Herkes bilir ki, sokakları kaybeden bir iktidarın uzun süre ayakta kalabilmesi olanaksızdır. Ancak AKP, kutuplaştırma politikası uğruna sokakları gözden çıkarırken, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti” arasındaki aşılmaz duvarlara güveniyor Erdoğan son derece bilinçli ve kararlı bir biçimde siyasal alanı “kutuplaştırmaya” girişti. Siyaset alanını, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ve “Kürt muhalefeti” kutuplarının karşısına kendi “Muhafazakar İktidar” kutbunu koyarak […]
Herkes bilir ki, sokakları kaybeden bir iktidarın uzun süre ayakta kalabilmesi olanaksızdır. Ancak AKP, kutuplaştırma politikası uğruna sokakları gözden çıkarırken, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti” arasındaki aşılmaz duvarlara güveniyor
Erdoğan son derece bilinçli ve kararlı bir biçimde siyasal alanı “kutuplaştırmaya” girişti. Siyaset alanını, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ve “Kürt muhalefeti” kutuplarının karşısına kendi “Muhafazakar İktidar” kutbunu koyarak yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyor. “Milliyetçi-muhafazakar çoğunluk iktidarını” tehdit eden “azgın azınlıklar” kurgusuyla faşizmini meşrulaştırmak istiyor. Bu yolla Suriye ve Kürt politikalarındaki iflasının üstünü örtebileceğinin, AKP içinde beliren çatlakları onarabileceğinin hesabını yapıyor olmalı.
AKP iktidarının, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti”ni kendi kitlesine “azgın azınlıklar” olarak sunmakta başarısız olduğu da söylenemez. Kabul etmek gerekir ki “Cumhuriyetçi Muhalefet” ve “Kürt Muhalefeti” (ister çeşitli baskı-manipülasyon politikalarıyla, isterse de iç yapısal, ideolojik, politik vb. nedenlerle açıklansın) “içe kapalı kültürel-toplumsal gruplar” hüviyetinin ötesine geçmekte halen başarılı değildir. Bu başarısızlık, AKP’nin sıkı sıkıya sarıldığı Anadolu gericiliğinin, “modernist/gavurdan azma” Cumhuriyetçilerden ve “kuyruklu-şafi-Ermeni’den dönme” Kürtlerden (en hafif ifadeyle) “huylu” olduğu gerçeğiyle yan yana geldiğinde AKP iktidarı için (şimdilik) “yönetilebilen tehditlere” dönüştürülebilmektedir.
Ancak bu siyaset iktidarın sokaklarına hakim olamadığı bir ülke tablosunu yaratıyor.
“Batı”sında Cumhuriyetçi Muhalefet’in, “Doğu”sunda ise Kürt Muhalefetinin sokakları, alanları doldurduğu, polis barikatlarıyla durdurulamayan kitle hareketlerinin gündelik gerçeklik haline geldiği bir Türkiye oluşuyor. AKP iktidarı ülkenin tamamında sokakları kaybediyor.
Herkes bilir ki, sokakları kaybeden bir iktidarın uzun süre ayakta kalabilmesi olanaksızdır.
Ancak AKP, kutuplaştırma politikası uğruna sokakları gözden çıkarırken, “Cumhuriyetçi Muhalefet” ile “Kürt Muhalefeti” arasındaki aşılmaz duvarlara güveniyor. CHP’nin milliyetçi-devletçi ideolojik vasatı ile Kürt politik muhalefetinin liberal, ademi merkeziyetçi ideolojik vasatı arasındaki “kan uyuşmazlığı” gerçekten de bu iki büyük politik-toplumsal muhalefet dinamiğini kendi kulvarına hapsediyor.
CHP’nin milliyetçi-devletçi politikalarla karşıladığı halk tepkisinin ana unsurlarını “laik, cumhuriyetçi ve bağımsızlıkçı” duyarlılıkların oluşturduğu biliniyor. Hayatın cilvesine bakın ki, bu duyarlılık parametrelerinden bakıldığında, Türkiye’deki en güçlü laik, cumhuriyetçi ve bağımsızlıkçı (ulusal-siyasal çıkar odaklı) hareket Kürt ulusal özgürlük hareketi.
Kürt politik muhalefetinin liberal, ademi merkeziyetçi politikalarla karşılık bulmaya çalıştığı Kürt halk tepkisinin ana unsurlarını ise “ulusal kültürel kimliğe saygı, politik demokrasi ve toplumsal eşitlik” talepleri oluşturuyor. Kürt muhalefetinin politik temsilcilerinin bu taleplerine Türkiye’den karşılık verebilecek bir siyasal alternatifin ancak ve yalnızca “sol”dan gelişeceği ve asla sağdan gelişemeyeceği de bir başka realite.
Bu gerçeklik, AKP iktidarına karşı “Batı”dan ve “Doğu”dan gelişen halk tepkisini üzerinde geliştikleri maddi toplumsal temellere sadakat göstererek buluşturacak bir “cumhuriyetçilik” ve “özgürlükçülük” tanımının yapılabilir olduğunu gösteriyor. Bu bakımdan Kürt ulusal özgürlük hareketinin Kürt sorununa çözüm formülü olan “Demokratik Özerklik” kavramının etkili bir hareket noktası oluşturabileceği zaten görülüyor. Kürt hareketinin politik söylemine, hareketin laik, modern ve halkçı karakterini öne çıkaran bir vurgu kazandırılmasının, Batı’daki “Cumhuriyetçi Muhalefet”in (özellikle ezilen sınıftan gelen bölüklerinin) orta vadede “sola” ve Kürt sorununda çözüm yanlısı bir siyasi doğrultuya yöneltilmesinde etkili bir rol oynayacağı düşünülebilir.
Batı cephesinde ise, bağımsızlığın ve yurttaş egemenliğinin vazgeçilmez koşulunun Kürtlerin eşit hak öznesi haline getirilmesi ve özgürleştirilmesi olduğunu ortaya koyan bir “Cumhuriyetçiliğin” tarif edilmesi gerekiyor. Cumhuriyetçiliğin bu yeniden tarifinde CHP’nin, siyasal bütünlüğü içinde olumlu bir rol oynayabilmesi fiilen olanaksız görünüyor.
Kürt hareketinin Batı’nın sokaklarına doğru “parçalanmadan” ve “savrulmadan” atabileceği adımı, Cumhuriyetçi muhalefetin “parçalanmadan” ve “sola sıçramadan” Kürt sokaklarına doğru atabilmesi mümkün değil. Ancak bu adım parçalanarak da olsa atıldığında, AKP’nin “yönetilebilen tehditlerle” oynayarak inşaa ettiği iktidar mekanizması kaçınılmaz bir biçimde çözülmeye başlayacaktır.