüme ışık tutmaya kalkınca bunu son derece kısa ve etkili bir biçimde yapabiliyor. ‘Family Guy’ın ailesinin babası Peter Griffin, Katolik bir ailede büyümüş. Çalıştığı işlerde genellikle dikiş tutturamıyor ve sık sık iş değiştiriyor. Peter’ın oldukça cahil, kaba ve ırkçı olmaya müsait bir yapısı var. Karısı Lois ise oldukça zengin, beyaz, Anglosakson ve Protestan bir ailenin New York aksanı ile konuşan kızı. Peter ve Lois, üç çocukları ve insan gibi konuşan, liberal, entelektüel köpekleri Brian ile yaşıyorlar. Dizinin Mayıs 2012’de gösterilen bir bölümünde Peter, karısı Lois’in zengin babasının yöneticileri arasında olduğu Çay Partisi (Tea Party) isimli siyasal hareketin toplantısına gidiyor ve halkın ruhunu temsil ettiğine ikna olduğu bu hareketi ev ahalisine anlatmak üzere heyecanla eve dönüyor. Peter bu toplantıda halka karıştığını anlatadursun, ailenin liberal köpeği Brian, Çay Partisi’nin nasıl da halka yakınlık kisvesi altında aslında zengin iş dünyasının çıkarlarını koruyan bir hareket olduğunu söylüyor. Babası Çay Partisi yöneticilerinden olan Lois ise Peter’a, “Peter, eğer babamı biraz tanıyorsam, seni mutlaka kullanıyordur” diyor. ABD’de son yıllarda yaşanmakta olan siyasal değişimin belki de en önemli oyuncusu olan Çay Partisi hareketi, herhalde bundan daha iyi bir şekilde anlatılamazdı.
Çay Partisi hareketi
Çay Partisi hareketi, ABD’de önemli bir tarihi olan vergi karşıtı hareketlerin bir uzantısı olarak son yıllarda ciddi biçimde siyasal gündemi etkiliyor. Hareket, refah harcamalarının ve vergilerin azaltılmasını savunuyor. Çay Partisi ismini, 1773’te Boston’da gerçekleşen bir olaydan alıyor. 1773’te İngiltere , kolonilere gönderilen çaydan vergi alınmasına ilişkin bir yasa çıkarıyor. Bu dönemde kaçakçılar zaten Amerika’ya Hollanda gibi ülkelerden çay ve başka mallar getiriyorlar. İngilizlerin çaydan böyle bir vergi istemesi, özellikle Boston’da büyük tepki topluyor. “Temsiliyet olmadan vergi olmaz” düşüncesinden hareket eden Amerikalı devrimciler, Boston limanında demirlemiş ve içi çay dolu gemilerdeki tonlarca çayı denize dökerek tepkilerini dile getiriyorlar. Bugün hâlâ Boston limanında sembolik bir gemiyi ziyaret edip iplere bağlanmış çay kolilerini okyanusa atarak bu olayı hatırlamak mümkün. Hatta ABD’de çaydan daha ziyade kahveye rağbet edilmesi bile bazen bu olayla açıklanıyor.
ABD’de Obama ‘nın Başkan olması sonrasında epeyce güçlenen Çay Partisi hareketi, bir yandan muhafazakâr ancak bir yandan da halkçı bir hareket olarak gündeme geldi. Muhafazakârlık halkçılık ile yoğrulduğunda ortaya faşizan bir tablo çıkıyor. Hareketin radikal liberallik diye özetleyebileceğimiz liberteryan bir özelliği de var. Bu düşünce temelde hukuk devleti nosyonu ile de çelişiyor. Örneğin, hareketin temsilcilerinin, vatandaşların güvenliğinin devlet polisinin tekelinde olmasından ziyade insanların özgürce silahlanıp kendi kendilerini savunma hakkını öne çıkaran bir söylemi var. Yani Vahşi Batı’yı andıran düzenlemelerden söz ediyorlar. Zaten muhafazakârlık ile faşizanlığın kesiştiği nokta da buralarda bir yerde.
Halkçı söylemle şirketleri korumak
Evet, 2012 seçimlerinin arifesindeki ABD büyük şirketlere yarayacak vergi karşıtı bir söylemin halkın ağzından dile getirildiği faşizan bir hareket ile karşı karşıya. Elbette bu hareketin, 2012 seçimlerinde desteklediği aday ise iş dünyasından gelmesiyle sürekli övünen Cumhuriyetçi aday Willard Mitt Romney ‘den başkası değil. Romney’nin de söyleminde vergi karşıtlığı, hükümetin refah harcamalarını azaltma vaadi, bireysel silahlanma gibi konular öne çıkıyor. Romney’nin yüzde 47 olarak tanımladığı, ABD’nin sosyal yardım alan ya da bunu hak olarak gören Obama sempatizanı seçmenleri insan yerine koymayan açıklamaları zaten onun genel dünya görüşünü ortaya koyuyor. Romney, devletin kaynaklarını emen parazitler olarak gördüğü işsiz ve sosyal yardıma muhtaç grupları “kendi kendisini kurban haline getiren” insanlar olarak tanımlayabilecek kadar radikal, liberteryan bir bakış açısına sahip ve bu noktalarda Çay Partisi hareketine oldukça yakın duruyor. Romney zirvedeki işadamlarının başarılarının kendi bireysel zekâlarından kaynaklandığını varsayıyor ve onların daha fazla vergi vermesini talep etmenin “sınıf savaşı” anlamına geldiğini iddia ederek neredeyse Demokratları Amerika değerlerinden uzak bir Avrupa sosyalizmine yakın olmakla suçluyor. Böylece, ancak Ayn Rand kitaplarında rastlanabilecek türden bir radikal liberalizmin sözcülüğünü yapıyor. Romney seçimleri kazanırsa eğer, ABD’de Vahşi Batı türü bir liberalizm ile ahlaki muhafazakârlığın terkibinden oluşmuş bir ideolojiyi iktidara taşıyacak gibi görünüyor.
Onu sen inşa etmedin
Obama’nın ise Başkan olduğundan bu yana -Romney’nin parazitler diye tanımladığı- gruplar yararına birçok yasa çıkarttığını biliyoruz. Özellikle sağlık politikalarında gerçekleştirdiği reform, ABD tarihinin en önemlilerinden birisi olarak kabul ediliyor. Obama bu anlamda efsane ABD Başkanlarından F. D. Roosevelt’in izinde ve onun gibi bir sosyal adalet nosyonuna sahip. Romney ise bu nosyona karşı çıkan Çay Partisi hareketine yakın duruyor. Obama LGBT gruplarının hak arayışlarına bugüne kadar en açık desteği vermiş olan ABD Başkanı olarak ahlaki anlamda bir muhafazakârlığı da açıkça karşısına alıyor; kadınlara, azınlıklara, engellilere destek oluyor. Bana göre Obama kampanyasının bu seçimlerdeki en büyük kozlarından birisi “Onu Sen İnşa Etmedin” (You Didn’t Build That) sloganı idi. Bu slogan, Çay Partisi hareketinin zirvedeki işadamlarının başarısını sadece bu işadamlarının zekâ düzeyine bağlayan yaklaşımını eleştiriyor.
Obama’nın seçim kampanyasında kullandığı bu sloganın düşüncesi, Massachusetts eyaletinin Demokrat Partili senatör adayı Elizabeth Warren’in Ağustos 2011’de yaptığı bir konuşmaya dayanıyor. Son derece etkili olan bu konuşmada Warren şöyle demişti: “Hayır, bu ülkede kendi kendisine zengin olmuş hiç kimse ama hiç kimse yok… Sen orada bir fabrika mı inşa ettin? Aferin. Ancak bir konuya açıklık getireyim. Mallarını üzerinde pazara taşıdığın yollar senin gibi olmayan bizlerin vergileri ile ödendi. Senin işe aldığın işçilerin eğitim masraflarını biz ödedik. Senin fabrikanda güvenli olmanı bizim masraflarını karşıladığımız polis ve itfaiye personeli mümkün kıldı. Haydutların gelip mallarına zarar vermesini dert etmene gerek yoktu çünkü biz bunun olmamasını sağlayacak masrafları yaptık. Şimdi bak, sen bir fabrika kurdun, bu müthiş bir şey oldu, büyük bir fikir oldu. Tanrı sana selamet versin ve inşa ettiğinin büyük bir kısmını elinde tut. Ancak, toplumsal kontrat şunu gerektiriyor: Sen o inşa ettiğinin bir kısmını alıp senden sonra gelecek olan çocuklara vermek durumundasın.”
2012 ABD seçimlerinin ekseninde “Onu Sen İnşa Etmedin” söylemi ile Çay Partisi radikalizminin arasındaki çekişme var. Son derece farklı iki dünya görüşü… Obama bu seçimleri kazanamaz ise eğer ABD ve dünya Çay Partisi hareketi ile daha da yakından tanışacak gibi gö
rünüyor