Kürt El Kaide gruplarının Bingöl’ü merkez seçmeleri bir devlet politikasıdır. El Kaidecilerin denetimindeki 4 medresede binin üzerinde öğrenci bulunuyor. Suriye’ye gönderilen El Kaide militanlarının çok önemli bir kısmı Kürt kökenlidir. Önümüzdeki dönemlerde bu çok daha belirginleşecektir. Kürtler, bu tehlikeyi görmeli ve bunlara karşı önlem almalıdır Ortadoğu’daki politik dengeleri en iyi kullanan hareket PKK’dir. Mevcut bütün […]
Kürt El Kaide gruplarının Bingöl’ü merkez seçmeleri bir devlet politikasıdır. El Kaidecilerin denetimindeki 4 medresede binin üzerinde öğrenci bulunuyor. Suriye’ye gönderilen El Kaide militanlarının çok önemli bir kısmı Kürt kökenlidir. Önümüzdeki dönemlerde bu çok daha belirginleşecektir. Kürtler, bu tehlikeyi görmeli ve bunlara karşı önlem almalıdır
Ortadoğu’daki politik dengeleri en iyi kullanan hareket PKK’dir. Mevcut bütün veriler bu gerçeği doğruluyor. Suriye’de ortaya çıkan yeni politik koşullar içerisinde Kürtlerin kendi kendini yönetmeye başlamaları, stratejik bir değişim olarak görülüyor. PYD Eş Başkanı Salimi’nin Avrupa’ya davet edilmesi, Kürtlerin uluslararası alanda tanınmasının ilk adımıdır.
Uluslararası güçler özellikle Suriye’de etkin olmak için Kürtlere ihtiyaç duyuyorlar, bu bakımdan Kürtlerin politik güçleriyle yakın bir ilişki içine girme kararı aldıkları anlaşılıyor. Bu bakımdan uluslararası güçlerin Suriye’de izlemeye başladığı Kürt politikası ile Türkiye’nin Kürt politikası tersten işlemeye başlamış bulunuyor.
Kürt sorununda, bölgede giderek yalnızlaşan AKP devleti, içte de çok ciddi ölçüde başarısız kaldı. Özellikle son birkaç ayın verilerine bakıldığında AKP devleti ve onun denetiminde Genelkurmay, PKK karşısında ciddi darbeler almaya başladı. PKK’nin ‘Alan Hâkimiyeti’ stratejisi fiilen uygulamaya girmiş bulunuyor. Bu askeri strateji sanıldığı gibi dar alanda birkaç bölgeyle sınırlı olmayıp Hakkâri’den Dersim’e kadar genişliyor. Çatışmalar Kürt coğrafyasının hemen her yerine yayıldı. Her iki taraftan çok ciddi kayıplar var. PKK geçmiş deneyimlerden dersler çıkararak bunu minimuma indirmiş durumda.
Yenilgiyi gizlemek için yalan söylemek
Ancak devlet, Erdoğan’ın talimatıyla kayıplarının nerdeyse yüzde 80’ini gizliyor. Ayrıca gerçek dışı bilgilerle toplumu yanlış yönlendiriyorlar. Kemalist rejimin psikolojik savaş mekanizmasının yerine alan İslamcı psikolojik savaş güçleri aynı Kemalist rejim yöneticileri gibi konuşuyorlar. Örneğin Başbakan Erdoğan açıklama yapıyor; “3 ayda 500 PKK’li öldürdük.” Tıpkı Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Kandil’e yönelik hava saldırılarında “750 PKK’li öldürdük” demesi gibi. Genelkurmaya Başkanı Özel de yalanı tamamlıyor:
“SORU: 2012 yılında terörle mücadelede verilen şehit sayısı ne kadardır? Aynı dönemde kaç örgüt elemanı etkisiz hale getirilmiştir?”
“CEVAP: TSK olarak 1 Ocak 2012’den 24 Eylül 2012’ye kadar terörle mücadele kapsamında verdiğimiz şehit sayısı 110’dur. Aynı dönemde 427 terörist ölü, 54 terörist yaralı/sağ olarak ele geçirilmiş, 117 terörist kendiliğinden teslim olmuştur. Etkisiz hale getirilen terörist toplamı 598 olmuştur.”
Devletin kendi resmi açıklamasına göre, ‘Alan Hâkimiyeti’ olarak tarif edilen bölgede 700 gerilla vardı. Bunların 598’i ölmüşse geriye 102 gerilla kalmış durumda. Yani Özel’in direk komuta ettiği ve 7 taburun yani yaklaşık 4 bin askerin katıldığı operasyon 102 gerillaya karşı yapılmış. Bundan da hiçbir sonuç alınmadığı gibi ordu çok daha büyük kayıplarla geri döndü. İnsanın aklına şu geliyor: Bu kadar gerilla ölmüşse, aynı saatte birkaç karakol basan, yol kontrolü yapan gerillalar nereden geliyor. Sanırım yanıtı şu: Ölen gerillalar yeniden dirilip savaşıyorlar. İnsanın aklına başka bir çözüm gelmiyor. İşte çaresizlik ve psikolojik yenilgi, insana öyle çok mantıksız şeyler söyletir. Ordu çok daha fazla kayıp verdikçe tersten “PKK’lilerin tamamı etkisiz hale getirildi” gibi cümleleri, psikolojik savaş medyasında çok daha fazla duyacağız. Artık hiç kimsenin inanmadığı bu yalanlar esasen bir politik ve askeri yenilginin sonucudur.
Ölen asker devlet için yok hükmünde
Türkiye ne bölgesel ilişkiler içerisinde ne de kendi iç politik denkleminde Kürt sorununu çözme iradesi gösterebildiği için halen kirli savaş yöntemlerinden medet umuyor. Hile ve komplolara dayanan politikalarla çözmeye çalışıyor. Esasen hiçbir şekilde sonuç alamayacağını bildiği ve inanmadığı yöntemlerde ısrar ediyor.
Birincisi, psikolojik savaşta ısrar etmesidir. Kendi askerlerine en büyük saygısızlığı yapan bir rejimle karşı karşıyayız. Askerleri savaşa gönderiyorlar, sonra yaşamlarını yitirdiklerinde “yok hükmünde” sayarak kamuoyundan gizliyorlar. Erdoğan’ın talimatıyla savaşta yaşamını yitiren askerler ve özel tim elemanları hakkında çok sınırlı bilgi veriliyor. Hâlbuki Kürt medyası savaşın görüntülerini veriyor. Artık hiç kimse, bir şeyleri gizleme şansına sahip değil. Şu ana kadar özel tim, asker, polis, korucu olmak üzere devlet güçlerinden 1300’e yakın kayıp var. Ama bunların yüzde 80’i gizleniyor. Özellikle paralı askerlerin sözleşmesinde böyle bir madde konulmuş. Yani öldürüldüğünde kamuoyunda gizleneceğine dair bir ek madde var. Bu gizli madde, özellikle ölen insanların ailelerine karşı en büyük saygısızlık değil mi? Devlet adına savaşan birini “yok” saymak, bu devletin bizzat kendisini koruyan insana verdiği değeri ortaya koyuyor. Bunun bir başka anlamı devlet için, insan unsurunun bir değeri yoktur, ölümüne bir hayvan “leşi” olarak bakmaktır. Yenilgisini gizlemek için insanı bu kadar kolay harcamak, insani değerlerin bittiğinin ve her türlü ahlaki yozlaşmanın somut bir ifadesidir.
PKK’nin alan hakimiyetine karşı TSK’nin alan hakimiyeti savaşı
İkincisi, Genelkurmay Başkanlığı, fiilen yenilgi almış bir savaşın içinde debeleniyor. Kendisine göre yeni savaş hamleleri geliştirmek istiyor ama, beceremiyor. Genelkurmayın uyguladığı bütün savaş planları başarısızlıkla sonuçlanıyor. Bu kez çareyi, PKK’nin başarıyla geliştirdiği ve uyguladığı “Alan Hâkimiyetini” tersten kopya etmekten buldu. Yani kendileri somut bir savaş taktiği geliştiremedikleri için HPG’nin savaş taktiğini, tersten gerillalara karşı uygulama kararı almışlar. Buna da “PKK’ye Karşı Tam Alan Hâkimiyeti” adını vermişler. Bütün bu basit yöntemler, NATO’nun ikinci büyük ordusunun, savaş taktiklerinde ve stratejilerinde ne kadar beceriksiz olduğunu gösterdiği gibi bölgesel alan hâkimiyetinin PKK’de olduğunun da fiilen kabul edilmesidir. Bunun için PKK’nin denetiminde olan bölgelerin yeniden ele geçirilmesine yönelik sonuçsuz bir hamleye girişecekleri anlaşılıyor. Bunu başarmaları pek mümkün görünmüyor. Çünkü haksız bir savaşın içinde olduklarından kaybetmeye başladıklarının farkındalar.
Özel, psikolojik yenilgiyi gizlemek için bilinen nakaratı tekrarlamaya başladı. PKK’nin lider kadrosunu hedeflediklerini söyledi. Yani Kandil’e yönelik yeni operasyonlardan söz etti:
“SORU: Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK’nın ana üstlenmesinin bulunduğu Kandil’e kalıcı bir operasyon gerçekleştirmesi sıkça tartışılan bir konu. Böyle bir operasyon teknik anlamda mümkün mü?”
“CEVAP: Teknik anlamda mümkündür.”
“SORU: Örgütün üst düzey yöneticilerinin nokta operasyonlarla etkisiz hale getirilmesi imkânsız mı?”
“CEVAP: Çok iyi korunuyorlar ve çok sık yer değiştiriyorlar. Etkisiz hale getirmek için çalışıyoruz.”
Her cümlesinde bir umutsuzluk ve başarısızlık var. Bu tür operasyonlarla sonuç alamayacaklarının farkında oldukları gibi, Kandil bölgesine karadan askeri bir saldırıya yönelmeleri de söz konusu değil. Bunu çok denediler ve hiçbir sonuç alamadılar. Belki ABD gibi güçlerin askeri desteğiyle bazı bölgelere yönelik nokta operasyonları yapabilirler. Bundan da sonuç almalarının son derece zor olduğunu ve
büyük kayıplar verileceğini yine Özel’in kendisi anlattı. Bir başka ifadeyle, Genelkurmayın şatafatlı odalarında hazırlanan savaş planları Kürtleri yenilgiye uğratamaz.
İşgal ordusu kaybetmeye mahkumdur
Ayrıca istediğiniz kadar savaş taktikleri geliştirin, eğer bir savaşta haksız konumdaysanız, işgalci bir güçseniz kaybetmeye mahkûmsunuz. En iyi askeri projeler uygulasanız da, başarı şansınız sıfırdır. Karşınızdakine en gelişmiş teknolojiyle saldırıyorsunuz, ABD’nin en gelişmiş istihbarat araçları size tahsis edilmiş ama kaybediyorsunuz. Peki neden? Çünkü bölge halkına yabancı bir güçsünüz. Toplumsal dinamikleriniz yok. Coğrafyaya yabancısınız. İstediğiniz kadar “mobil, hareket halinde bulunan kontra-özel timler” yetiştirin, kaybetmekten başka yolunuz yok. Özel timleriniz paralı askerlerdir, bunu unutmayın; inanç, gelecek, adalet, eşitlik, özgürlük idealleri yok. Her şey para için. Paranın gücü bir yere kadardır.
Ayrıca Karayılan, Erdoğan’ı gerillaların denetiminde olan Gedik Tepe’ye davet etti. Erdoğan hala gitmiş değil. Bunun için Özel’e talimat verdi; tepeyi alın, oraya ikinci bir kez gitmek istiyorum. Ancak bütün askeri hamleler başarısız kaldı. Yenilgi alan Erdoğan bir noktaya kilitlenmiş. Yeniden Gedik Tepe’ye çıkıp poz vermek ve bakın burası “benim elimde” mesajını vermek istiyor. Üç aydır girilmeyen bölgeye böylesi anlık bir giriş olsa da savaş gerçeği içinde sadece içi kof bir propagandadan başka bir anlam taşımaz.
Kürtlere karşı El Kaide kartı
Üçüncüsü, AKP’nin El Kaide güçlerini Kürtlere karşı kullanma planıdır. Bu yönde çok kapsamlı hazırlıklar yaptıklarını daha önce yazdığım iki makalede verilerle ortaya koydum. Özellikle Bingöl merkezli provokasyonların arka planında, Kürtler arasında çatışmayı derinleştirme amacı yatmaktadır. Adana’da Rahmet Derneği’nin çağrısıyla bir araya gelen Türkiye’deki El Kaide grupları toplantısında dikkat çeken iki temel karar var: Suriye’deki savaşa çok daha aktif katılmak, Kürt bölgesinde geniş bir örgütlenmeye gitmek ve bunun için oluşturulan heyetin Kürt illerini ziyaret etmeleridir. Toplantıda alınan karar gereği; Diyarbakır, iletişim merkezi olarak işlev görecek, Bingöl ise örgütlenme merkezi haline getirilecek. Bütün bunlar, AKP hükümetinin bilgisi dâhilinde alınan ve uygulanan kararlardır.
Son zamanlarda Bingöl’de geliştirilen saldırılar, söz konusu projenin bir parçasıdır. Kürt El Kaide gruplarının Bingöl’ü merkez seçmeleri bir devlet politikasıdır. El Kaidecilerin denetimindeki 4 medresede binin üzerinde öğrenci bulunuyor. Suriye’ye gönderilen El Kaide militanlarının çok önemli bir kısmı Kürt kökenlidir. Önümüzdeki dönemlerde bu çok daha belirginleşecektir. Nasıl ki 1990’lı yıllarda, Çiller ve ekibi, Hizbullah’ı kudurarak Kürtlere karşı çok kapsamlı saldırılara yönelmişlerse, aynı şekilde Erdoğan ve ekibi de, bu kez El Kaide’yi kullanarak, Kürtlere yönelik çok daha kapsamlı saldırılara yönelmek istiyor. Ancak kafasının almadığı nokta; ne politik koşullar 1990’lı yıllar gibi, ne de PKK’nin örgütlülük düzeyi eskisi gibidir. Bu bakımdan AKP ve Genelkurmay’ın medet umduğu bu plan pek işe yaramayacaktır. Ancak Kürtler, bu tehlikeyi görmeli ve bunlara karşı çok açık önlem almalıdır.
Ya Alan Hâkimiyeti genişlerse
Devletin bütün bu saldırı planlarına rağmen, bir de meseleyi tersten ele alalım. PKK, “Alan Hâkimiyeti”ni çok daha genişletir, 3 bin gerillayı Kürdistan’a yığar, bütün bölgeyi denetim altına alır, çok daha kapsamlı operasyonlara yönelirse ne olacak? O zaman Erdoğan, bırakalım Gedik Tepe’ye gelmeyi, Ankara’da kalma şansına sahip olur mu? Genelkurmay Başkanı, bu pozisyonunu sürdürür mü? Hiç sanmıyorum. Erdoğan, “Hz Eyüp Sabrını” çoktan bitirdi, bir sonuç almadı. Peki, Kürtlerin bu sabrı biterse neler olur. Kuzey ve Güney sadece fiili olarak değil, resmi olarak birleşirse, bunu da Özel ve Erdoğan düşünsün.
KCK Konsey Başkanı Karayılan niçin 30 yıldır dağda savaşıyor? Doğanın en zor koşullarında, kış aylarında karlar içinde yaşamını sürdürme amacı nedir? Bu farkı anladığınızda kimin kazanacağını da bilirsiniz. PKK’nin askeri teknolojisi yok ama bundan milyon kez güçlü bir başka büyük güce sahip olduğunu hala anlamış değiller. Biz söyleyelim: Özgürlüğü için bu mücadeleye yürekten inanan, savaşmaya hazır yüz binlerce Kürt gencinin var olması.
Bütün bunlardan anlaşılan, devletin Kürt meselesinin çözümünde yeni olan bir şey yok. Bilinen ve sıkça denen psikolojik ve savaş yöntemlerinin bir tekrarıdır. Eğer Kürt meselesi, demokratik mücadele esasları içinde çözülmek isteniyorsa, AKP devletinin tek bir şansı var: Kürtlerin bütün taleplerini kayıtsız, koşulsuz kabul etmek. Mevcut politik koşullar içerisinde bundan başka bir seçenek bulunmuyor.
Erdoğan’a tavsiyem, 30 Eylül’de yapılacak olan AKP Kongresi’nde, Kürtlerin bütün taleplerinin kabul edildiğini ve savaşa son verdiğini açıklaması, Kürtlerin politik temsilcileriyle koşulsuz müzakereye oturacağını ilan etmesidir.
Bunu yapmazsa, Kürtlerin Hz. Eyüp Sabrı biter ve Erdoğan, kendisine yeni bir mekân arar.
Gokyuzu9@aol.com