Türkiye’de Eskişehir denildiği zaman akla ilk gelen “üniversite” ve “üniversite öğrencileri” olur. Üniversiteye hazırlanan öğrenciler için “rüya kent” olan Eskişehir, maalesef kataloglarda göründüğü gibi değil. Tanıtımlarında öğrencilerine bir cennet vaat ederek kendini piyasaya sunan Anadolu Üniversitesi’nin son iki haftada haberlerde nasıl yer aldığı incelenirse rüyanın bittiği görülür. Şüphesiz Anadolu Üniversitesi’ndeki önemli dönüm noktalarından biri, Aralık […]
Türkiye’de Eskişehir denildiği zaman akla ilk gelen “üniversite” ve “üniversite öğrencileri” olur. Üniversiteye hazırlanan öğrenciler için “rüya kent” olan Eskişehir, maalesef kataloglarda göründüğü gibi değil. Tanıtımlarında öğrencilerine bir cennet vaat ederek kendini piyasaya sunan Anadolu Üniversitesi’nin son iki haftada haberlerde nasıl yer aldığı incelenirse rüyanın bittiği görülür.
Şüphesiz Anadolu Üniversitesi’ndeki önemli dönüm noktalarından biri, Aralık 2009’da “Üniversitede siyaseti bitireceğim” söylemiyle listenin son sırasından rektörlüğe hızlı bir giriş yapan Davut Aydın’ın atanmasıydı. Söylemine paralel olarak üniversitede afiş asmanın dahi önüne geçmeye çalışan Davut Aydın, AKP “ileri demokrasi” anlayışının ete kemiğe bürünmüş rektörüydü. Afiş asan öğrencilerin üstüne Özel Güvenlik Birimlerini salan Davut Aydın’ın, bir basın toplantısında üniversitelilere kendilerini ifade etmek için özgürlük alanı açtığını iddia ederken kastettiği, kampüslerin muhtelif yerlerinde yan yana koydurduğu ikişer “tabelaydı”. Aynı basın toplantısında cebinden çıkardığı taşı basın mensuplarına göstermeyi de ihmal etmedi, öğrencilerini basına şikayet etti. Bu bilinçsiz hareketleriyle ters yüz etmek istediği şey ise ÖGB’lerin sadece stant açan ve afiş asan öğrencilerin üzerine “Allah Allah” nidaları (mübalağa yok), taş ve coplarla saldırmasıydı.
“Taş-tabela-özgürlük” üçgeninde sıkışan Davut Aydın ve yönetimi, ilerleyen dönemde kendi yarattığı krizin içinden çıkamayacak ve Çevik Kuvvet joker hakkını kullanacaktı. 4 Kasım 2010 tarihinde Yabancı Diller Yüksekokulu’nda, 6 Kasım YÖK eylemlerini duyuran afişlerini asan üniversiteliler; ilerleyen saatlerde çevik kuvvet polislerinin saldırısına maruz kalacak, 10 öğrenci yaralanacak, 40 öğrenci de gözaltına alınacaktı. Polisler, kantin camlarını kırıp, öğrencileri döverek gözaltına alırken diğer öğrenciler de bu vahşeti görmeyip “past perfect tense”leriyle meşgul olsunlar diye ders arasına çıkarılmayacaktı. Krizin bu patlama noktası, üniversitesini sahiplenen öğrencilerce tersine çevrilerek Anadolu Üniversitesi öğrencileri için yeni bir dönemin başlangıcı yaratılıyordu. 5 Kasım’da Yunusemre kampüsünde yaklaşık 800 öğrenci, “YÖK’e hayır” sloganlı eylemleriyle yönetimi geri adım atmak zorunda bıraktı.
Bu mücadele sonrasında gelen kazanım ise başka mücadele ve kazanımların önünü açtı. 2011-2012 döneminde Anadolu Üniversitesi; öğrenci mücadelesinin, direnişlerin, boykotların, üniversite işgallerinin üniversitesi oldu. Birkaç saatte örgütlenip formasyon hakkının kaldırılmasına karşı eylem yapan yüzlerce öğrenci, birkaç haftada fahiş fiyatların geri çekilmesiyle sonuçlanan kantin boykotları ve tabii ki “Hazırlık mücadelesi;” hak arayan öğrencilerin “Hak verilmez alınır” sloganının somut örnekleri.
Bologna Süreci’nin üniversiteye ilk yansıması ağır ve eşitsiz hazırlık eğitimi uygulaması oldu. Bu uygulamanın mağdur olan binlerce öğrencinin aylardan beri yürüttüğü uzun soluklu mücadele ve emsalsiz dayanışma, yaratıcı eylemleriyle birleşerek tüm üniversiteler çapında bir örnek oluşturdu. Binlerce hazırlık öğrencisi, ısrarcı ve yaratıcı mücadelenin son evresinde ise “ileri demokrasinin en ileri” yüzüyle karşı karşıya geldi.
Anadolu Üniversitesi’nin 10 gün içerisindeki demokrasi bilançosu; 75 gözaltı, onlarca polis, bol gaz ve tazyikli su! 2 Eylül’de öğrenim haklarının peşinde olan 31 hazırlık öğrencisi, 4 Eylül’de “Üniversiteye Hoş geldin” bildirisi dağıtan 44 öğrenci gözaltına alındı. 12 Eylül tarihinde ise -günün anlam ve önemine yakışır bir şekilde- yüzlerce hazırlık öğrencisi, rektörlük binasından yürüyüşe başladıkları şehir merkezine kadar polis gazları ve TOMA eşliğinde sürüklendi. Kaldırımda yürüyenler biber gazına maruz kalırken Üniversite Caddesi’ndeki dükkanlar tazyikli suyla yıkandı. İçine düştükleri krizi yönetemeyen üniversite yönetimi, “kara gün dostu” çevik kuvvetlerini, ikna edemediği kitlelerin üzerine saldı.
Bu saldırılarda cisimleşen son dönem kurumsal faşizminin yeni rehberi, yeni YÖK yönetimin bir basın açıklamasıyla devrim olarak duyurduğu yeni YÖK disiplin yönetmeliği. Bu başlangıç saldırılarının nedenini ise -tahmini zor olmamakla beraber- neoliberal politikaların azılı uygulayıcısı AKP’nin üniversitede yapacağı büyük piyasacı-gerici dönüşüm oluşturmakta.
Parasız eğitim propagandasıyla birinci öğretim harçlarının kaldırılması da büyük piyasalaşma dalgasının yumuşatıcısı olarak kullanılıyor. Üniversite sermaye işbirliğinin en profesyonel uygulayıcılarından biri olan Anadolu Üniversitesi’nin krizi ve ‘YÖK Reformu’ öncesi örgütlenme özgürlüğünü marjinalleştirerek sermayeye yol açma düşüncesindeki AKP stratejisi birleştiğinde ise ortaya tüm şehri bir 12 Eylül günü gaza ve tazyikli suya boğan tablo çıkıyor.
12 Eylül darbesi, sömürge tipi faşizmin “patlama” noktasını ve yeni saldırgan ekonomik düzene geçişin başlama vuruşunu oluşturuyordu. Toplumsal muhalefetin ve örgütlülüğün bu en yüksek noktasında -yeni sömürge diğer ülkelerde de olduğu gibi- egemenlerin krizi darbe ile sonuçlanıyor, faşizm en açık haliyle uygulanıyor ve korku gelecek kuşakların genlerine aktarılmak üzere yayılıyordu. 12 Eylül faşizminin karşısındaki “demokrasi kahramanı” AKP, başka bir 12 Eylül günü anayasa güncellemesi yaparak 12 Eylül’ün şimdiki zamandakini, gerici-piyasacı iktidarını yazıyor, vahşi piyasa egemenliğinin istikrarını koruyordu. Hikayenin şimdiki zamandaki kısmında ise darbe kurumu YÖK, “YÖK Reformu” diye duyurduğu ama hala açıklayamadığı büyük dönüşüm öncesi “öğrenciyi disipline etme yönetmeliği”ni güncelliyor. Emniyet, rektörleri örgütlü öğrencilere karşı uyarıyor. Üniversitelerdeki her örgütlülüğün iktidara yaydığı korku, kitlelere yansıtılmaya çalışıyor. Kriz bir başka krizle kontrol altına alınmaya çalışılıyor.
Sürekli kriz yönetimiyle işleyen yeni sömürge ülkelerinin dengesiz hegemonyasının son dönemdeki bir görüntüsü aslında Anadolu Üniversitesi. Şiddet aygıtının açıktan kullanılmasına kayan denge, demokrasi mücadelesini de aynı şekilde tetikliyor. Yazının başlarında belirtildiği gibi ısrarcı ve uzun soluklu kitlesel demokrasi mücadelesi; kitleleri içine katabilen gücüyle akademik, ekonomik, sosyal kazanımlara yol açıyor. Dalga dalga gelen saldırıların püskürtülmesi demek; entelektüel, aydın, bilim üreten, toplum yararı için çalışan üniversitelilerin üniversitelerini oluşturma basamağı demek. Anadolu Üniversitesi, güncel tarihinde hem iktidarın yeni oyunlarını hem de bu oyunu bozabilecek yeni muhalefet yöntemlerini barındırmakta.
(*) Murat Dural – Kolektif Yürütme Kurulu üyesi, Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 4. sınıf öğrencisi