AKP Hükümeti, hizmetine amade olduğu uluslar arası sermaye ve yerli işbirlikçilerinin ihtiyaçlarına uygun olarak YÖK yasasını -taşıdığı darbe hukuku içeriğine dokunmadan- yeniden güncellemek istiyor. Bunu yaparken de toplumsal meşruiyetini çoktan yitirmiş YÖK’e ve onu var eden darbe patentli yasasına yeniden meşruiyet kazandırmak istiyor. Yükseköğretim Kurulu hazırladığı yasa taslağını Mart 2011’de kamuoyuna ilan ettiği ‘Yükseköğretimin Yeniden […]
AKP Hükümeti, hizmetine amade olduğu uluslar arası sermaye ve yerli işbirlikçilerinin ihtiyaçlarına uygun olarak YÖK yasasını -taşıdığı darbe hukuku içeriğine dokunmadan- yeniden güncellemek istiyor. Bunu yaparken de toplumsal meşruiyetini çoktan yitirmiş YÖK’e ve onu var eden darbe patentli yasasına yeniden meşruiyet kazandırmak istiyor.
Yükseköğretim Kurulu hazırladığı yasa taslağını Mart 2011’de kamuoyuna ilan ettiği ‘Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılmasına Dair Açıklama’ya dayandırmaktadır. Bu açıklamada amaçlar ve ilkeler: ‘Çeşitlilik / Kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik / Performans değerlendirmesi ve rekabet / Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı / Kalite güvencesi’ olarak ifade edilmişti.
Yükseköğretimi yeniden yapılandırmada referans alınan ‘amaçlar ve ilkeler’ yükseköğretim kurumlarının piyasa ekonomisinin ihtiyaçlarına göre şekillendirileceğini veciz şekilde ifade etmektedir. Çeşitlilikten kasıt özel üniversitelerin yaygınlaştırılmasının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Devlet üniversiteleri dışında üniversite açmak için uygulamada olan vakıf kurma zorunluluğu kaldırılarak her bireyin veya sermaye grubunun kolayca üniversite açabilmesine kolaylık sağlanacaktır.
Tasarı yasalaştığında kurumsal olarak üniversitelerin ve bir bütün olarak yükseköğretimin özerkleşmesi söz konusu değildir. Yönetici belirlemede var olan -seçim kazanılsa da- silsile yoluyla bir üst kurul veya makam tarafından atanma uygulaması devam edecektir. ‘Yükseköğretim Eşgüdüm Kurulu’ düşünülmektedir. Kurula Bakanlar Kurulu; Başbakanlık, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı (üst düzey görevlileri arasından); yönetim kurulu üyeleri arasından seçilmek üzereTürkiye Odalar ve Borsalar Birliği ileTürkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu birer kişi verecektir. Bu arada işçi ve kamu emekçileri sendikaları da kurula (en az iki konfederasyonun uzlaşısı ile) birer kişi verebilecektir. En alttaki kuruldan en üst kurula, yetmedi bakanlıklara, başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına ve sermayeye bağlı bir yükseköğretim siteminin idari, bilimsel ve mali açıdan özerk, dolayımla şeffaf olabilmesi hiç mümkün değildir. Bu anlayış ve dizilişte kim kime hesap verecektir. Uygulamadaki şekliyle atanan ancak ve ancak kendini atayana hesap vermek zorunda kalacaktır.
Performans değerlendirmesi ve rekabet piyasa ekonomisinin kilit kavramlarındandır. Bir kurumdaki çalışanlar arasındaki dayanışmayı, sorunlara birlikte çözüm aramayı dinamitleyen; hakkında karar verilenleri karar verenler karşısında güçsüz düşüren; karar verenin öznel değerlendirmelerine maruz bırakan bir yaklaşımdır. Bilimsel değer üretmek; bilime katkı sunmak yarışmacı yöntemlerle sağlanabilecek bir şey değildir. Yeni tasarı bir yandan rekabetçi bir anlayışı bayraklaştırırken diğer yandan doktora sonrası öğretim üyeliğine geçiş olan yardımcı doçentlik için iki yıl bekleme zorunluluğu getirmektedir. Rekabet anlayışı ile çelişen bu tutumun üretken bir doktora süreci geçirmiş birisi için bir anlamı olabilir mi? Anlaşılan odur ki üniversitelerde kadrolaşmaya yardımcı doçentlik düzeyinden başlanarak hız verilecektir. Yeni düzenlemeyle kadro olmadan unvan verilmemesi ve her aşamada sözleşmelilik de yaygınlaştırılacaktır.
‘Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı’ ile ifade edilmek istenen yükseköğretim kurumlarına merkezi bütçeden aktarılan kaynakların sınırlanması; üniversitelerin birer ticari işletmeye dönüştürülmesidir. Bu mali yapılandırma ile üniversitelere kaynağınızı kendiniz yaratın denecektir. Üniversite yönetimleri de bilim insanlarından yapacakları araştırmalar için finansör bulmalarını ve/veya piyasa ekonomisinin talep ettiği araştırmaları yapmalarını isteyebilecektir. Bu durumda bilim insanları ya piyasa ekonomisinin karlılığı için çalışan birer surete dönüşecek ya da üniversitelerden uzaklaşmak zorunda kalacaktır.
Tasarı mevcudun devamı olarak tek tip ve tek dil anlayışını da sürdürmektedir. Anadilinde eğitim talep eden tüm etnik gruplar için yükseköğretimde asimilasyoncu statüko devam edecektir. Siyasi iktidarın ve kastlaşmış devlet anlayışının izinde Kürt sorununun çözümsüzlüğüne yükseköğretim zemininden azami katkı sunmaktan kaçınılmayacaktır.
Uygulamadaki yasanın ‘idari, bilimsel, mali özerkliği yok eden’ yaklaşımı korunarak; üzerine Bologna anlayışının piyasacı özelliği monte edilmek istenmektedir. Hazırlanan yasa tasarısıyla bir de ‘kalite ve denetim’ hedeflenmektedir. Kulağa hoş gelmekle birlikte burada amaç sistemin girdilerine uygun çıktılar elde etmektir. AKP talimatlı olarak taslağı hazırlayan Yükseköğretim Kurulu bu girdilerle piyasacı ekonominin murat ettiği çıktılara kesinlikle ulaşabilir; ancak bu çıktıların bilimin, demokrasinin gelişmesine hizmet etmesi; toplumun tüm kesimlerinin yararına sonuçlar üretmesi asla beklenemez.