Türkiye’de islamcılar iktidarlarının 10. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Yaratığı dönüşüm ve toplumsal alt üst oluş göz önüne alındığında İslamcı siyasetin 10 yıldır iktidarı elde tutma başarısı hepimizin aklına şu soruları getiriyor: Mustafa Kemal ile özdeşleştirilen birinci Cumhuriyet’in sonu mu geldi? Yeni bir dönemde miyiz? Cumhuriyet bayramını kutlayanlara biber gazı sıkıldığını, göstericilerin, cumhuriyetin kurucu unsuru bir partinin, […]
Türkiye’de islamcılar iktidarlarının 10. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Yaratığı dönüşüm ve toplumsal alt üst oluş göz önüne alındığında İslamcı siyasetin 10 yıldır iktidarı elde tutma başarısı hepimizin aklına şu soruları getiriyor: Mustafa Kemal ile özdeşleştirilen birinci Cumhuriyet’in sonu mu geldi? Yeni bir dönemde miyiz? Cumhuriyet bayramını kutlayanlara biber gazı sıkıldığını, göstericilerin, cumhuriyetin kurucu unsuru bir partinin, CHP’nin yöneticileri dahil polis şiddetine maruz kaldığını gözlemleyip bu sorulara doğrulayıcı bir yanıt verebilirsiniz.
Lakin bu sorulara dolambaçsız, apaçık yanıt vermek oldukça güç. Güçlüğün nedeni “dönemseleştirmenin”, dönemselleştirmeyi yapanın takip ettiği varlık ve bilgi felsefesiyle ilişkili olmasıdır. Bu sorulara verilen cevap, tarihe hangi açıdan ve hangi soyutlama düzeyinden bakıldığı ile ilgilidir. Örneğin, bazı kültürel kodları kullanırsak, mesela dinin veya cemaatlerin toplumda -kültürel anlamda- oynadığı rol gibi, birinci cumhuriyetin sonu geldiğini, ikinci cumhuriyette olduğumuzu iddia edebiliriz. Kemalist ideolojinin bugün mevcut iktidar tarafından kıtlık, baskı ve inkar ile özdeşleştirilmesi ve açıktan sorgulanmaya başlanması gene yeni bir dönemde olduğumuzun sinyali olabilir. Cumhuriyeti elitler ve sivil-askeri vesayet kavramları ile açıklayanlar ise artık birinci cumhuriyetin AKP iktidarının başarılı manevralarıyla geriletildiğini düşünüyor.
Fakat, kültürel kodların ve siyasi alana ait parametrelerin yanına, üçüncü fakat oldukça önemli bir kavramı, sınıf kavramını analizin içine alırsak AKP iktidarının var olan düzenin bir kesintisi değil bir devamcısı olduğunu gösteren veriler bulabiliriz. Mesela, belki bugün batı medeniyetlerine ulaşmak için değilse bile, sözde hizmet için burjuvazinin sermaye biriktirmesi hızla destekleniyor. Toplumsal harmoniyi korumaya çalışan kodlar değiştiyse de, burjuvazi-devlet arasındaki ilişkiler neredeyse cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi bir uyum içerisinde şekilleniyor. Büyük işadamı örgütlerinin, bazı gündem konuları dışında (internet özgürlüğü gibi), uluslararası ilişkiler ve ekonomi politikaları gibi görece daha önemli konularda hükümetle yapısal uyum gösterdiği gözlenebilir. Cumhuriyetin -İstanbul burjuvazisi- olarak adlandırılan büyük burjuvazisi sözde ikinci cumhuriyette de halk sınıfları aleyhine hızla büyüyor.
Sınıf kavramını ciddiye alan ve yeni bir dönemde olduğumuzu iddia eden kimi gözlemciler, kökenleri Anadolu’da bulunan ve islamcı sermaye / Anadolu burjuvazisi gibi kavramlarla anılan işadamlarının bazısının hızla zenginleşmesini yeni bir dönemde olduğumuzun verisi olarak kullanılıyor. Bu gözlemleri yadsımamak ile birlikte sözde ikinci cumhuriyette büyüyen burjuvazinin hala hem birikim hem de kapasite olarak hala çok geride olduğunu ve genellikle İstanbul burjuvaziyle işbirliği yaparak büyük bir ölçüde İstanbullulaştığının veri ile sabit olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Burjuvazi ve devlet ilişkileri çerçevesinden incelendiğinde AKP’nin bir kırılma değil mevcut rejimin bir devamcısı olduğunu söylemek, AKP döneminde yaşanan haslıkları yadsımak anlamına gelmemektedir. Fakat cumhuriyet döneminin özgül çelişkilerinin (uluslaşma, sınıf sorunu, kadının rolü gibi…) bugün de yaşandığını anlamamızı sağlar. O çelişkiler ki bugün hala rıza ve zor mekanizmaları altında bastırılmaya çalışılıyor. Bugün hala birçok gözlemcinin sözde askeri vesayetin bitmesine rağmen neden hala demokratikleşilmediğini sorgulaması hatta bunu Erdoğan’ın kişiliğine bağlaması bu devamlılığı okuyamamaktan geçiyor.
AKP’nin iktidarını yeni bir dönemi simgelediğini söylemek, Türkiye sağının toplumun rızasını almak için tekrar tekrar kullandığı söyleme denk düşüyor. Türkiye’de muktedirler her zaman toplusal rızayı bir önceki güç bloğunu değersizleştirerek üretmeye, iktidarını meşrulaştırmaya çalıştı. Menderes iktidara geldiği zaman, daha önce üyesi olduğu CHP’nin ne kadar baskıcı, kendinin ne kadar demokratik olduğunu anlattı. 1960 ihtilalcileri Menderes’in anti-demokratik uygulamalarını darbenin gerekçeleri arasına koydu. 12 Mart muhtırası sözde ekonomik ve demokratik reformlar için yapıldı. Bu liste uzatılabilir. Erdoğan ve ekibinin geçmiş ile sözde hesaplaşması hiç de yeni değil, Türkiye sağının ve darbede rol oynayan önemli aktörlerin siyaset yapma geleneği.
Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet bayramında atılan gaz bombaları bir dönemin bittiğini değil, bir dönemin daha yeni bir söylem ile kendini yeniden ürettiğini gösteriyor. Böyle olunca eskiye sarılmak, mevcut sistemin AKP faslının hegemonik söyleminin yeniden üretilmesine bilinçsiz bir destekten öteye gidemiyor.
İsmail Doğa Karatepe
idkaratepe@gmail.com