KCK Basın davasının tutuklu sanıklarından Yüksel Genç disaridakigazeteciler.com için yazdı… Genç, yazısında davayla ilgili çarpıcı bilgiler verdikten sonra davanın asıl nedenini de açık olarak ortaya koyuyor: “Biz 44 gazeteci açık ve seçik olarak gazetecilik faaliyetlerimiz dolayısıyla yargılanıyoruz.” Genç’in yazısını yayınlamaktan mutluluk duyuyoruz. “20 Aralık sabahı 05.30 sularında evlerimizi basan polislerin biz 44 gazeteciyi gözaltına almasından […]
KCK Basın davasının tutuklu sanıklarından Yüksel Genç disaridakigazeteciler.com için yazdı… Genç, yazısında davayla ilgili çarpıcı bilgiler verdikten sonra davanın asıl nedenini de açık olarak ortaya koyuyor: “Biz 44 gazeteci açık ve seçik olarak gazetecilik faaliyetlerimiz dolayısıyla yargılanıyoruz.” Genç’in yazısını yayınlamaktan mutluluk duyuyoruz.
“20 Aralık sabahı 05.30 sularında evlerimizi basan polislerin biz 44 gazeteciyi gözaltına almasından bu yana yaşananlar, Türkiye demokrasi tarihinin en kirli ve kara hatıratı olmaya hak kazanıyor. Bunun tek nedeni ne evlerinin basılmasıyla ortaya çıkan terör, ne neden ve neye dayanarak suçlandığımızı bilemeden kısıtlı bir dosyayla bir gecede 36 gazetecinin tutuklanması ne tutuklanmamızın üzerinden ancak altı ay geçtikten sonra bir iddianameye kavuşup, neden tutuklandığımızı öğrenmiş olmamız, ne de tutukluluğumuzun ardından 9 ay geçtikten sonra yapılan ilk duruşmanın daha kimlik bildirimlerimizi dahi yapmadan, yargılama aşamasına geçişi dahi sağlayacak gücü göstermeden sonlanması… Tüm bu nedenlerin hepsi ve daha fazlası yargılamayı Türkiye hukuk ve demokrasi tarihine düşmüş en büyük lekelerden biri olarak kayda düşüyor.
44 gazetecinin yargıladığı “KCK-Basın” Davası, Türkiye tarihinin en büyük gazeteci yargılaması konumunda bulunuyor. İlk defa açık biçimde, muhalif gazetecilik, Kürt gazeteciliği resmen suç olarak kabul ediliyor. Bu nedenle yürütülen tüm mesleki faaliyetler, suç kapsamının içinde yer alıyor. Mesleki konumlardan suç hiyerarşisi yaratılıyor. Yıllardır suç olmayan her şey “suç” olarak tanımlanıyor. Zaten kıyım da burada başlıyor. Tümüyle yasal sınırlarda ve yasal güvenceler etrafında yürüttüğünüz mesleğiniz bir anda illegal addediliyor. Bize uygulanan bu akla eza uygulama, tüm muhalif medya alanını bir alanda suçun nesnesi olarak hedef gösterilme olasılığıyla ipotek altına alıyor.
Çünkü, biz 44 gazeteci açık ve seçik olarak gazetecilik faaliyetlerimiz dolayısıyla yargılanıyoruz. Haber kaynaklarımız, haber ilişkilerimiz, yayın politikamız yargılanıyor. Çalıştığımız yayınlarda işimiz gereği yaptığımız her şey suç delili olarak karşımıza çıkıyor. Her gazeteci gibi yaptığımız seyahatleri meslektaşlarımızla yaptığımız haber görüşmeleri, haberlerimizin kendisi, yazdığımız ve yayınlandığında hiçbir yasal kavuşturmaya uğramayan makalelerimiz vs. her şeye suç delili gözüyle bakılıyor. Bir sivil toplum örgütünün ya da bir siyasi organizasyonun yaptığı etkinliğin dahi haber yapılması iddianamede en büyük suç olarak yer alıyor. Haber takibi yapılan sokak eylemlerinin polise ihbar edilmeyip ve hatta eylemi durdurmayıp eylemin haberini yapması muhabirimizin “normal gazetecilik” yapmadığının en önemli kıstası olarak iddianamede yer alıyor. Savcı aklınca ” biz muhabirin muhbir olanını severiz” demeye getiriyor. İddianamede baştan sona bize haber yapmanın suç olduğunu öğütlüyor. İktidarın beğeni ölçüsünün dışındaki gazeteciliği en büyük terörizm faaliyeti olarak yargılanıyor. Halkın haber alma ve üstelik bir de bilgi edinme hakkı tümüyle gasp ediliyor, niyet okunuyor. Örneğin benimle ilgili suçlamaya delil olarak gösterilen ve editörlüğünü yaptığım sayfanın yazarından ‘barış mitingi’ne ilişkin bir izlenim yazısı talebim “polis hedef gösteren bir yazı” istediğim biçiminde yorumlanmış. Üstelik konuşmada hiç polis kelimesi geçmiyor.
Bunca absürd duruma neyi ispatlamak için yer veriyorlar dersiniz? PKK’nin Basın Komitesi’nin üye ve yöneticileri olduğumuzu göstermek için. Bu suçlamayı açık ki yaptığımız haberlerle ispatlamak mümkün değil. Burada işte devreye herkese uydurulabilecek, varlıkları yokluklarına eşit “gizli tanık” ifadeleri giriyor. Bu varlıkları şaibeli tanıklar adalet kaygısı güden gerçek bir hukuk sisteminde kapıya dahi yaklaştırılamazken maalesef Türk yargı sisteminde “en önemli delil” muamelesi görüyor. Üstelik hiçbir delilde sunmayan kimi iddialarda bulunmak dışında bir işleve sahip olmayan konumdalar. Üstelik söylediklerinin doğru olduğunu gösterir hiçbir belge taşımıyorlar.
Üstelik yasal ve meşru zeminlerde yapılan işler gizli tanık eliyle bir anda suçun nesnesi olabiliyor. Örneğin bendeki gizli tanıklardan bir tanesi Gündem gazetesi yazarı olduğumu, bir diğeri DTK Eşbaşkanı olduğumu ifşa(!) ediyor. Alın size suç ve delili… Oysa bu çalışmaların tümü yasal ve meşru. Bir başkası hiç alakam yokken bir gazete dağıtım şirketinin genel müdürlüğü yapma suçunu işlediğimi söylüyor İlgili şirketin resmi kayıtları ise genel müdür olarak başka isimlere işaret ediyor. Velev ki ben bu görevi de üstlenmiş olayım; suç mu? Değil. Ama işte gizli tanık söylüyor! O halde suç!
Her şey bu yargılamada emin olun bu kadar absürd! Düşünsenize, Kürt sorununa çözümü yayın politikasına almış bir gazetede çalışıyorsunuz ve bu konuya ilişkin haberler için Federe Kürt Bölgesi’ne ya da bir Avrupa ülkesine gitmişsiniz, o halde suçlusunuz! Acaba sadece Türkiye’de gazeteci olup yurt dışına çıkmış ya da Habur’dan geçip Erbil’e gitmiş kaç gazeteci var? Yüzlerce! Ama onlar suç işlemiyor Çünkü Kürt medyasında çalışmıyorlar! Bütün mesele bu. Peki bunca tuhaflığın karşılığı olarak kaç yılla yargılanıyoruz dersiniz? 22,5 yıl ağır hapis cezası. Tamamen yasalara göre kurulmuş, faaliyetleri yasalarca denetlenen gazetelerde, yasal gazetecilik yapmanın cezası Türkiye’de bu! Şimdi ben ve pek çok arkadaşım gazetecilik çalışmalarımız yüzünden 22,5 yılla yargılanıyoruz!
Peki yargılandığımız mahkemelerde durum ne dersiniz? Tamamen hukuk katlediliyor ve adalet beklentisi hayale dönüyor. Neden mi? Çünkü polis marifeti ve kurgusuyla hazırlandığı açık olan iddianameler dilindeki ırkçılığa ve içeriğindeki hukuksuzluklara rağmen mahkemece hemen kabul edildi. Mahkeme heyeti daha ilk günden itibaren anadillerimizde savunma dahil hiçbir talebimizi kabul etmeme, avukatlarımızı savunma makamını küçümseme, dinlemek istememe, iddia makamı olan savcının tüm yaklaşımlarını mahkemenin yaklaşımı olarak kabullenme yoluna gitti. İddia ve savunma makamları arasındaki eşitliğe, silahların eşitliği ilkesine değer vermediğini uygulamalarıyla ilan etti. Heyetin, mahkemeyi geren ve hukuk usulleri açısından sorunlu olan davranışlarına itirazlarımızın karşılığı olarak nerede ise her oturumda salondan çıkmak zorunda kaldık. Son olarak görülen duruşmada açlık grevlerine neden girdiğimizi, yargılandığımız mahkemeye bildirmemize dahi tahammül edilmedi oysa biz tutuklu gazetecilerin hepsi ortaya çıkan çözümsüzlüğün giderilmesi için uzun süredir açlık grevindeyiz. Eğer bizi yargılayan mahkeme dinlemeyi reddediyorsa, nasıl sağlıklı yargılama yapacak, kendimizi savunma güvencelerimiz ne olacak? Tüm bunlar hala şaibeli ve yargılamalarımız hukuk fecaati olma ve adalet katli yolunda emin adımlarla ilerliyor.”