Erdoğan’ın deklere ettiği program, Kürt sorununu Türklerle çözüp, Kürtleri oluşturduğu bu çözüme boyun eğdirmeyi öngörüyor. “Biz yüz adım attık, Kürtler de bir adım atsın” sözlerinin altında da bu istek yatıyor Erdoğan’ın “milat” olacağı söylenen kongre konuşması, “sevenlerinde”, yani AKP-perver liberallerde hayal kırıklığı yarattı. Liberallerimiz Kürt sorununda açılacak “beyaz sayfa”nın 2071’i hedef gösteren bir Türk-İslam sentezi […]
Erdoğan’ın deklere ettiği program, Kürt sorununu Türklerle çözüp, Kürtleri oluşturduğu bu çözüme boyun eğdirmeyi öngörüyor. “Biz yüz adım attık, Kürtler de bir adım atsın” sözlerinin altında da bu istek yatıyor
Erdoğan’ın “milat” olacağı söylenen kongre konuşması, “sevenlerinde”, yani AKP-perver liberallerde hayal kırıklığı yarattı. Liberallerimiz Kürt sorununda açılacak “beyaz sayfa”nın 2071’i hedef gösteren bir Türk-İslam sentezi olduğunu görünce pek şaşırdılar.
Erdoğan’ın Türk-İslam sentezi çerçevesindeki “yeni çözüm anlayışı”nın anahtar terimlerini “teröristle değil halkla kucaklaşma” ve “CHP’yi göreve çağırma” oluşturuyor. (Zaten MHP ile Kürt sorunundaki ittifakını tamamlamıştı.) Erdoğan’ın yeni siyasetini “Kürt sorununu Türklerle çözme” olarak tanımlayabiliriz.
“Kürt sorununu Türklerle çözme siyaseti”nin “Kürt sorununa Kürtsüz çözüm” siyaseti olduğu sanılmasın. Erdoğan’ın konuşmasının ruhuna sinen temel anlayış, Türkiye’nin siyasi yapılanmasını bir “milliyetler ve dinsel topluluklar hiyerarşisi”nin kuruluşu olarak kavrıyor. Erdoğan, “Hanefi-Türk egemenliğinin sözcüsü” olarak konuşuyor ve Türkiye’nin yeniden kuruluşunu, geri kalan bütün din, mezhep ve milliyetlerin, Hanefi-Türk egemenliğinin çatısı altında “yeniden toplanması” olarak ele alıyor.
Erdoğan Kürt sorununun çözümünü, Kürt ovası Malazgirt’ten girilerek inşa edilen “Anadolu’daki Türk egemenliğinin” yeniden inşaası çerçevesinde arıyor.
Erdoğan’ın, Kürt sorununun çözümü için Türk egemenliğinin sözcülerine, CHP’ye ve MHP’ye çağrı yapmasının, BDP’yi dışlamasının nedeni bu. Erdoğan’ın deklere ettiği program, Kürt sorununu Türklerle çözüp, Kürtleri oluşturduğu bu çözüme boyun eğdirmeyi öngörüyor. “Biz yüz adım attık, Kürtler de bir adım atsın” sözlerinin altında da bu istek yatıyor.
MHP’nin Kürtleri Türk egemenliğine yeniden bağlama politikası belli: Sıkıyönetim ilan edip Kürt halkını dize getirmek ve Türk egemenliğine boyun eğdirmek.
CHP’nin Kürtleri Türk egemenliğine yeniden bağlama politikası ise devlet güdümlü, bağımlı bir Kürt “yerel/bölgesel burjuvazisinin işbirliğiyle” AB Yerel Yönetim Şartı’nın sınırlı bir uygulamasında somutlaşabilecek gibi görünüyor.
Her üç parti de, Kürt halkının siyasi başını “kesmeyi” veya aynı anlama gelmek üzere “boynunu kırmayı” ön şart olarak gören bir siyasi uzlaşma zeminine sahipler.
Kürt ulusal özgürlük hareketinin “statü” talebini yeni bir “bağımlı ulus” statüsü ile karşılamayı öngören bu “yeni yaklaşım” üzerinde bir “milli mutabakat”, yani AKP, CHP, MHP mutabakatı oluşur mu? Zor…
Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi böyle bir “statü”ye evet deyip bu statünün gerektirdiği “dönüşüm” yoluna girebilir mi? Bu da çok zor…
Yani AKP’nin bu yolla Kürt sorununda bir mesafe alabilmesi imkansız gibi görünüyor.
Ama AKP bu yolla CHP ve MHP’yi kendi tartışma düzlemine hapsedebilir, Kürt sorunu alanında, Türk siyasi partileri içerisinde gündemi belirleyen parti olma konumunu sürdürebilir. AKP yine bu yolla Kürt-Alevi düşmanlığının “merkez partisi” olma özelliğini ve dolayısıyla “toplumsal iktidarını” pekiştirebilir.
AKP’nin “yeni Kürt siyaseti”, bu partinin katıldığı üçüncü büyük seçim konjonktüründeki konumunu daha öncekilerden belirgin bir biçimde farklılaştığının açık bir ilanı oldu.
İki seçime “ateşkes” koşullarında giren AKP bu seçime “savaş” ve “sıkıyönetim” koşullarında girmeye kararlı görünüyor. Yani AKP artık çözümün iktidar alternatifi rolü oynamayacak, krizin iktidar alternatifi olacak.